-
- izledim
- izlemek istiyorum
-
youreads puanı (7.67)
michael punke'ın kaleme aldığı the revenant: a novel of revenge kitabından beyazperdeye uyarlanacak olan öykü, kürkleri için hayvanlar avlayan bir kuruluş için çalışan hugh glass adındaki bir tuzakçının, bir boz ayı tarafından ölümcül bir biçimde yaralandıktan sonra, kendi ekibi tarafından ölüme terk edilmesini anlatıyor. nitekim glass'ın yaraları bir süre sonra iyileşecek ve hem kendisini ortada bırakan ekibinden hem de hayvan kürkü için katliam yapanlardan intikam alacaktır.
oscar ödüllü yönetmen alejandro g. iñárritu efsanevi hugh glass’i diriliş ile beyaz perdeye getiriyor. 19. yüzyıl amerika sınırında yaşanan destansı hayatta kalma mücadelesini konu alan diriliş, seyirciyi 1823 amerika’sının benzersiz güzelliğine, gizemine ve tehlikesine çekiyor. film sadece hayatın değil, onurun, adaletin, inancın, yuvanın ve ailenin içgüdüsünü keşfediyor.
-
2015 yılı Alejandro G. Iñárritu filmi. 2016 yılında "En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen ve En İyi Görüntü Yönetmeni" oskarlarını kazanan filmde Leonardo DiCaprio, Tom Hardy, Will Poulter ve Domhnall Gleeson oynuyorlar.
şimdi de ben neler gördüm. buyrun;
!---- spoiler ----!
* öncelikle filmin süresinden başlayayım. süreye bakmasaydım "ne çabuk bitti" diyebilirdim. kanımca süre yeterliydi. ne fazla ne de az. toplamda 2 saat 36 dakika bile olsa baymadan, bunaltmadan seyredilen bir film olduğunu söylemeliyim.
* oyunculuklara bakacak olursam, leo'nun bu rolüyle oskar almış olmasına bir yorum yapacak kabiliyette değilim. ben sadece görsel beğenimi sizlerle paylaşmak istiyorum. "çok iyi oynamış" ya da "hiç de oskarlık bir oyun göremedim" gibi küstah tavırlar gösteremeyeceğim. orasını akademi bilir. fakat kişisel görüşüm oyunculukların hepsinin birbirinden güzel olduğudur. tüm oyuncular göze batmadan, abartmadan, öne çıkmadan yer almışlar. tabii, leo'nun biraz da olsa önde olması yadırganmamalı. tüm film onun üzerine kurulu gibiydi.
* ayıya gelince. takip ettiğiniz gibi oskar öncesinde herkes leo'nun bu sefer oskarı kucaklayabileceğinden tedirgindi. hatta ayı lehine şuradaki gibi kurgular bile hazırlanmıştı. evet, katılıyorum, ayı da rolünü gayet güzel oynamış bence. ayıyla kavga sahnesi "epik" olmuş kanımca.
* müzikler için söylenecek çok fazla bir şey yok. çünkü film boyunca sürekli bir "theme" müziği hakimdi. kar ve dağlar temasına uygun şekilde mümkün olduğunca durağan ve sakin müzikler vardı.
* filmin kanımca bu kadar akıcı olmasının sebebi konusuydu. oğlunun intikamı peşinde koşan bir adamın hikayesi sürükleyiciydi; çünkü herkes intikamını nasıl alacağını merak ediyordu. hepimizde biraz da olsa "intikam" dürtüsü yok değil.
* "kan" deyince sinema ekranlarında akla gelen ilk isim "quentin tarantino" olacaktır sanırım. fakat gelin bir de bu filmi seyredin. yönetmeni bilmesem "tarantino çekmiş herhalde" derdim. kan, kan ve kan. neredeyse kırmızı filigranla çekilmiş gibiydi sahneler. kötü müydü? kafada sürekli "intikam" duygusu olunca "kalk koçum, becer şu fitzgerald'ı" havası olmadı değil!
* evet, intikam peşindeki bir adamın hikayesi pek hafif kalmış gibi görünüyor; fakat işleniş ve oyunculuklar sanırım arayı kapatıyor. yine de "en iyi film" oskarına kısa kaldı.
* leo'nun atın içinde korunma sahnesi takip edenler için şunu hatırlatacaktır. bear gryllsdan danışmanlık almışlarsa şaşırmam.
* bir de arnold schwarzeneggere "az konuşuyor, repliği ne kadar" az diyoruz. bu filmde leo toplasan bir sayfa konuşmuyor. evet, ayı daha çok bağırdı, valla.
* her ne kadar eleştiriyor da olsam amerikan sinemasının herhangi bir konuyu alıp ekrana taşıma becerisi takdire şayan. "hugh glass" isimli birinin gerçekten var olması ve benzer şekilde ayı saldırısından sonra hayatta kalması ve fakat bu hayatta kalma sebebinin intikam olmayışı gibi birçok ayrıntı filmi farklı konuma taşıyor.
!---- spoiler ----!
imdb puanı 8,1/100 görünen film benim için de bu puanı hak ediyor. -
hugh glass -
izlemeyi düşünüp de bir türlü sıraya koyamadığım filmlerdendi the revenant. ta ki pek sevdiğim bir dostumun "nasıl olur da hala izlemezsin? hadi birlikte izleyelim." dediği geçen haftaya kadar.
kesinlikle görsellik konusunda doyurucu olduğu düşüncesine katılıyorum diğer yazarların. üstelik küçücük bilgisayar ekranında izlemiş olmama rağmen tatmin edici olduğunu düşünüyorsam beyazperdede izleseydim çok daha fazla beğenirdim sanırım.
konusuna gelince... filmin hugh glass'ın gerçek hayat öyküsünü anlatan aynı adlı romandan uyarlanmış olduğunu bilmesem başına gelen felaketleri fazlasıyla abartılı bulabilirdim. tam bitti, kurtuldu derken, başına yeni bir iş gelmesi yüzünden çölde kutup ayısıyla karşılaşan bahtsız bedeviyi düşünmeden edemedim film boyunca. haliyle bu rolle di caprio'nun oscar almasına da şaşmamak gerek. kim ayı saldırısına uğrar, uçurumdan düşer, nehirde boğulma, tipide donma tehlikesi geçirir de oscar almaz ki. (sinemada oscar kriterim yoktur aksine oscar almış filmlere de hep şüpheyle yaklaşırım ancak oscar kriterlerini aşağı yukarı bildiğimiz için bunu söylüyorum).
özetle; sıkılmadan, kimi zaman dehşete kapılarak ama genelde keyif alarak izlediğim bir film oldu the revenant.
aslında filmin bende yarattığı duygu ve düşüncelerden söz etmek istiyorum daha çok. bilmem haberdar mısınız filmin çekildiği (ya da geçtiği) bölgede bir süredir öncülüğünü Standing Rock Sioux kabilesinin yaptığı yerli halklar Kuzey Dakota, Güney Dakota, Iowa ve Illinois eyaletlerinden geçmesi planlanan Dakota petrol boru hattı projesine (Dakota Access Pipeline) karşı bir mücadele yürütüyorlar. Yerli halklar boru hattı inşaatına kutsal sayılan topraklarını tehdit ettiği gerekçesi ile karşı çıkıyorlar. Boru hattı Sioux kabilesine ait toprakların yarım mil açığından, tam 209 nehri ve koyu keserek geçecek. Eylemciler proje nedeniyle yerli kabilelerinin yaşadığı toprakları besleyen su kaynaklarının ve Missouri nehrinin kirleneceğini iddia ediyorlar. amerika kıtasının "beyaz adam" tarafından keşfiyle kıtanın kadim halklarının maruz kaldığı soykırım, sömürü ve asimilasyon politikaları kapitalizmin bu azgın çağlarında da hiç hız kesmeden devam ediyor. belki doğrudan öldürülmüyorlar. ancak koskoca bir kıtadan sınırları belirli rezervasyonlara kıstırılmış bir hayata zorlanırken üstüne şimdi de yaşam alanları, doğal kaynakları kirletiliyor ve yok ediliyor.
kaynak: sendika12.org ve isyandan.org
sonra amerika kıtasından, oradaki direniş ve mücadeleden buraya bizim memlekete aktı zihnim. talihsiz hugh glass'ın yaşadıkları son bir yılı aşkın süredir bu topraklarda bizim yaşadıklarımızı hatırlattı. bitmek bilmeyen patlamalar, bombalanan kentler, operasyonlar, çatışmalar, askeri darbe girişimi, sivil darbe, tutuklamalar, işten atmalar, ölümler, ölümler, ölümler... glass'a bahtsız bedevi derken kendimize ne diyeceğiz bilemiyorum. sanki felaketler hiç sona ermeyecek, hep daha kötüleri gelecek gibi. ama umut bitmeden hayat da bitmiyor işte. belki biz de çocuklarımızı kaybettik glass gibi ama inadına yaşayacağız her şeye rağmen. bu günler de geçecek. biraz da bunu hatırlattı bana glass'ın azmi ve inadı.