• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (9.50)
terra nostra - carlos fuentes
marslılar ve venüslüler işgal etmedi dünyamızı, on beşinci yüzyıldan gelen sapkınlar ve keşişler, on altıncı yüzyıldan gelen fatihler ve ressamlar, on yedinci yüzyıldan gelen şairler ve müteşebbisler, on sekizinci yüzyıldan gelen filozoflar ve devrimciler, on dokuzuncu yüzyıldan gelen fahişeler ve sınıf atlayanlar: geçmiş doldurdu bizim yerimizi… peki ya sen, senin olan bir devirde mi yaşıyorsun, yoksa başka bir zamandan gelen bir hayalet misin?carlos fuentes terra nostra'da akdeniz kültürünün binlerce senelik birikimi üzerinden latin amerika'nın köklerini yeniden yorumlar. eski dünyanın yeni dünyayla buluştuğu, öykü içinde öykülerle günümüz dünyasına ışık tutar.terra nostra, geçmişin kâbuslarından silkinerek geleceğin hayallerine kavuşmaya çabalayan iktidar sahiplerini imanla ve toplumla hesaplaştıran bir başyapıt.(tanıtım bülteninden) (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. “dünyanın bütün adaleti uğruna dünyanın bütün hazlarından vazgeçer miydin?”

    “güneşin her gün doğduğuna, her yeni doğan güneşin dün bize uzak görünen yeni bir günü ilan ettiğine hala inanıyorum; tarihin bir sayfası kapanırken, bugünün de öncesinde görünmez ve sonrasında tekrarlanmaz bir yarını vaat edeceğine hala inanıyorum.”
    sezgi
  2. fuentes’in latin amerika edebiyatının en büyük beş eseri gibi çeşitli listelerde yer alan kitabı. bunu genişletip modern romanlar içinde de en iyilerinden biri diyebiliriz. postmodern roman olarak kabul ediliyor. olay örgüsünün olmaması, baş karakter olmaması gibi klasik kuralların hepsi romanda uygulanıyor. ama ne uygulama. kitap hakkında bir yorum yapmak öyle zor ki. sadece kitabın bıraktığı izleri anlatmaya çalışabilirim.

    paris’te bir kıyamet sabahına uyanıyoruz. kıyamet sabahı çünkü kıyamet de tek bir kere yaşanmıyor fuentes için. bunu kitabın son satırlarında çok şık bir şekilde anlatıyor. paris’te her şey birbirine geçmiştir. doğumlar ve yıkımlar birbirini izler. tarih, insanlık çökmektedir. her şeyi yutan sisler içinde karakter gezinmektedir. kehanetin bir tür taşıyıcısı olan karakter seine sularına düştükten sonra başka bir tarihe gidiyoruz. kitap tanıtımlarında da dendiği gibi fuentes latin amerika’nın köklerini ispanya’da arıyor. büyük felipe birçok anlama geliyor. değişen değerlere sımsıkı sarılan bir kral, şövalyeliğin son demlerindeki gerçek bir şövalye ve dini bir ikon. bu ihtişamın çürütülmüş yanlarında geziniyor fuentes. krallıkta her şeyin biteceğini sezer felipe. çürüyen bedeni değildir sadece. bunu yeni bir sarayla onaracağını düşünür. yeni sarayın içine tüm anılarını, gücünü, tutkusunu hapsetmek ister. bunu yaptığını da söyler. bu sarayın yapımını anlatırken fuentes tarihteki zulümlerin bir ön gösterimini yapıyor. saray yapılırken çalışanların hepsi değişir, ölür gider. tarih, yığınların sesi olmaz. fuentes yığınların sesine kulak verir. bu ses kitapta dağınık ve yeknesaktır. ormanlara dağılan seslerin içinde şeytana sığınan da var deliren de var. her birinin kişisel tarihlerinin ne denli önemli olduğunu görürüz.

    din elbette bastırılan her şeyi tersine çevirir. sapkınlık kutsanır. aşka asla dokunulamayacağı gerekçesiyle kraliçeyle hiç sevişmez felipe. bu dokunmama hali ikisini de bambaşka bir noktaya götürür. kutsal olduğunu düşündüğü dişi kurtla sevişmekten farenin kemirdiği bekarete. kitapta yoğun cinsellik var. karakterlerin hemen hepsi akıl almaz deneyimler yaşar. don juan da buna eşlik eder. bu deneyimler kitabın anlatımını güçlendirir. cinsellik, değişen dünya, bilim, keşfedilen/farkına varılan sınırlar fuentes’in sorgulamalarıyla girift bir anlatıma dönüşür. engizisyon mahkemelerinden yola çıkarak isa, roma, pavlus’a döneriz. avrupa’nın köklerine dönen fuentes’in roma’ya dönmemesi olmazdı tabi. roma’da caesarların keşiflerinin nelerle sonuçlandığını gösterir. her ihtişamın bir yıkıma dönüşmesi zaten fuentes’in derdi. tiberius’un güç sarhoşluğu hep yargılanır. fuentes de rüyalarına girerek yapıyor bunu. roma’da yargılanan isa’nın ve meryem’in yüzüne bakmaz fuentes. amacı dinsel kurguların tarihe sinen kokusunu hissettirmek. fuentes burckhardt gibi döngüsel tarih kurgusunu kabul eder görünüyor. tarih devam eder, figürler gelir gider ve tekrar gelir. her tarihyazımı bir tür metafordur, elbet tekrarlanacaktır. tıpkı kitabın anlatımındaki gibi sıçramalar olur tarihte. bu sıçramalarla olanlar biricik gibi görünse de tekrardan başka bir şey değildir. fuentes bu atlamalarla yeni kıtayı keşfeder. oraya gidenlerin yazgısı oradakilerle kesişir. hepsi dersini almak zorundadır. o kıtaya varma, orada olmaz arzusu yıkımı yenemez ne yazık ki. tarih yine yıkıma dönüştürür özgürlüğe giden arzuları. bu arzuları takip ederek yakın tarihe geliriz. sıçramalarla müthiş bir ağ örer fuentes. burjuvazinin yıkıcılığı, fantom uçakların tehlikeleri.
    elbette kitap yalnızca tarihe odaklanmaz. fuentes derdi olan biri evet. kitabın büyüklüğü sadece bunda değil ama. edebiyatın gücünden de faydalanır. kitapta karşımıza tanıdık yüzler çıkıyor. sefiller’in önemsiz görünen javert’i, yüzyıllık yalnızlık’ın kader kurbanı ailesine allbay buendia ve belki güzel remedios, seksek’teki sıçramaların melankolik oyuncusu oliveira. kitaptaki figürleri düşününce garip bir geçitte gibi hissedilir. hepsi dirilip saldırırcasına varolur kitapta. kitapta bellek tiyatrosu der fuentes. yaptığı daha iyi nitelenemezdi. meksika’dan iskenderiye’ye bir bellek tiyatrosu kurmuştur. bunu güç ve zenginlik için birbirini yiyen insanların üzerinde kurmuştur hem de.

    her şeyiyle deli edecek derecede etkileyen bir kitap oldu. çok yoğun bir metin. kıyamet sabahlarını daha görünür kıldı. derdi olan yazarları çok severim; fuentes dertlerini bin bir gece masalları gibi önüme sundu. metni düşündükçe bambaşka yerlere gidiyorun. aklıma geldikçe bir şeyler yazabilirim hakkında belki de tamamen susmalıyım bilmiyorum.

    “çünkü sen tozdan geldin ve yeniden toza döneceksin, günahlardan azade, haz alarak.”
    sezgi