• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
satantango - bela tarr
sekansı oldukça uzak bir planla başlar ve tarr seyirciyi konuya uzak tutarak yatay panların dışında genelde hareketsiz kalan kameranın çektiği alanı adeta bir tiyatro sahnesi olarak kullanır.

.

bu sahnenin oyuncuları insanlar değildir yalnızca.etrafta gezinen inekler,şehir meydanında koşuşan atlar,gecenin ortasında gözlerimizin içine bakan bir baykuş ve içki bardaklarının arasına ağ ören örümcekler de dahildir bu oyuna.
450 dakikalık film bir girizgah ve ardından gelen 12 bölüm halinde kurgulanmıştır.film yaklaşık iki gün içinde gelişen olayları anlatır. her bölümde filmdeki karakterlerin hikayesini ‘kendi ‘ başlangıç noktalarından seyrederiz ve öyküler doğrusal bir biçimde ilerlerken zamansal atlama olmaksızın birbiriyle ‘öteki’nin bakış açısından sürekli kesişir.


.

olaylar yavaş fakat gerilimi sürekli artarak ilerler.köydeki çiftçilerin merak ve korkuyla beklediği, köylülerin kendi aralarındaki konuşmalarından ötürü etrafında adeta büyülü bir hale yaratılmış irimias’ın destekçisiyle ortaya çıktığı sahnede bela tarr zaman hakkında söylemek istediğini kahramanı ve bozuk iki saat üzerinden söyler..her iki saat de zamanı yanlış göstermektedir,biri fazla yavaş.”diğeri ise zamanı göstermektense bizim umutsuz durumumuza işaret ediyor,bağlıyız ona rüzgarla yuvarlanan çerçöp nasıl yağmura bağlıysa…kendimizi savunamayız.”
bir sonraki bölümde yalın trajedi doruğa çıkar.yalnız ve dışlanmış bir çocuğun beslediği kedisine yaptığı eziyetleri uzun uzun seyrederiz.dünyanın acımasızlığını bir çocuğun acımasızlığından gösterip bizleri sadece koltuklarımızda oturmakta olduğumuza bir kez daha ikna eder yönetmen.


fare zehiri karıştırarak zorla içirdiği sütle öldürdüğü kediyi yanında soğukkanlılıkla taşımasıyla plato yapan gerilim kızın uğradığı hayal kırıklığı sonucu bir avuç fare zehiri içip ölüme yatmasıyla zirveye ulaşır ve oradan içimize akar.

kız çocuğunun dokunaklı ölümünün ardında fırtınadan sonraki sessizlik vardır adeta.kutsal bir ışıkla aydınlanmış odada çocuğun cesedinin başında bekleyen köy sakinlerinin görünümü dini bir tasvire benzemektedir.bu sahnede beklenen düğüm çözülür ve yeni düğümler atılır.filmin belki de en ilginç karakteri irimias yeniden dirilmiş bir isa gibi insanlara kurtuluşu müjdelemektedir.politik,dini ve felsefik göndermelerle dolu olan bu kısım bence filmin söylemi açısından en önemli yeridir..suçluluk duygusu,korku ve hayranlıkla karışık hislerle köylüler bir yıllık emeklerinin karşılığını bu kurtuluş umudu karşılığında verirler.

.

daha sonra olanlar gerçeğin acımasızlığını defalarca vurgulamak içindir aslında.dünyada ne kadar insan varsa o kadar hayal kırıklığı vardır denilmektedir sanki.bütün bu yüklü içeriğin yanında filmin görsel açıdan da tam bir haz kaynağı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim..siyah beyaz ve 35 mm kamerayla çekilmiş film farklı çekim açıları,zekice tasarlanmış planları ve hatırdan kolay çıkmayacak sahneleriyle bir başyapıt.


  1. macar halkının 1980 komünizm sonrası, yıkık, çamurlu ve kirlenmiş küçük taşra kasabasında karikatüre dönüşümünü ifşa eder bela tarr. evet, bu yedi saatlik ağır sinema şöleni için bulabildiğim en açıklayıcı ifade, karikatürdür.
    delilik, sefillik, yıkılmışlık, çöküş, bağların kopması, değerlere yabancılaşma, varoluşa yabancılaşma, açgözlük, nefret ve rezillik. tarr"ın anlatmak istediği bu sözcükler üzerinden inşaa edilmiş hayatlardır. özellikle on dakika boyunca devam eden plan sekans dans sahnesi deliliği ve yıkımı sergilemek için yerinde bir örnektir. o sahnenin kesilmemesi, insanların kendilerini kaybetmişcesine, korkularıyla savaşır gibi dans etmeleri deliliğe "övgü", bir vurgudur.
    ve bela tarr bunu o kadar sabır işi ustalıkla göz önüne sürer ki, bir yerden sonra kabullenmişlik duygusunun kaçınılmaz sonucu olan gülüşle yüz yüze kalırsınız. en trajik sahnede (trajiğin içine kök salan komiklik) katıla katıla gülebilmenin başka açıklaması yoktur zira.
    bela tarr bir söyleşisinde böyle diyordu: sinemada hikayeye önem vermiyorum. benim hikayelerim iyirmi dakikada anlatılabilir, ama ben onu yedi saat anlatarak görüntüyü ön plana çıkartıyorum.
    yani özünde iyirmi dakikaya anlatılabilir bir hikayedir satantango; ama hafızaya kazınması, empati için iyirmi dakika yetmeyebilir ki, bu da süreyi yedi saate taşıyor. vardır böyle filmler. hikayelerini ya iyirmi dakikada anlatırsınız, ya da yedi, sekiz saatde.
    ve bu yedi saat korkutucu gelmedi bana. bilmiyorum, zor film gibi gelebilir, ama en azından kendi adıma böyle bir sıkıntı çekmemiştim. yani bir oturuşta izlemedim, belki de o sebepledir, ama özünde zor anlatıma sahip değildir. yağmur var, çamur var, kirlenmişlik, sessizlik ve taşra var, daha ne olsun?

    bir de çok bilinen kedi sekansı vardır. çocuk kediyi örümcek ağına benzer torbaya yerleştirir ve kedi torbanın içinde çaresizce kurtulmaya çalışır. bak o sahne macar halkının kibiridir; kedi kibiri temsil eder ve kendi kibirimizle çaresiz savaşın içinde olduğumuzu sadece macar halkı yönünden değil, dünyevi boyutdan yüzümüze vurur bela tarr.

    uzun lafın kısası, bir torino lo kadar sevmesem de, toplumsal çöküntü bazında çekilmiş en sert ve doğal filmlerden biridir satantango.

    romanı okumadım maalesef; okuduktan sonra bir bağlantı kurmaya çalışacağım.