1. geçen gün telefonuma gelen bir mesaj.

    tarihsellik derken yanlış bir kavram kullanmış olabilirim. demek istediğimi bir örnekle açıklayayım:

    bebekler anne sütüyle beslenirler. bu tarih boyunca hep böyle olmuştur. tarihten günümüze kadar değişmeden gelmiştir.

    peki insan sağlığı açısından bu yöntemi doğru mu kabul etmeliyiz ?

    ya da daha sağlıklı bir yöntem araştırmalı mıyız ?

    ne kadar şüphe duymalıyız ?

    örnek tamamen sallamasyondur.
  2. insanların inandığı kadarıyla doğrudur. doğru döneme, zamana hatta bir kağıt parçasına göre değişen bir olgu. sonuçlarını da buna göre ortaya çıkarır.
  3. aslında bu töre, örf ve adet, gelenekler, atalar, dedeler, nesiller gibi kavramlarla çok ilgili bir soru.

    insanlar bu dünyada milyonlarca yıldır var ve bazı temel şeyler(annenin bebeği kendi sütüyle beslemesi) ayrı tartışılır belki ama ben özellikle birkaç bin yıl önceye gelmek istiyorum.

    özellikle devletlerin kurulduğu 10-12 bin yıllık bir süreç var. bu süreçte insanlar bir araya gelmişler, savaşmışlar, toprağa mülk gözüyle bakmışlar, işte klasik vardır avcılara karşı çiftçiler teorileri.. sonra devlet kurma yaygınlaştıktan sonra bazı şeyler oturmuş, bizimle kalmış.

    mesela bir "babadan, dededen böyle gördük" lafı vardır. topluluklar şehirlerde veya köylerde yaşarlar. o köy bir devletin hakimiyetine girebilir, başka devlet o toprakları işgal edip oralara hakim olabilir, veya o köy yeter artık deyip silahlanıp devletleşebilir(roma). ancak o kadar kargaşada değişmeyen bir şey varsa o da köy kültürü, yerel örf ve adetlerdir.

    mesela tarla sürme yöntemi, ekmek yapımı, savaşma yöntemleri, yönetim modelleri, o yörede yaşayan hekimin, şamanın, doktorun(artık her neyse) uyguladığı tedavi yöntemleri ve en önemlisi de "din". dini yaşayışlar. bunlar bir süre sonra bir nevi dogma oluyor. bozulamaz, değiştirilemez şeyler. belki başlığı açanın bahsettiği şey "bu uyguladığımız şey ya insana zarar veriyorsa" tarzı insan sağlığıyla ilgili bir soru olabilir. ancak ben burada aynı paralellikte ama biraz daha farklı bir şeyler üzerinde duruyorum.

    insanoğlu doğası gereği değişime kapalıdır. evrimsel açıdan da düşündüğümüzde bu mantıklıdır aslında. mesela bir köy düşünelim. bu köyü tabii bugünün bakış açısıyla, günümüz köyleri olarak görmeyelim. eski çağlarda, bağımsız, devletsiz bir köy. muhafızları var. bir yönetim modeli, veya daha doğrusu köydeki aktivitelerin(ürün ekme, toplama, biriktirme, saklama, paylaşma) yönetimini sağlayan bir sistem var. köyün suyu var, ekmeği var, güvenliği var. bir hekimi var, yaralılara müdahale ediyor. bir dini işleyişi var onu uyguluyorlar. kimsenin canı tehlikede değil. şimdi bu köy değişir mi? niye değişsin ki? bir düzenleri varsa, bunu babadan oğula, anneden kıza, dededen toruna aktarırlar. bu işleyiş, bu huzurlu durum devam etsin diye. kültürler de böyle oluşur zaten. değişim, "o topluluk huzura kavuşana kadar" devam eder, huzur, sükunet sağlandığında durur ve kültürel birikme başlar. bunun içine pek çok şeyi katabiliriz. eğer yazılı sistem bilinmiyorsa oral yöntemle kültür aktarılır. buraya dikkat. aktarılan şey onların gözünde "kültür" değil. onların gözünde aktarılan şey "ataların rahatça, huzurlu, güvenli yaşama sistemleri, yaşamları". bu aktarılır.

    ancak ticari yollar üzerindeki yerleşmelere baktığımızda bunun değiştiğini görürüz. burada öyle bir sistem oturmaz. fenikeliler gelir, yunanlılara yazıyı, alfabeyi öğretir gider. yunanlılar gelir, romalılara yazılı sistemi, edebiyatı, tiyatro oyununu öğretir gider. romalılar gelir, cermenlere, galyalılara "medeniyeti" öğretir gider. ticaret yolu üzerinde içe kapanıklık, törelere, örf ve adetlere uyma, torunlara aktarma az görülür. çünkü farklı kültürler kaynaşır. günün sonunda, daha birikimli olan kültür baskın gelir.

    günümüzde de aynı şeyi yaşamıyor muyuz? türkiye'de yaşayan toplumların bazı örf ve adetleri var. mesela çeyiz geleneğini düşünelim. veya kız alma, kız verme olayı. kına gecesi. ancak batı kültürleriyle etkileşime girdiğimizde, onların kültürleri baskın geliyor. artık kız, kına gecesi, kına yakmak, çeyiz gibi şeylerden utanıyor, veya nefret ediyor. çünkü batıda sade bir düğün var. peki hangisi doğru? tarihten gelen bizim yerel kültürümüz mü doğru, batının kültürü mü? düşünelim bunları.

    din de bir nevi öyle değil mi aslında? hz. muhammed'in yaşamını örnek almaya çalışıyor müslümanlar. çünkü onun ve ardından gelen dört halife devrinde islam devleti topraklarını genişletmiş, persleri ve bizanslıları yenmiş, islamiyeti kuzey afrika'ya yaymış, güney ispanya'ya ilerletmiş. tam bir altın çağ islam için. ancak bugün öyle değil. dolayısıyla bazı insanlar çıkıyor diyor ki "batı bizi mahvetti, çökertti. ne varsa müslüman atalarımızda var. ne varsa onların yaşayışında var." vahhabilik bu değil midir? peki hangisi doğrudur? bugün, modernize olmuş islam anlayışı mı, yoksa eski, basit yaşam mı? buna doğru cevabı verebilmek için kesin bir kıstas var mıdır? işte ışid, iran, türkiye'deki muhazakarlık, katar, suudi arabistan gibi devletler islam'ı farklı yönleriyle yaşıyor. hepsinin ortak noktası "hz. muhammed'in yaşayışı" ama günümüzde her biri bambaşka amaçlarla, motivasyonlarla hareket ediyor. alın size tarihsellik.

    din bu konuda büyük bir kavram. çünkü din ve kutsal kitaplar genel olarak yaşam tarzını anlatıyor, bu dünyayla öte dünyayı birbirine bağlıyor. öte dünya, ölüm korkusu, cehennemde yanma korkusu, cennette sevdikleriyle birlikte olma falan bunları bir kenara bırakalım. asıl bakmamız gereken nokta yaşam tarzı. evet, kutsal kitap ortaya koyuyor nasıl yaşayacaksın. ve köyler, şehirler, toplumlar buna uyup da, güvenli yaşadıktan sonra bunu benimsiyor. bugün islam'ın, hıristiyanlığın gerekliliğini tartışıyoruz ancak eskiyi unutuyoruz. eskiden bu dinler toplumları belirli bir düzlüğe çıkarmış, belirli bir seviyede tutmuş. bir güvenlik sağlamış. belirsizlikten(nasıl yaşanacağına dair) kurtarmış. eğer o gün başarısız olsalardı bu dinler, bugün belki adlarını duymazdık.

    din konusu çok meşakkatli bir konu ama özetle demek istediğim budur. örfler, adetler, günümüze kadar hayatta kalan gelenekler, dini yaşayışları bugün "tarih boyunca uygulanmış. peki doğru mu?" diye tartışıyoruz ancak şurayı unutmayalım ki, asıl cevap, veya bakış açısı doğru veya yanlış diye cevap vermek değil, insanoğlunu bugüne kadar hayatta tutmuş mu, toplumları bir arada tutmuş mu, belirli bir yaşam kalitesine sebep olmuş mu gibi soruları düşünerek konuşmaktır.
  4. felsefe konusundaki aciz bilgim ile bir şeyler karalamak istedim. karl popper bilgi felsefesine yanlışlanabilirlik ilkesini kazandırmıştır. buna göre "bütün kuğular beyazdır" teoreminin doğruluğunu ispat için tek tek kuğuları incelemeye başlayabilirsiniz. gördüğünüz 5. 149. ve hatta 123942. (küsuratlı sallayayım) kuğu da beyaz olabilir ancak gösterilebilecek tek siyah kuğu bu teoremi çökertir.

    aynı şey hayattaki her alana uyarlanmalıdır. doğru sandığımız şeylerin kaç tanesi gerçekten doğrudur?

    misal eski tıp tavsiyelerini ele alalım. öksürük için sigara tavsiye edilen dönemler olmuştur. veya başka bir sürü şey. bilimin önünde gerçekleri engelleyen kişiler olduğu gibi.

    tarih ise çok daha kuşkuludur. mustafa kemal tatürk' ün çok güzel bir sözü var. "tarih yazmak tarih yapmak kadar mühimdir. yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet kazanır..."

    tarihi gerçeklerin ne kadarına inanabiliriz? george orwell'in meşhur kitabı 1984' kitabını okuyanlar tarih değiştirme, çıkarlara göre tarih ile oynama durumunu hatırlayacaklardır. kitaptaki bu olayın gerçek olmadığını kim söyleyebilir ki?

    kuşkucu olmaktan zarar gelmez. paradigmalar yıkılır. toplum yeniden şekillenir.
  5. hayır değildir. bunu anlamak için özellikle bilim dünyasında kısa süre öncesine kadar doğru sanılan yanlışlara bakmak yeterli.
  6. ihtiyaç duyulan şeyin doğrular olduğu gibi bir varsayım yok. doğru-yanlış ya da iyi-kötü demek yerine uygun-uygun değil, uyumlu-uyumlu değil derseniz sorun çözülmüş olur.

    bebeklerin anne sütüyle beslenmesi uygundur. doğayla uyumludur.
    abi
  7. tarihsellik şu anı anlamaya ya da ileriyi tahmin etmeye yönelik anlamlı nedensellikler sunabileceği gibi yanıltıcı da olabilir. tarihi olgular sorgulanabilir. tarihin belirli bir zamanında binlerce olay olur, olgular ortaya çıkar.bunları günümüze aktaran tarihçiler bu olgular arasından kendilerince en uygun olanı seçer, yorumlar ve aktarır. aksi olsa vakanüvis derdik tarihçi demezdik. bu yüzden aynı tarihi olgu ya da olay farklı iki tarihçi arasında farklı yorumlanabilir. bu yönüyle tarih subjektiflik içerir, somut değiştirilemez katılıkta nedensellik yaratamaz.
    ozee
  8. tarihsellik bir kavramın doğruluğu için hiç bir zaman referans alınmamalıdır. en basitinden bir örnek vermek gerekirse; kan davalarının kökeni binlerce yıl öncesine dayanır. fakat günümüzde bu olgunun yanlışlığı su götürmez bir gerçektir.
    bir kavramın doğruluğunu dayandırabildiğimiz en sağlam temel bilimsel verilerdir ve bu veriler bile yeni keşiflerle çürütülebilmektedir. dolayısıyla tarihsellik hiç bir zaman doğruluk namına bir etki gösteremez.
  9. "tarihsellik derken yanlış bir kavram kullanmış olabilirim"
    bence de, kavrami yalnis kullanmissiniz. sorunun dogrusu "örf ve adet, gelenekler ile gelen her şey doğru mudur?" olmaliydi.
    cevap: degildir.
  10. tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. mustafa kemal atatürk