1. milletvekilliğini bırakıp oyuncu olmasını istediğim sempatik bir abimiz.
  2. donanımlı, açık sözlü, kendini dinlettiren bir milletvekilidir ama fazla marjinaldir...
  3. gercek bir turkmendir. hakkimizda devlet etmis fermani, ferman padisahin gardas, daglari bizimdir, diyen dadaloglu gibi nice yigit yorugun kemiklerini sizlatan pek cok turkmen'den daha turkmendir. ama yine de sevmem kendisini, cunku isminin bas harfi "s" dir.
  4. son zamanlarda bizzat devlet ve pkk tarafından değersizleştirilen kişidir. tam bir arada kalmışlığı yaşamaktadır bana göre. barış diye diye helak olmuştur ayrıca. hakkında yapılan eleştirilerin bazılarına katılıyor olsam da samimiyetine güveniyorum/ güvenmek istiyorum hala.
    zepur
  5. 17.12.2017 tarihli meclis konuşması;

    "sabah burada üzücü bir olay haber aldık, eski başbakanın oğlu hayatını kaybetmişti. hep beraber üzüntülerimizi bildirmedik mi? hdp de, hdp grup başkan vekilimiz filiz kerestecioğlu diğer partiler gibi üzüntüsünü beyan etmedi mi? etti. en azından, sabah burada olan herkes ve tutanaklar tanık. gazetelere bakıyorum, en azından iki gazeteyi isim vererek söyleyeyim: sabah ve hürriyet, ana akım sayılacak iki gazetede diyor ki: “adalet ve kalkınma partisi, cumhuriyet halk partisi ve milliyetçi hareket partisi temsilcileri mecliste üzüntülerini beyan ettiler.” şimdi, bir gazete olsa dersin ki direktörü ya da anadolu ajansı mahreçli dersin, tek kaynaktan almışlar, olduğu gibi kullanmışlar. her birinin muhabiri ayrı fakat haberde hdp yok. niye böyle? çünkü verilen kati bir talimat var: “hdp’yi görünür kılmayacaksınız.” bu ülkede sansür var, bu sansür başka bir şeyin de habercisi. neyin habercisi? hdp ve onun temsil ettiği değerler, en normal insani faaliyetlerinde bile kamusal alanın dışına itilmeye çalışılıyor. bu, khk ihraçlarında böyle; bu, toplantı, gösteri izinlerinde böyle; en sıradan bir faaliyette bile hdp kamusal alanın dışına atılmak isteniyor. biraz önce de bir başka versiyonunu seyrettik."

    bu ülkede sizin hükümetiniz ve sayın başbakan bir ilde bir havalimanına bir şahsiyetin, değerli bir şahsiyetin adını verdi; şerafettin elçi havalimanı. şırnak havalimanının adı şerafettin elçi havalimanı oldu. değişik zamanlarda şerafettin elçi’nin adının niye verilmesi gerektiğine gerekçe olarak “türkiye’de kürt vardır, ben de kürt’üm” dediği için yüce divanda yargılanıp haksız yere, nahak yere hapis cezası almasını ve cezaevinde yatmasını gösterdi. devran değişti, sular aktı. şimdi, toplumsal meseleler konjonktüre göre eğilip bükülecek meseleler değil. dün, kürt olduğunu, “kürt var” dediğini teyit ettiği için adını bir havalimanına layık gördüğünüz bir şahsiyeti ve onun kullandığı kavramı bugün buralarda menetmeye çalışıyorsunuz. yol mu? değil. faydası var mı? yok. hiçbir kitapta yeri var mı? asla. peygamberiniz bununla amel etmiş mi? etmemiş. neyi referans alarak ve ne umarak böyle yapıyorsunuz?

    önce dediler ki: “‘newroz’ diye bir şey yoktur.” kürt halkı bu anlayışı iyi tanıyor. “‘newroz’ türk bayramıdır” dediler. kürtlerin yaklaşımı da “orta doğu halklarının bayramıdır” şeklindeydi. sonra devir değişti ve ilk newroz kutlamasında cizre ve nusaybin’de 92 kişiyi hedef gözetmeden tarayarak öldürdüler, sadece kendi bayramını kutlamak isteyen insanları. ardından, dediler ki; olağanüstü hâl valisi vardı, hırsızlıkla suçlanmıştı -hani devletin gizli ödeneğini istanbul’a atanınca yanında getiren-. “terör” dediğin zaman hırsızlığın her türü mübahtı, 2 milyon markını yanında getirdiği açığa çıktı. “aman, terörle mücadele…” falan, her şeyin üzerine bir şal. o kutladı, diyarbakır’daki kamu müdürlerini bile toplayamadılar. devlet bir toplumsal bayrama, bir halkın bayramına müdahil olursa böyle oluyor. ateşten atlarken de pantolunu yaktı, o kürt gençleri gibi atlayamadılar. resmî tören bu kadar olur.

    sonra devlet tekâmül etti, dedi ki: “kutlayabilirsiniz ama “newroz”u ‘w ile değil ‘v ile yazacaksınız.” kürt’ün çilesi bir türlü bitmiyor. “newroz”u “w”la yazdığı için bu ülkede hapis cezası alan yüzlerce insan var. niye? alfabedeki bir harfi bir bölücü propaganda sayma zekâsı akıllara seza. içinizde değerli kürt vekilleri var, bunun, bu dönemin ayrıntılarını sorun, yakıcılığını sorun, size anlatsın. şimdi, ladino dilinde bir deyim var; “o tozlar bu çamurları getirdi."

    bakın, bir müşterek tavır içine girdiğimizde bile kamusal alanda görülmüyoruz ve bir başöğretmen edasıyla sürekli yerindelik denetimi yapacak bir meclis başkan vekiline de ihtiyacımız yok. ne dediğini bilen, ağzından çıkanın nereyi gittiğini bilecek kapasitede, kalibrede insanlarız. ve bu meclis’te “bu kürsüde ne söyleyemiyorsunuz ki silahlı mücadeleye gidiyor bu insanlar” diye başbakanınız, başbakan yardımcınız, bakanlarınız defalarca bu kürsüde söyledi. en etkilisi sayın arınç’ın konuşmasıydı: “bu kürsüye gelecekler, hoşumuza giden, gitmeyen ne varsa söyleyecekler. bu da bizim görevimizdir.” sayın kurtulmuş’un bu konuda ne düşündüğünü gerçekten merak ediyorum.

    “kürdistan”ı siz bir coğrafi deyim olarak ya da bir tanımlama olarak ya da bir kavram olarak beğenmiyor olabilirsiniz, sizin tüylerinizi diken diken ediyor olabilir. burada “benim yurdumun, halkımın adı söylenemiyor” duygusunu bir gence verirseniz, dünyanın bütün ohal bütçelerini, tankını, topunu, tüfeğini bir araya getirseniz o gencin önüne mani olamazsınız.

    siz zannediyor musunuz biz kalpsiz insanlarız, yitip giden canlara en az sizin kadar yanmıyoruz? bunların hepsinin giden müşterek geleceğimiz olduğu konusundaki basiretimiz sizden bir saç teli kadar beri zannediyor musunuz? bu nasıl bir akıldır, bu nasıl bir kavrayıştır? giden herkesle beraber; asker, polis, gerilla, suçlu, suçsuz… hepsi geleceğimizin ortak kaybıdır. en az sizin kadar biz de yanıyoruz. bizim sizden farkımız “yüz yıldır kullanılan yöntem bu meseleyi daha da derinleştirmiş. kardeşim, başka bir yol mümkün müdür” sorusunu sormamız. işte sizin hepinizden burada ayrılıyoruz. sadece bunu yapmıyoruz, bunun için bedel ödüyoruz. önceki gün bütçe konuşmam vardı ama aynı zamanda zorla getirmem de vardı. önceki günkü millî savunma bütçesinde barış sürecini anlatacaktım, barış paradigmasını anlatacaktım ama mahkemelerde sürünüyoruz. dinlenmiyoruz. hâkim diyor ki: “müşterimiz çok, işimiz çok, seni mi dinleyeceğiz?” ama içeri atarken, fezlekeler hazırlanırken hiç böyle demiyordunuz “işimiz çok falan, filan” diye.

    normalde, kültür bakanlığı üzerine konuşacaktım fakat yaşananlar bir akıl yitimi. bu yolda ısrar edebilirsiniz. şüphesiz, çoğunluğunuz var. kürsüde söylenen söze para cezası ne demek yahu? dava paraysa hepimiz bunun parasını öderiz, inandığımız şeyleri söylemekten bir dakika beri durmayız. şu gruba bakın, bu gruptaki her birinin bu uğurda ödediği bedeller canından, malından, yakınlarından, itibarından feragat etmekle temayüz etmiştir, bu üç kuruş paradan mı korkacağız?

    ama bunun aksi bir yol mümkün. bu bir çılgınlık, bunun nereye varacağı belli olmaz. orhan miroğlu buraya çıkıp “ben türkmen’im” mi diyecek? mehmet metiner buraya çıkıp “ben türkmen’im” mi diyecek? bu, buraya götürür. faşizm, söz söyletme mecburiyetidir. türkiye işçi partisi meclis’e ilk girdiğinde şöyle bir anlayış vardı: oturumu yöneten başkan vekili oturumu kesiyor “efendim, nazar-ı dikkatimi celbetti, kürsüdeki konuşmacılar komünizmi telin ederken türkiye işçi partisi sıralarından hiçbir alkış gelmiyor” diyor. bu meclis böyle başkan vekilleri de gördü, böyle mi anılmak istiyorsunuz?
  6. sırrı süreyya, kürdistan referandumu sonrası üzerine verdiği bir demeçte, "yenilen kürt sağıdır" gibi bir ifade kullanmıştı. selim temo, bu sağ-sol kavramlarıyla ilgili, önder'in cümlesi üzerinden bir eleştiri yazısı yazdı -ayrıca- (bkz: #228721) . sırrı süreyya, buna aynı yerden bir karşı yazıyla cevap verdi.

    ulusların kendi kaderini tayin hakkından, kürt partileri ve güney-kuzey siyasal düzleminin yapısına kadar, sosyalist tarih ve çözümlemelerle dolu bu yazının değeri, elbette temo'nun belirlemeleri kadar önemli ve günceldir.

    yazıyı (sonra) vereceğim bazı bilgiler ışığında, inceleyeceğimiz için kısaca buraya ekliyorum.



    "Selim Temo, çağımızın ve bu toprakların yüz akı, güzel insanlarındandır.

    Şairliği, edebiyatçılığı ve toplam emeği tartışma götürmeyecek bir değerdedir.

    Benim Kürdistan referandumu için yaptığım “yenilen Kürt sağıdır” değerlendirmeme itirazları ve kendi tespitleri var. Linki şurada.

    Temo’nun bu değerlendirmesini verimli bir tartışmaya kapı aralayacağı umuduyla değerlendirmekte fayda var.

    Temo, öykülerinde ve yazılarında toplumsal seyri her zaman şaşmaz bir doğrulukla okuyabilirken, mevzu bahis toplumsallığın içinden şekillendiği tarihselliğe ve “teori”ye gelince bir aksama yaşamış, zorlama metaforlar ve kavramsal lakırdılarla konuyu muğlaklaştırmıştır.

    Özetlemeye çalışırsak tespit ve eleştirileri şöyle:

    “Önder’in sağ dediği PDK pek de sağ değil. Bir kitle partisi. Hem Güney de öyle buradan bakılıp görülen bir yer değil. İdris Küçükömer’in sağ-sol formülasyonunun Kürdistan ayağından da söz edilebilir. Mesela burada Menderes’in DP’si CHP içinden çıktı, ama Güney’de sosyal demokrat ve sosyalist partiler PDK’nin içinden çıktı. Burada solun içinden sağ, orada kitle partisi içinden sol çıktı. Yani ne sağı yaw? Şu kadarını söyleyeyim; laik İzmir düğünleri bazı PDK’li düğünlerinin yanında türbanlı dolu Bayburt Grand Manolya Düğün Salonu düğünleri gibi kalır.”

    Önce benim “buradan bakıp göremeyeceğim” vurgusuna değinmeliyim.

    Yaklaşık 4 yıl, Güney Kürdistan’a toplamda 80 ziyaret gerçekleştirdim. Bilinen bilinmeyen bütün siyasi yapılarla ve aktörlerle yoğun ve kapsamlı gündemleri tartıştım. Sayın Barzani ile sadece güncel siyasi durumu değil, tarihi, bölgesel ve uluslararası konjonktürü de içeren toplantılar yaptım. Mübalağasız, binlerce sayfa özgün kaynağı taradım. Ayrıca Güney Kürdistan’da ayak basmadığım kara parçası yoktur denecek kadar arşınladım da… Yani sanırım en az Heval Temo kadar “bakıp görme” ehliyetine sahibim.

    Temo düğün salonu metaforunda, sağcılıkla İslami -ve/veya modernlik öncesi- yaşam biçimini özdeşleştiriyor. Sağcılık bu kapsamı bir hayli aşan bir ideoloji ve pratiktir. Bunu atlasak bile tespit sıkıntılı. Çünkü, Irak’ta mevcut yapılar baz alınarak bakıldığında, otonomi de devam etse Kürdistan Bağımsız Cumhuriyeti de kurulsa, küresel kapitalizme en iyi entegre olacak klik Sayın Barzani’nin kliği ve onun partisidir; ‘kitle’ niteliği taşımaz. Nasıl cumhuriyetin ilk döneminde Atatürk’ün CHP’si bir ‘kitle’ partisi niteliği taşımazsa ve esasen ‘korporatist’ ise, bence Barzani’nin devlet yönetimi ve Erbil merkezli kurduğu sistem (komisyonlar, her şirkette yüzde on paylar vb.) en yakın ‘korporatizm’le izah edilebilir. Daha ileri tanımı da ‘crony capitalism’ dedikleri’, ‘ahbap-çavuş kapitalizmi’dir. Bu bakımdan Kürdistan Yönetimi ve KDP pratiği, aslında Türkiye’de fiilen kurulan/kurulmakta olan ‘şey’in de daha küçük ölçekli bir izdüşümüdür (sermaye sınıfı ile siyasal elitler her şeyi aralarında paslaşarak yol alırlar, etrafa su kaçırtmazlar).

    KDP’NİN 75 YILLIK TARİHİNDEKİ İKİ EKSEN

    KDP ve YNK her ne kadar bugün iki ayrı siyasi ve askeri güç olsa da aslında birbirinin içinden çıkmış bir bütün gibi. Parti programlarını karşılaştırdığımızda bunu daha açık bir şekilde görmek mümkün. Üstelik bu, birçok iç savaş deneyimine ve Abbas Vali’nin ifadesiyle “petro-hanedan” inşa teşebbüslerine rağmen böyle. Aralarındaki siyasi, coğrafi ve iktisadi hegemonya paylaşımı, her iki partinin ideolojik karakterinin farklılığından değil, sosyolojik, bölgesel ve uluslararası ilişki ağlarına eklemlenme çabalarıyla ilgili. Bu durum Güney’de sağ-sol kavramları etrafında yapılagelmiş tartışmaları hep belirlemiş, sınırlamıştır. Güney’in mümtaz Markist-Leninist liderlerinden Gorran Hareketi Lideri Newşîrwan Mistefa’nın YNK ile KDP arasındaki tartışmaları konu ettiği ve Güney’in nazarından sağ-sol tartışmaları ile ilgili yaptığı değerlendirmeler ve yazdığı kitaplar, meseleyi anlamak ve açmak için önemlidir. [Kêşey Partî û Yekêtî, 1995] Gorran Hareketi’nin ayrı bir hareket olarak örgütlenmesi ve taban bulması, Güney’in yeni siyasal ve toplumsal tahayyüllere ilham kaynağı olması ise ayrıca önemlidir. Bu tarihi çıkışa rağmen, söz konusu dinamiklerin yeterince gelişmemesinde, Güney Kürdistan siyasi coğrafyasını temelden etkileyen yukarıda saydığım faktörlerin belirleyici etkisi olduğunu düşünüyorum.

    ‘Kürt sağı’ tartışmasında, Kürt toplumunun farklı kültürel, dilsel, coğrafi ve çoklu iç-dış faktörlerden azade bir şekilde ve bir noktaya sabitleme kolaycılığına düşmeden, KDP’yi 75 yıllık bir tarihsel aralıkta, Irak’ta ve bölgedeki gelişmelerde ve İngiliz-ABD ile Sovyet ekseninde değerlendirmek sağlıklı bir yol olacaktır. KDP’nin Irak’ta ilk kurulduğu yıllar (45-46) bu bloklaşma ve dengeler içinde KDP’yi Sovyet yörüngesine sokmuştu. Bu ideolojik bir angajman değildi; lakin gelişmeler bu ‘yörünge’liği de mümkün kılmadı. Bununla ilgili KDP yöneticilerinin Sovyet liderlere yazdığı mektuplar var, Celîlê Celîl Rus arşivlerinden çıkarıp bastı. İlk KDP kadrolarının Sovyetlerle ilişkileri Irak Hükümeti ile Sovyet yakınlaşması ve limanları kullanma karşılığında yaptığı askeri anlaşmalar dolayısıyla sekteye uğradı. KDP-Sovyet ilişkilerinin, yönü ve yörüngesi de böyle değişti. Akabinde KDP’yi önce ABD-Batı hattına ve 80’den sonra da Türkiye’ye yakınlaştırdı ve bu durum günümüze kadar da süreklilik kazandı.

    Örgütlenme biçimine de sirayet eden bu durum, partinin kuruluş beyannamelerine de yansımıştır. Sovyet merkezli KDP örgütlenmesi üstelik ilhamını Rojhilat’tan alıyordu ve Rojhilat’taki Sovyetik karakterli mevcut örgütlerle kurulan bu etkileşim alanı da Mehabad’da Kürdistan Cumhuriyeti deneyiminin süreklilik arz etmemesi dolayısıyla kesildi.

    KDP-Irak’ın ilk dönemleri “İngiliz emperyalizmine ölüm, Irak’a demokrasi, Kürdistan’a otonomi” şeklinde siyasal ve stratejik bir program ve tahayyüle dayanıyordu. Politbüro ve sekreterlik şeklindeki örgütlenme biçimi ve Temo’nun da aslında içinden konuştuğu bu durum KDP’nin Sovyetik karakteri ile ilgili iddiaların/değerlendirmelerin de çıkış kaynağı. Ama KDP ondan sonra hiç de öyle bir parti ve yönetim olarak kalmadı, gittikçe sağın kavram seti içinden daha anlaşılır bir hareket oldu, şimdi de öyle. KDP’nin siyasi serencamı, oluşumu, gelişimi ve halihazırdaki örneğiyle daha geniş bir tartışmanın konusu olsa da bunu belirtmekte fayda var.

    ..."

    yazının tamamı için