• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.75)
seyrek yağmur - barış bıçakçı
bir pazar sabahı rıfat günlerin aynı kaba damlamadığını fark etti. “günler damlıyor ama aynı kaba değil,” dedi. gökyüzüne baktı: boştu. hiç bulut yoktu, aslında hiçbir şey yoktu. çağımızın çıplak güneşi her şeyi yok etmişti, enginliği, bulutları ve kuşları… maviyi bile yok etmişti, sonra da sırasıyla diğer renkleri, bazı sesleri, kelimeleri ve anlamları. insan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi.


rıfat, zamanımızın bir kahramanı gibi, bir niteliksiz adam gibi, bir aylak adam, bir lüzumsuz adam gibi, bir “r.” gibi, geziyor hayatın içinde. hayat, arada rıfat’ın dükkânına da uğruyor. rıfat, filmleri, kitapları, hayalleri, fikirleri, dertleri, mes’eleleri de geziyor. ortaya sorulmuş soruları üzerine alınıyor, bazı. neyin peşinde bu adam?

rıfat, bir hikâyenin içinde midir, anlamaya çalışıyor, insanın bir hikâyenin içinde olduğunu anlamasının yolunu arıyor… seyrek yağmura şemsiye açılır mı


  1. Barış Bıçakçı'nın beklenen yeni romanı. 8 ocak cuma günü satışa sunulacak. barış bıçakçı cümlelerini daha bir özlediğim şu son zamanlarda ilaç gibi gelecek.
    yeni iphone modeli satışa çıkacak günün gecesinde mağaza önünde yatanları böylece anlayabiliyorum. hayat sürprizlerle dolu.

    "Hiçbir şey eksik değil. Kapının açıldığını kendi dünyasına
    dalmış Rıfat’a bildiren bir çıngırak ve tabii kitapların
    üzerine tünemiş uyuyan bol tüylü bir kedi var. Bu ikisi
    olunca, üçüncüsü de kendiliğinden oluyor: Rıfat’ın küçük
    kitapçısına çocukları için test kitabı ya da ders kitabı sormak
    için gelenler. Rıfat onları geri çevirirken, dünyanın vasatlık
    üreten düzeneklerine karşı tek başına savaşan bir şövalye gibi
    hissediyor kendisini. “Sanço!” diye sesleniyor kedisine.
    Kedi oralı olmuyor, kedinin adı Hakkı"

    iletişim bir güzellik yapmış bize. roman çıkmadan önce bir bölümünü burdan okuyabiliyoruz: seyrek yağmur - barış bıçakçı
  2. barış bıçakçı'nın önceki romanlarındaki dildeki rahatlık ve doğallığı barındırmayan, veciz sözler romanında alaya aldığı sloganlaştırılmaya çalışılan ağdalı, yapay, melodram tamlamalar ve cümleleri bolca barındırdığı için çoğu eleştirmen tarafından yerden yere vurulan, yazarın gün itibariyle son romanıdır.
  3. raflarda kitabını her gördüğümde kedi kendime hiç bir olay anlatmıyor diye eleştirdiğim ancak her seferinde elimde alıp akıcı anlatımında mutlulukla kaybolduğum barış bıçakçının yeni kitabı. bu eleştiriyi çok alıyor olmalı ki bu kitap dahil olmak üzere, birkaç kitabında bu konuya değinip kendince cevaplar veriyor barış bıçakçı.

    daha önceki kitaplarında da zaman zaman, ufak tefek yaptığı alıntıları bu sefer çekinmeden, okura göstere göstere yapıyor ancak anlatımdaki mütevazilik bu çok bilmişliği rahatsız hale getirmekten alıkoyuyor. bu kadar ince bir kitapta, bu kadar fazla sayfa işaretleyeceğimi hiç tahmin etmezdim.

    özellikle zamanın kısa tarihinden hemen sonra okuduğum için; rıfatın yeğeniyle tanrı ve bilim üzerine yaptığı konuşma ve tartışmayı özetleyen cümlesinden çok etkilendim. bunun dışında kült yönetmenlerden ikinci yenici şairlere, distopyalardan merak uyandıran mitolojik hikayelere değin neredeyse vakit ayırmaya, öğrenilmeye dair her şeye değiniyor yazar. bu konularla çok oyalanmıyor, biraz merak uyandırıyor veya ancak bilenin anlayacağı şakalar yapıyor okura ve yine büyük gerçekleri basit ve güzel sözcüklerle özetliyor.

    gerektiği kadar kısa ve yoğun.
    gaz
  4. barış bıçakçı' nın ilk kitabını okumuş ve sevmemiştim, bu son kitabını da sevmedim. bana göre bir arpa boyu yol alamamış kendisi. aynı yazıda hem kitabı hem de kendi derdimi anlatmak zor olsa da deneyeceğiz işte. önce şekil;
    kitap 100 sayfa. birazcık tasarrufla 50 sayfaya sığacak işi 100 sayfa olarak piyasaya sürüp de insanlara vayy günde 100 sayfa okuyorum dedirttiğiniz için sizi kınıyorum sayın editör. gelelim içeriğe;
    bir kere kitabın arkasına bir bakalım ne yazmışlar? ''rıfat, zamanımızın bir kahramanı gibi, bir niteliksiz adam gibi, bir aylak adam, bir lüzumsuz adam gibi, bir ''r.'' gibi...'' bla bla bla. e aylak adam' ı okuruz o halde seni neden okuyalım? ilk kitabı için de sait faik öyküleri gibi deniyordu. o zaman da sait faik' i okuyalım, peki sen niye yazıyorsun onu söyle. bize bilmediğimiz neyi sunuyorsun, nasıl bir bakış açısı getiriyorsun, beni nasıl bir dünyanın içine çekiyorsun? var mı doyurucu cevapların? bence yok işte. şimdi kitabımız, rıfat isimli bir kitapçının yaşamından kesitler sunuyor bize. kısa kısa bölümlere ayrılmış kitap. bu sayede çok kolay okunuyor. her bölümün sonu bir aforizma ile bitirilmiş neredeyse. bu yönüyle zaten günümüz tüketim trendine çok uygun bir kitap kendisi. ne diyordu hasan ali toptaş isimli kalemine kurban olunası sanatçı? ''aynı zamanda bu hız edebiyatta aforizmasal bir söylemi de getiriyor kendiliğinden, ki bu, edebiyat çağımızın hastalığıdır bana göre. halbuki edebiyat zamanın hızına müdahaledir.'' işte bu kitap hasan ali toptaş' ın tespitine kaynak teşkil eden işlerin güzel bir örneği niteliğinde. kitap güzel açılıyor aslında. günler damlıyor isimli başlangıç bölümüyle kurgusuyla ilgili enfes bir girizgahla karşılıyor okurunu kitabımız. sonrasında bir abimle sahafta okuyarak hayran kaldığımız bir pasajla da ikinci bölüm başlıyor. devamında ise bana göre ciddi acemilik barındırıyor içerisinde. bir kere bölümler arasında ciddi bir denge sorunu var, kitap çok dengesiz ilerliyor. bir bölümü enfes bulurken, bir sonrakinde kitabı duvara fırlatma isteği duydum okurken mesela. hayranlık duyma ile sinir olma hali baş başa gitse yine bir nebze, ama aksine; an geldi hayranlık açtı arayı ve ben güzel bir kitap diye tanımladım bu kitabı, an geldi sinir olma hali farkı dört beş boya kadar çıkartıp sürpriz kovalayan kumarbazların hayallerini piç etti. yahu dikdörtgen isimli bir bölüm var kitapta, çerçeveletip as duvara ama bir sayfa arkasındaki bölümde geçen cümleye bakalım; ''okuyucularını duygulandırmak dışında edebi bir amacı olmayan ve ikide bir veciz sözler yumurtlayan günümüz müelliflerini sürekli uyarması gerek'' e kendini tarif etmişsin sen be abi. hem nedir bu ergen gibi kitabın ortasında laf sokma çabası. işte tam da bu! bu yüzden sevmiyorum ben bu murat menteş' i, emrah serbes' i, barış bıçakçı' yı. ergen gibi davranıyorlar ve ergence kitap yazıyorlar. olgunluk yok işlerinde. bunun adına da samimiyet deniyor ne yazık ki. samimiyetsizliğin en popüler hali oldu artık bu samimiyet meselesi günümüzde. murat menteş' te de aynısı var mesela. bakın ben sanattan anlarım, kitaptan anlarım, enfes kitaplar okurum, dinle ilgili söyleyeceklerim var, siyasete de dokunurum, aşkla ilgili konuşmuş muyduk... ya biraz sakin olun abiler! anlatacak ne çok şeyiniz var sizin. bir ergen böyle davranır işte. sürekli kendini ifade etmek için çırpınır durur, dikkat çekmeye çalışır. işte sizin kitaplarınızda bunu görüyorum ben. gereksiz bir karmaşa, temelsiz söylemler, çok düşünmeden atılan sloganlar falan filan... iki konu var, ilki; ya ben bu kitaplarda başka kitaplara, filmlere, yazarlara yapılan göndermeleri görmekten çok sıkılıyorum. nadiren yapılanı ve yapılırken de kör göze parmak misali bir tavır takınılmayanı çok güzel oluyor ama abartınca sıkıcılaşıyor ki bu kitapta çok abartılmış. ikinci mevzu ise şu; ben ygs' ye girdim. fena da yapmadım hani, arkadaşlar baya iyisin diyorlar. işte o ygs' deki bir türkçe paragraf sorusunda adını unuttuğum bir yazarımızın sözüne yer verilmişti; ''okumak, neden piyano çalmaktan daha az uğraş gerektiren bir iş olsun ki'' diyordu. okumak zor bir iştir, emek, çaba gerektirir. caz dinlemek zor iştir. kulağına hoş gelir tamam da müzikten anlayan, enstrüman çalabilen adam için caz daha anlamlıdır, sana kıyasla. serdar ortaç herkes tarafından dinlenen şarkılar yapar, dinlenir tüketilir, bir sonraki yaza yenisini yapar. en rockçısı bile alkol sınırını aşınca güzel bir hatunun da kalçasına sürtünecekse mesela serdar popçuydu falan düşünmez kopar ortamda. işte bu kitaplar böyle kitaplar. kim okusa sever, anlar, yorumlar. her sineğe bal var bu kitapta. ama bana asıl enteresan gelen orhan pamuk gibi bir adamın kötü yazar olduğunu iddia edip de barış bıçakçı' yı son yılların en iyi türk yazarı ilan edebilen kişilerin kendini iyi okur sayması aslında, bu öz güvene sahip olmaları. tüm bu yazdıklarımdan sonra barış bıçakçı sence iyi yazar mı derseniz evet derim, hatta murat menteş, emrah serbes gibi adamlara kıyasla çok çok iyi bir yazar. şu kadar eleştiri yazdım yine de bu kitapta aynalar isimli bölümdeki her cümleyi hayranlıkla tekrar tekrar okudum mesela. barış bıçakçı iyi yazı yazıyor ama iyi edebiyat yapamıyor. dengeyi bulduğu, ergenlikten vazgeçtiği gün çok iyi edebiyat yapabilir gibi geliyor ama bana.

    !---- spoiler ----!

    ''zor, kötü ya da sevgisiz geçen çocukluk günlerinizde vücudunuza batan dikenleri, kıymıkları öpe okşaya çıkaracak bir kadın düşünüyorsunuz, sevgiden anladığınız bu!'' (sf: 42 - iletişim yay - 3. baskı)

    bir masaya oturduğumuzda, tek başımıza ya da kalabalık, aydınlık ya da karanlık, bir masaya oturduğumuzda, yaşamaya da otururuz, (sf: 100 - iletişim yay. - 3. baskı)

    !---- spoiler ----!
  5. benim için hayal kırıklığı oldu açıkçası. kötü yorumlar da okudum hakkında ancak bu kadarını beklemiyordum. kitaptan çok, daha çok yolu olan bir kitap taslağı gibi... her şey o kadar dağınık ve o kadar paramparça ki...

    rıfat'tan bahsediliyor hep, rıfat'ın düşüncelerinden, felsefesinden, bunu biliyoruz ancak rıfat'ı tanıdığımız pek söylenemez. bu nokta eksikti bence en önemlisi.
    çünkü barış bıçakçı kitaplarında hep birkaç cümlede karakteri çok iyi bilir, tanırdık biz; rıfat bize çok yabancı kaldı. konuşma balonlarını okuduğumuz biri yalnızca.

    çok farklı şeyler denemeye çalışmış bu kitabında, bilmem; tekniğidir şusudur busudur belki çok çok başarılıdır. belki eleştirmenler yere göre sığdıramazlar ama ben ortalama bir okuyucu olarak diğer barış bıçakçı kitaplarının aksine soğuk, uzak ve yabancı buldum. o samimi havası yoktu ki bence bu kadar insanın barış bıçakçı sevmesindeki en büyük etken de bu samimiyetti..
  6. bir solukta bitiriverdim "bütün bir ömrü seyrek bir yağmurun peşinde geçen" rıfat'ın hazin öykülerini. güzeldi evet ama yine de, bizim büyük çaresizliğimiz gibi bir şaheseri okuduktan sonra daha fazlası ya da aynı güzellikte olanı olmasa da ona yakın bir şeyler beklemeden edemiyorum barış bıçakçı'dan.
  7. rıfat barış'ın kendisi midir yoksa kitabın kahramanı mı? yazar kitabı yazma sürecinde kahramanları ile kendisi (iç sesi) arasındaki mesafeyi nasıl korur? ülke gündemine ilişkin boğaza düğümlenenler yeri gelmemişse de yazılmaya, içeriğe yedirilmeye çalışılmalı mıdır?

    tüm bu sorular sorulmazsa ya da cevapları üzerinde netleşilmeden yol çıkılırsa neler olur bu kitapta görüyoruz. barış bıçakçı, ki bence son dönemde edebiyatımızın en kıymetli kazanımlarındandır, herkes herkesle dostmuş gibi'de yakaladığı, karakterden ziyade anlatım gücüyle vuran tarzı ile çıtayı koyduğu yerden aldı, kendi elleriyle indirdi. arada olur öyle şeyler, yine de kıymetlimizdir. bu kitaba yıllar sonra dönüp baktığımda ülkedeki kaos ortamının edebiyattaki yansımaları diye düşüneceğimden eminim.
    mesut