1. "Bu eksik sana değil, bana ait. Bende inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum."

    Bazen sevmekten korkarız. Sevilmediğimizi ya da sevilmeyeceğimizi düşünürüz. Korkunca da sevilmeyiz. Sevemeyiz. Geç olmadan korkmadan sevmek gerekli demek ki. Ve bunu geç olmadan söylemek.

    Bilmiyorum duymuş muydunuz yukarıdaki alıntıyı. Sanırım kafama takır takır kazınan, kulaklarımdan hiç çıkmayan o ses, zihnimin derinliklerine işlemiş o güzel yüzün bendeki en büyük varlığı bu söz, altını çizdiğı kırmızı keçeli kalemin tonu bile zihnimde öylesine çok yer işgal ediyor ki... İşte bu aklı başında sevmenin ötesine geçiyor.

    Sevmek... aklı başında biri gibi mı? Yoksa deli gibi mi? Ben sadece olduğu gibi güçlü sevmekten yanayım. Bunu kontrol edebilmek, ya da edememek sevginin doğru ya da yanlış olarak sınıflandırılması gibi bir şey. Yapamam ki başka türlüsünü. Olduğu gibi, içten ve kocamandan ötesine müdahil olamam ki.

    Seviyorumdan ötesi, "nasıl"ı "niçin"i cevaplanamaz, bilinemez. Bilinse de anlatılamaz. (Agnostikçiyim tabi)
    Sadece yaşanır ve hissedilir, hissettirildiği gibi.

    Ha ama bir şeyden de oldukça eminim. Köpek gibi sevilmez.

    Bakın yani şöyle