• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (9.03)
the matrix - lana wachowski, lilly wachowski
bir bilgisayar programcısı olan thomas anderson aynı zamanda neo nickname'li çok usta bir "hacker" dır. ancak siyah takım elbiseli ve gözlüklü adamların yakın takibindedir. bu takibin nedenini ise karşılaşacağı morpheus'dan öğrenecektir. neo, birden kendini morpheus'un anlattıklarına güvenmek zorunda kaldığı yapay bir evrenin içinde bulacaktır. içinde yaşadığımızı sandığımız bu dünya tamamiyle aldatıcıdır. tüm insanlık aslında insanların kendi elleriyle yarattıkları yapay zekaların köleleridir. neo, trinity ve morpheus'un da yardımıyla kendilerini bu düzeni yıkmaya adayan bir grubun içine katılır.


  1. filmin temelinde platon ve daha bilmem hangi filozofların varlık anlayışlarının izlerine rastlamak mümkün . idealar kuramında dünyada gördüğümüz varlıklar asıllarının yansımasıdır diyor. bu konuda detaylı bilgi için (bkz: idealar kuramı)

    burada da insanlar aslının birer yansıması halinde veriliyor. her şey güzel bence mantıken bi sıkıntı yok. insanları bilgisayar programı içinde yaşatırsın olur belki bin yıl sonra belki dedaha erken. burada amaçta sıkıntı var. insanların bir yerde enerji üretsinler diye tutulması mevcut teknolojik imkanların gerisinde kalıyor sanki.

    yani insanları makineye bağlayıp enerji ürettiren bir sistem varken ne demeye insanın enerjisine muhtaç makineler olsun ki?

    burada filmin senaristleri felsefik kuramları güzelce alıp filme yedirmiş fakat amaç konusunda sıçmışlar diyebiliriz. aslına bakarsan amaç konusunda insanlık olarak genel bi sıçma halindeyiz. bugün tanrının varlığını yahut yokluğu ispat etsek karşımıza çıkacak ilk sorun amaç olacaktır. tanrı varsa amacı ne? tanrı yoksa bizim amacımız ne?

    filmde de en önemli mevzu makinelerin amacı. enerji ihtiyacını bir amaç olarak kabul etmiyorum. sorun varlıkla ilgili ise makinelerin de varlıksal bi amacı olmalı diye düşünüyorum. peki ne olabilir dersen mükemmellik derim. makineler insanı mükemmelleştiriyor. şöyle ki budizmde hiçbir dünyevi şeye ihtiyaç duymadığında mükemmel olursun (bkz: nirvana) . işte makinelere bağlı olan insanların hiçbir dünya malına ihtiyacı yoktur, orada öylece yatıp durabilir. ihtiyaçlar ise tamamen sanaldır. ve insanların mükemmel tasarladığı makineler insanlara ödül olarak bu mükemmelliği vermiştir.
    abi
  2. üzerine çokça konuşulabilecek filmdir, fakat söylemek istediklerim makinelerin amacıyla ilgili.
    asimov'un üç robot yasası der ki:
    "1) bir robot bir insana zarar veremez ya da bir insanin zarar gormesine seyirci kalamaz
    2) bir robot 1. kuralla celi$medigi surece bir insanin emirlerine uymak zorundadir.
    3) bir robot 1. ve 2. kuralla celi$medigi surece kendinin zarar gormesine izin veremez." ^:1^

    makinelerin amaçlarını sorguladığımız zaman bu üç robot yasası'na bakmamız yeterli olabilir. bu üç yasaya bakarak matrix'teki robotların aslında "insanların zarar görmesine seyirci kalmama" yasası gereğince onların başına geçmek istediklerini anlayabiliriz. morpheus'un neo'ya, robotların isyanlarını anlattığı sahneyi aklımıza getirelim: robotlar, dünyadaki yönetimi ele geçirmek istiyorlardı, onların amacı yönetime girerek insanların kendi kendilerini yok etmelerini engellemekti; taşıdıkları kutsal bir görev inancıydı.

    insanların geliştirdikleri teknoloji, dünyalarını ve onları yok etmeye başladığında birinin buna dur demesi gerekiyordu ve tabi ki bunlar makineler olacaktı. zamanla insanoğluyla savaşları ilerledi ve onları kendilerine enerji kaynağı yaptılar. fakat, insanların yaşamlarına hiçbir zarar gelmemesi gerekiyordu, bunu da matrix ile başardılar.

    1: 1: https://eksisozluk.com/entry/37017
  3. son 50 yıla damgasını vuran ve defalarca izlediğim ve izlemekten bıkmadığım bir filmdir.
    bence sinemada bilim kurgu ikiye ayrılıyor; matrix sevenler ve sevmeyenler. bu bağlamda seven birisi olarak hakkında bir şeyler yazmak istedim.

    !---- spoiler ----!

    neo: yani thomas anderson her şey bilgisayarına düşen ''wake up, neo...'' mesajı ile başladı uyanışların en güzelini yaşadın ve yaşattın. aslında sen de amaçsızca günleri geçirip gerçekliği arıyordun. o yapaylık o yalan hayat beynini kıymık gibi kemiriyordu. çok geçmeden beyaz tavşan deliğine girdin ve hayatın yeni bir boyut kazandı. o uyanış anında etrafı algılaman ilk defa rüya görmeden gerçekleri görüp kusmaya başlaman efsane benim için. ayrıca ajan smith'e çok yüklendin çok hırpaladın tamam kötü çocuk ama napıcan onu da öyle programlamış mimar.

    ''-kaşığı eğmeyi boşa deneme. bu imkansızdır. bunun yerine sadece gerçeği anlamaya çalış.tamam mı?
    -gerçek nedir?
    -aslında bir kaşık yok. eğilen sadece kendinsin.''

    trinity: aslında her şey noe efendinin sürekli döngüsel tekrarlanan tercihlerinde aynı şeyi seçmesi ile başlıyor. tam 5 sefer. ve her seferinde matrix yeniden yaratılmadan aynı kararı veriyordu ama ta ki bizim noe farklı bir tercihle seçimini değiştirene kadar. buna matrix'in mimarı bile şaşırdı afalladı. çok kritiksin bu bağlamda ayrıca ilk iki filmde de açılış sahneleri seninle olduğu için yerin bambaşka.

    ''trinity: sadece dinle. neden burada olduğunu biliyorum. ne yaptığını biliyorum. neden az uyuduğunu… yalnız yaşadığını ve her gece bilgisayar önünde neden sabahladığını biliyorum. onu arıyorsun. biliyorum, çünkü ben de bir zamanlar aynı şeyi arıyordum. sonra o beni bulduğunda aslında onu degil, bir yanıtı aradığımı söyledi. bizi harekete geçiren soru bu neo. seni buraya getiren de bu soru. soruyu biliyorsun… tıpkı benim gibi.
    neo: matrix nedir?
    trinity: yanıt oralarda bir yerde neo. seni arıyor.eğer istersen, seni bulacaktır.''

    morpheus: yani ''düş tanrısı'' mitolojide düşlerin tanrısı matrix'de ise düşlerin aksine gerçek için hayatından vazgeçecek kadar asil kahraman. senin o mücadeleye olan inancın yok mu başlı başına bir film. kahin dahi inanmazken senin umudunu yitirmeden neo için sürekli çabalaman harika ötesi. inandığın yolda hedefe varana kadar yılmayan mert adamsın izindeyiz.

    ”hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü? ya o uykudan hiç uyanmasaydın rüya olduğunu nasıl anlayacaktın bu açıklanamaz, ama hissedersin. hayatın boyunca dünyayla ilgili bazı şeylerin yanlış olduğunu hissetmişsindir. ne olduğunu bilmezsin, ama o ordadır; beynine saplanmış bir kıymık parçası gibi… seni deli eder. ”

    ajan smith: uslanmaz virüs. ama sen de neo gibi bir hata idin. o %0.1 oranında hatadan doğan sen de neo gibi her seferinde kendini yok etmek yerine yeniledin dijital evrimin atası sayılırsın. çoğu zaman seni destekledim neo dallamasının tek başına senin klonlarını haşat etmesine ben de içerledim. orada çok istedim iki yumruk at rahatla diye ama pezemeng neo update etmiş kendini oradan oraya uçuyor napıcan ki.

    ''sizinle, bir süredir kafamı meşgul eden bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. bu düşünce aklıma sizin türünüzü sınıflandırmaya çalışırken geldi ve anladım ki sizler aslında memeliler sınıfına dahil değilsiniz. bu gezegendeki tüm memeliler, yaşadıkları çevre ile içgüdüsel olarak bir denge kuruyorlar. ama siz insanlar öyle değilsiniz. bir bölgeye yerleşiyorsunuz ve çoğalıyorsunuz, tüm doğal kaynakları tüketene kadar çoğalıyorsunuz. canlı kalabilmenizin tek yolu başka bir bölgeye yayılmak. bu gezegende bu şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. ne olduğunu biliyor musunuz? virüsler. insanlar hastalıktır. bu gezegenin kanserleri. sizler vebasınız. ve bizler de bunların ilacıyız.''
    (simdi bu doğrulara ne denir ki ah ah ajan smith kalbimdesin)

    kahin: çok çirkindin ama gizemli bir havan vardı. o vazo kırılmadan“vazo için endişelenme” dedin ya ben de noe gibi şapşal şapşal kırılan vazoya baktım. aslında sen neo'yu her seferinde denedin o kurabiyeler, kırılan vazo, kaşıklı çocuk, ikram ettiğin şekerler boşa değildi hepsinin bir anlamı vardı ve ben bunları 2-3 kere izlediğimde öğrendim. ayrıca son sahnede güneşe olan özlemini giderirken yanında olmak isterdim.

    ''+şeker?
    – kararımın ne olacağını biliyor musun?
    + bilmesem kahin olmazdım değil mi?
    -zaten biliyorsan nasıl seçeceğim?
    +çünkü buraya seçim yapmak için gelmedin. sen seçimini çoktan yaptın.
    buraya neden bu seçimi yaptığını anlamaya geldin.''


    karakterlerin başlıcaları bunlar evet daha yazılacak çok karakter var özellikle bana neo'dan daha çekici ve daha gizemli gelen bir karakter var ki o da merovingian bu karakterin filmini çekseler ayrı bir güzel olur. onun dışında mimar da çok merak uyandırıcı neo sayesinde tanımış olsak da daha detaylı bir yapım olsa fena olmaz.

    gelelim hap meselesine aslında bu hap olayı hala günümüzde bile geyiği dönen bir mesele ve hala sinemanın unutmadığım sahnelerinden biridir. önce bu efsane fotoğraf ile biraz duygulanalım: http://www.edebifikir.com/medya/matrix-2.jpg

    mavi hap mı? kırmızı hap mı?
    morpheus hapı verirken ne demişti hatırlayalım;
    “bu senin son şansın. bu noktadan sonra artık geriye dönüş yok. mavi hapı alırsan, hikaye burada biter, yatağında uyanır, sonrasında neye inanmak istersen ona inanırsın. kırmızı hapı alırsan, harikalar diyarı’nda kalırsın, ve ben de sana tavşan deliğinin ne kadar derine gittiğini gösteririm. unutma, sana sadece hakikate ulaşmanı teklif ediyorum – başka bir şeyi değil.”

    morpheus 'un çok sevdiğim ve noe'ya her fırsatta söylediği bir lafı var ''ben sadece kapıyı gösterebilirim neo, kapıdan girmesi gereken kişi sensin!''
    evet o her defasında kapıyı gösterdi bunu hapları teklif ederken de, kahin'e giderken de, matrix sona erip rüyadan uyandığında da yani her seferinde yaptı. bunun tek bir amacı vardı o da neo'ya seçilmiş kişi olduğunu inandırmak. çünkü neo kahin'e gidene kadar hatta kahin'den çıktıktan sonra bile seçilmiş kişi olduğuna kendini inandırmadı ama morpheus bir an olsun inancından vazgeçmedi.

    konuyu dağıtmadan haplara dönelim. mavi hap yani hikayeyi başka boyuta taşıyan hap. neo eğer mavi hapı tercih etseydi (ki bundan önceki 5 neo da kırmızıyı seçmişti) hikaye sona erecekti. peki o zaman ne olacaktı. noe bir bug mavi hapı almasa bile o beynini kemiren kıymık onu bir şekilde bu olaya dahil edecekti nasıl olurdu ne olurdu tam kestiremiyorum ama mavi hap bu hikayeyi bitirmeye yetmezdi diye düşünüyorum. morpheus vazgeçse bile (ki mümkün değil) trinity bizim oğlanı bırakmazdı. (çünkü kahin ona aşık olacağını söylemişti) aslında zincirleme her şey birbirine bağlı.

    ayrıca bizimkinin kırmızıyı seçeceği daha filmin başında beyaz tavşanı takip etmesiyle başlıyor. zaten mavi hapı seçecek olsa o gün çeteye sattığı korsan disketlerin ardından gece kulübüne gitmez evinde yatardı. ama o beyaz tavşana doğru gitti yani harikalar diyarını zaten istiyordu. uykusuz geceler, dikkat dalgınlığı matrix'i her defasında daha çok çözmeye yaklaşması hepsi kırmızı hap için işaret. morpheus bunu bildiği için teklifini en karizmatik hali ile yaptı ve kırmızı seçildi.

    bana da uzatsa bu şekilde tereddüt etmeden kırmızıyı seçerim baksana adama: http://www.filmloverss.com/wp-content/uploads/2015/10/morpheus-filmloverss.jpg

    peki kırmızı hap seçiminde düşten gerçeğe geçiş insanı nasıl etkiler. her bünye bunu kaldırabilir mi?
    kesinlikle hayır hatırlayalım neo ilk insan tarlasından alınıp matrix'ten çıkınca ne haldeydi. seçilmiş kişi olmasına rağmen kafayı yemeye ramak kalmıştı. orada geçen şu diyalog aslında olayı bize anlatıyor;

    neo : gözlerim neden acıyor?
    morpheus: daha önce hiç kullanmamıştın.

    evet gerçek neydi? daha doğrusu martix'te gerçek neydi?
    gerçeği nasıl tanımlarsın? eğer hissedebildiğin şeylerden bahsediyorsan, koklayabildiğin, tadabildiğin ve görebildiğin, o zaman gerçek, basitçe beynine iletilen elektronik sinyallerdir.
    gerçek matrix'te yukarıdaki gibi iken oradan kurtulan kişiler için tam tersidir. bunun içinse şu diyalog en uygun anlama biçimidir;
    tank: haydi dostum. şampiyonların kahvaltısı. (neo'ya lapa benzeri bir yemek ikram ediliyor.)
    mouse: gözlerini kapatırsan yumurta yediğin izlenimine kapılırsın... bana neyi hatırlattı biliyor musun? leziz buğday. hiç leziz buğday yedin mi?
    switch: hayır, ama aslında sen de yemedin.
    mouse: demek istediğim de bu. makinelerin leziz buğdayın tadını nereden bildiğini merak ediyorsundur. belki yanlış yaptılar. belki leziz buğdayın tadı yulaf ezmesi ya da ton balığı gibiydi. bu durumda insanın aklına çok şey takılıyor. örneğin tavuk, belki tavuğun tadına karar veremediler, bu yüzden tavuk etinde her şeyin tadı var.
    dozer: yediğim şey sentetik aminoasitler, vitaminler, minerallerle birleştirilmiş. vücudun ihtiyacı olan her şey.


    evet mavi hap mı? kırmızı hap mı? bunun cevabı aslında bizim dünyamızda da geçerli. evet ortada haplar yok ortada matrix yok ama mavi hapı almış gibi yatağında uyuyup hiç bir gerçekliği merak etmeden ot gibi yaşayanlar var. birde kırmızı hap yokken kırmızı hapı almışcasına gerçeklerle yüzleşen dünyaya gözlerini kapatmayan insanlar var.

    gerçek dünyaya hoşgeldin!


    !---- spoiler ----!
  4. morpheus - kadere inanır mısın neo?
    neo - hayır.
    morpheus - neden?
    neo - hayatımı kontrol edememe fikrinden hoşlanmıyorum.
    morpheus - ne demek istediğini kesinlikle anlıyorum. sana burada olma sebebini açıklayayım. buradasın çünkü bir şey biliyorsun. bildiğin şeyi açıklayamıyorsun. fakat hissediyorsun. bütün hayatın boyunca hissettin. bir şeylerin yanlış olduğu hissi.. onun ne olduğunu bilmiyorsun, fakat beyninin içinde kıvrımlarına takılmış bir kıymık gibi seni çılgına çeviriyor. neden bahsettiğimi biliyor musun?
    neo - matrix?
    morpheus - onun ne olduğunu biliyor musun? matrix her yerdedir. bütün çevremizde, şimdi, tam bu odada. pencereden dışarı baktığında veya televizyonu açtığında onu görebilirsin. işe, kiliseye gittiğinde, vergilerini ödediğinde hissedebilirsin. seni gerçeğe kör etmek için gözlerine çekilmiş perdedir o.
  5. agent smith'in türümüz hakkında nefis bir yorum yaptığı başyapıt;

    sizinle, bir süredir kafamı meşgul eden bir düşüncemi paylaşmak istiyorum. bu düşünce aklıma sizin türünüzü sınıflandırmaya çalışırken geldi ve anladım ki sizler aslında memeliler sınıfına dahil değilsiniz. bu gezegendeki tüm memeliler, yaşadıkları çevre ile içgüdüsel olarak bir denge kuruyorlar. ama siz insanlar öyle değilsiniz. bir bölgeye yerleşiyorsunuz ve çoğalıyorsunuz, tüm doğal kaynakları tüketene kadar çoğalıyorsunuz. canlı kalabilmenizin tek yolu başka bir bölgeye yayılmak. bu gezegende bu şekilde yaşamını sürdüren bir organizma daha var. ne olduğunu biliyor musunuz? virüsler. insanlar hastalıktır. bu gezegenin kanserleri. sizler vebasınız. ve bizler de bunların ilacıyız.
  6. bu film serisini izleyipte sevmeyenler için duyrulur. ilk önce the matrix izleyin sonra 9 bölümden oluşan animatrix serisini ondan sonra 2. ve 3. filmi izleyin. bir zamanlar wachowski bros. olarak adlandırılan kardeşler 1. filmden sonra 9 bölümlük bir anime yaparak filmin daha iyi anlaşılmasını amaçlamışlardır. bu yüzden 2. ve 3. film pek sevilmez.
  7. ciddi manada dünya sinema tarihinin en başarılı yapımlarındandır. "matrix film mi abi yhaa" tarzı sığ tartışmalara gelemeyecek bir seridir. eksiği gediği yok mudur, elbet vardır ama onlar da başımızın tacıdır. çığır açıcı filmlerdir vesselam.

    ancak burada belirtilmesi gereken bir diğer nokta da, the matrix'in benzerlik gösterdiği ve daha eski tarihli bir film olan "dark city" isimli filmdir. o filmi de izlerseniz, the matrix ile olan benzerlikleri hatta the matrix'in esinlendiği düşünceleri rahatlıkla müşahede edebilrsiniz. o da kült bir filmdir, the matrix ne kadar iyi bir film olursa olsun, dark city gümbürtüye gitmemelidir.

    (bkz: dark city - alex proyas)
  8. yıllar önce Matrix ilk çıktığı zaman Blue Jean'in kitap köşesinde dikkatimi çekmişti;

    http://www.idefix.com/kitap/matrix-ve-felsefe-hakikatin-colune-hos-geldiniz-william-irwin/tanim.asp?sid=N6V5GNIGFF7FF7757KLD

    kitabı hiç alıp okumadım ama yıllar sonrasında derste Simulasyon kuramını işledik. Jean Baudrillard'nın 'etrafınıza bakın, insan gerçekliğin içinde simulasyonlar yaratmıştır ve bunları gerçek yerine koymuştur, o zaman gerçekliğin simulasyon olup olmadığını nerden biliyoruz?' kitabıdır şu da;

    http://www.idefix.com/kitap/simulakrlar-ve-simulasyon-jean-baudrillard/tanim.asp?sid=RBXWHNEM82EFQY53ZZ7W

    sinema-televizyon filan okusaydım bunu çalışırdım büyük ihtimal.
    özetle; hayat değiştiren filmdir gerçekten.

    edit: kitap ilk filmde görünüyor, dikkat etmişsinizdir belki. Neo'nun disket kutusu.
    doris
  9. en sevdiğim ilk 10 filme rahatlıkla girecek üçleme. aslında dörtleme, çünkü hikayenin başını anlatan "the animatrix" diye de bir anime var ki izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

    !---- spoiler ----!

    insanların nasıl "pil" e dönüştüğünden tutun gökyüzünün neden karanlık olduğuna dair hemen hemen her şey açıklanıyor.

    !---- spoiler ----!

    yine de (bana göre) filmde çok fazla felsefi öğe olmasına rağmen, düşünüldüğü kadar felsefi bir film değildir ve filmdeki bilimum detay felsefeye yorulmamalıdır.

    not: ikinci filmde anlatılan "zion'un hikayesi" beni benden almıştır.

    ayrıca:

    there is no spoon

    don't think you are, know you are

    (başlıklarını tez vakit açacağım)
  10. yakında kutsal kitap niteliğini kazanacağını inandığım yapımdır. genç nesillere filmi izletip bol bol o zamanlarda biliyorlarmıymış bunları dedirtecek yapım.

    belki şurda küçük bir "seçilmiş kişi" vardır!