1. dönemler dahilinde incelenmesi gereken çok boyutlu, uzun bir konu. şimdilik ilk girdide antik dönemden söz edelim.

    antik dönem sanat eseri ile sanatçıyı birbirinden en fazla ayıran hatta kısmen bağımsız kılan bir dönem. örneğin, antik yunan'da insanlar, eseri ortaya çıkaran gücün insanın kendinden kaynaklandığına inanmıyorlardı. yaratıcılık onlara göre insandan bağımsız yaşayan bir kutsal ruhtu. insanlara, bilinmeyen bir düzenden ve yine bilinmeyen sebeplerle geliyordu. yunanlılar, yaratıcılığı sağlayan refakatçi kutsal ruhlara "demon" adını vermişlerdi. yani bir şairin yazdığı bir şiir, ya da bir heykeltraşın yaptığı bir heykelin övgüsü direkt sanatçıya değil, onlara bu sanatı icra etmesini sağlayan kutsal ruhaydı ve bu kutsal ruh üzerinden de dolaylı olarak sanatçıya. sanatçı bu ruhtan yoksun sayıldığında bir tür işçi gibiydi.

    sokrates, kendine gaipten bilgeliği sunan bir demonu olduğuna inanmıştır mesela. romalılar da aynı düşüncedeydiler, ama onlar bu görünmeyen yaratıcı ruhlara "deha" demişlerdi. yalnız dikkat edelim, bu yaratıcılık hala bir kişiye bürünmüyor, hala görünmez, büyülü ve bilinmez... romalılar deha’nın sanatçının bulunduğu ortamda yaşayan büyüsel bir varlık olduğuna inanıyordu. onlara göre bu güç istediğinde ortaya çıkıyor, sanatçıya ilham veriyor ve esserin biçimlenmesinde temel ve aktif bir rol oynuyordu. yani onlara göre de, sanatçı, bu ruhtan yoksun olduğunda, aslında bir tür işçiydi.

    bunun bazı iyi tarafları var. sanatçıyı koruyor. şöyle ki; eser bir olgunluğa erişmediğinde ya da beğenilmediğinde, dikkat çekmediğinde suç ilhamın kaynağı olan bu kutsal ruhlara atılıyordu, sanatçı sadece ondan gelen komutları uygulayan biriydi dolayısıyla yeteneksizlik ona atfedilemezdi. başarısız olan o değildi, bütün problem ilhamı tam olarak sağlayamayan deha'daydı yani kutsal ruhta.

    dolayısıyla bu dönem, sanatçılarda başarısız olma korkusunun olmadığı bir dönem. etkin ve aktif yapısını bence biraz da buna borçlu. çünkü eleştirilmiyor. ona "bu berbat eseri neden yaptın ki?" diyen birisi yok, eser ve sanatçı farklı düzlemlerde değerlendiriliyor. her ne kadar suç ya da başarı deha ya da demon denilen kutsal ruha mal edilse de, gözle görülür bir varlık söz konusu olmadığı için eleştiri direkt olarak eserin kendisine yapılıyor.

    peki bu anlayış nasıl son buluyor? çok kısa ifade etmek gerekirse; akılcı hümanizm ortaya çıkıyor ve diyor ki: kişi eseriyle birlikte var olmalı! hatta daha da ileri gidiyor, kişinin eseri, eserin de kişiyi var ettiği kanısını yayıyor. bu da sanatçıyı eserinin başarısı ve başarısızlığıyla baş başa bırakıyor.