1. Okuduğumda, sorulma nedeninin, her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi bir varlığın kendini yok etmesi kudreti dahilinde değilse, o halde her şeye gücü yetmesi durumunun gerçek olmadığı vurgusunu içinde barındırdığını gördüğüm sorudur.

    Bazı sorular vardır insanın iç huzursuzluğundan gelir. Aslında sorulmadan önce cevapsız kalacağından çok emin olmanın verdiği his, sorunun kökündeki anlamı çürütmüştür çoktan.
    Bu soru da böyle.

    Yıllardır, bu soruyu soran kimseyi tatmin edebilecek bir cevap duymadım. Ya da bana ulaşmadı... ya da ben ulaşamadım.

    Bu soruya alternatif bir soru daha var.
    Tanrı kendinden daha büyük bir taş yaratabilir mi?
    Daha açıklayıcı olmak ve anlaşılır kılmak (veya daha üst aşamaya taşımak) adına: "Tanrı, kendinden daha kudretli bir varlık yaratabilir mi?" sorusu da sorulabiliyor… Aman Allah' ım!

    *

    Bu fikri tartışmadan önce, bazı şeylere bakış açımın nasıl olduğundan bahsetmek gerek diye düşündüm ve ara başlıklar halinde konuya dahil ettim.

    *

    Algı...

    Sanırım algı varlığımızın tek gerçeği.
    Perpektifle ilgili bazı nüanslar vardır. Uzayıp giden demiryolları uzak bir noktada birleşiyor gibi görünür. Ya da aslında zeminden yukarı baktığınızda binalar (dikdörtgen yapılar) üçgen bir forma dönüşür. Göğe uzanan kenarları sanki açı yapıyor ve birbirlerine yaklaşıyor gibi... Buna ben algı diyorum. Çünkü, binaların bu kısımlarının değişmediğini veya tren raylarının birleşmediğini biliyorum!

    Mimari çekim için tasarlanmış objektifler vardır. Yerden bir noktadan 15-20 katlı bir binayı, kısa bir mesafeden düşey kenarlarının dikliğini koruyarak fotoğraflayabileceğiniz objektiflerdir bunlar. örnek

    Algıyı değiştiren bir sistemdir bu objektifler. Daha doğrusu aslında değişmemiş olan algınıza bir sunum hazırlayan ve görünenin boyutlarını düzgün gösteren bir sistemdir.
    Bu sistemi yapan insandır. Bir bakıma, kendinden (daha doğrusu görme yetisinden) daha üstün bir şey yapmıştır. Küçük ve tek bir özelliğe bağlı bir üstünlüktür bu.
    İnsan görmek istediği şekli kendisinin aşamadığı algısıyla görmeyi başaramadığı durumu görmek için yapmıştır bu sistemi(üstünlüğü)

    Perpektif çizimler yaparız. Bilmeyene, ilk bakana garip gelen çizimler çıkar ortaya. Bu çizimlerde öyle kesişimler vardır ki, aslında 90 derece olduğunu bilirsiniz ama çizimde bunlar dar veya geniş açıya dönüşmüştür artık.
    Ama düşeyler her zaman diktir. Bu mimari objektifler için de geçerlidir. Düşeyleri çözersiniz ama yataylar sizi şaşırtır. Çünkü bu sistem ne yaparsa yapsın gücünü, istemediğiniz algınızdan alır. Yani, tren raylarının sonsuzda birleşiyormuş izleniminin varlığı perpektif esaslarını belirler. Çünkü, düşeyleri düzgün görmek isteyen insan yaptığı bu sistemle veya perpektif esaslarıyla, çıplak gözle düzgün gördüğümüz yatayları bozar.
    İstemediğimiz şeyi, o istemediğimiz şey ile tölere etmeye çalışmak, sanırım evrenin kanunu.

    Algı kavramını daha metaryalist, daha bariz ve net anlatmak adına şu örneği de analiz etmek iyi olur. Günlük hayatımızın bir parçası aslında.

    bluetooth yardımı ile çevredeki telefonları görüp, veri aktarımı için bağlanırsınız.
    Bu özellikle ilgili olarak apple ürünlerinde, özellikte iphone cihazında bir istisna var.
    Ben iphone' u veya apple' ın ürünlerinin kendinden başka bir marka cihaz ile bluetooth teknolojisi ile bağlanmadığını biliyorum. (artık bağlanıyor mu bilmiyorum. halen bağlanmadığını düşünerek devam ediyorum.)

    Cihazınız karşıdaki telefonu görür (algılar) ve onu fark ettiğini size bildirir. (Siz de) seçeneklerin(iz)e göre karşı telefonla iletişime geçer(siniz).
    Basitçe ifade etmek gerekirse, cihazınız, kendisine benzeyeni bulmasını sağlayan özellikleri ile (diğer cihazı) bulan bir varlık. Bu arama ve bulma özelliği bluetooth diye isimlendirilmekte.
    bluetooth, iletişim sistemi olmasının yanında algılamasını da sağlayan bir özellik. cihazın bu özelliği konusunda insandan farkı, özgür iradesinin olmayışı. Algısı, etrafta başka marka/model cihazlar olsa da onları görmesini engelliyor ve böylelikle iletişimin de önüne geçmeyi sağlıyor. Cihaz, bu algı sistemi ile diğer cihazın varlığından haberdar olmadığı için algılayamadığı cihazı yok sayacaktır.
    Halbuki, özgür bir iradeye sahip olsa, karşı cihaza bağlanıp bağlanmamaya dair kendi isteği olacak. Bazı cihazlara bağlanmaması ya da o cihazları görmemesi gerektiği onun benliğine kodlanmış olsa da riskleri göze alacak veya bilinmezliğin verdiği bir merakı hissedeceği için bazı cihazlar hata yapıp(ya da iyi yapıp) o cihaza bağlanacak. Ama böyle bir özelliği olmadığı için bu cihazı, yapamadığı ya da yaptığı hiçbir şey için sorumlu tutamazsınız. Çünkü kararı veren, sınırlarını değiştiren o değil.
    İphone' un bu özelliği algı sınırıdır. Aynı masa da yanyana duran bir başka cihazın varlığını, siz onun algılama sistemini değiştirmediğiniz sürece göremeyecektir. Bu durumu değiştiren cihazlar ya da yine iphone içinde "kapılar" diyebileceğimiz özel yazılımlar olacaktır. Bu yazılımlar, cihazın algısını ortadan mı kaldırıyor yoksa değiştiriyor mu? Bu tartışmaya açık bir soru. Çünkü, bir yazılım uzmanı, bunlara nazaran farklı bakabilir olaya. Ama olayı çok derin bir teknikle ele almamak da fayda var.
    Diğer taraftan, buletooth ile aynı masadaki cihazı görüp, yine bu algı sisteminin (bluetooth' un) izin verdiği cihazla bağlanma koşulları da söz konusu ise, cihaz her varlığını hissettiği cihazla iletişime geçemeyecektir.

    Velhasıl, bu örnek "bir şeyi fark edememek ya da algılayamamak onun olmadığı anlamına gelmez" sözünün asıl aktörünün algı olduğunu göstermektedir.

    Bu cihaza, masa da olduğu halde algılayamadığı diğer cihazın varlığını sorabildiğimizi düşünelim... cevabı; elbette ki, "yok bence" olacaktır. Diğer taraftan varlığını fark ettiği halde iletişime geçemeyen ise çok daha farklı hisler içinde farklı cevaplar verecektir.

    *

    Uzaylılar var mı?

    insana genetik olarak %99 oranında yakındır maymunlar.
    aramızdaki bu gözle görülür fark %1 lik kısmı oluşturuyor.
    … ve biz, bunu öngörmeden uzaylı arayışına çıktık.

    maymunlarla aramızdaki %1 lik farktan kaynaklı bu çeşitlilik, bizi dünyanın hakimi yapmasının yanında, sosyal yaşam kavramında da sayılmayacak üstünlükte ayrıcalıkları kendiliğinden vermektedir.

    bu ayrıcalıklar, bizi çok üstün yapsa da iletişim konusunda başarıyı sağlayamamıştır. yani, %1 fark onları anlamamızı engellemekte bir yerde. dünyalarımızı, mekansal olarak değiştirmese de, bilinçsel olarak ayırmakta.

    velhasıl; henüz bu zekayla evrenin çok ama çok küçük bir bölümünü görebiliyorken, buraya kadar gelip, bizi izledikleri söylenen uzaylılar yanında, en iyi ihtimalle maymundan, en kötü ihtimalle de karıncadan farkımız olmayacaktır.

    "karıncadan" diyorum dikkat... yani uzaylılar buraya gelirse bizimle ilgilenecekler sanıyoruz. siz karıncalara nasıl davranıyorsunuz? marsta, bakteri arıyoruz yaşam var mı diye. bakteri bulduğumuzda evet burada yaşam var diyeceğiz. bu düşünce, mars ile dünya arasını aşacak kadar gücü olan biz insanoğlunun bakış açısı... yıldızlararasından gelecek olan bir varlığın dünyada sizle ilgileneceğini, iletişim kuracağını düşünmek insanı da fikrini de ezer geçer.


    marsta bakteri bulursak onunla iletişim kurma niyetimiz mi var?


    diyeceğim o ki; maymunlarla aramızdaki %1 lik fark bu kadar ulaşılmaz bir çeşitliliğe sebep oluyorsa, evrenin ulaşamadığımız yerlerinden gelen varlıklarla aramızda nasıl bir fark olur acaba?