1. bu kadar sığlığın arasında kalitesinden ödün vermeyerek bize gerçek müziği ulaştıran yegane kanaldır. anakara'dan yayın yapar.

    klasik, jazz ve rock tutkunları için bir hazinedir. geçmişten günümüze bu müzik tarzlarında yapılmış eserlerle dinleyenleri buluşturarak kulakların pasını silmektedir. konser kayıtları, albüm tanıtımları, etnik esintiler, çok sesli korolar ve daha neler neler...

    eski yıllarda özel radyolar daha henüz türememişken sadece "fm denilen bu radyonun, en akılda kalmış özelliklerinden biri de her saat başı yayınlanan "türkçe, ingilizce,almanca, fransızca" haber bültenidir.
  2. trt nin genellikle klasik müzik - caz ve blues çalan kanalı.

    albüm aydından çok konser kaydı yayınlıyorlar ki müziği daha net ve hoş dinleyebiliyorsunuz.
    frekansı istanbul için 88.2

    internetten de şöyle dinlenebilir trt radyo 3
  3. hastasıyım.
    kıyıda köşede kalması, dikkat çekmemesi hoşuma gidiyor, geçmişten günümüze bozulmadan idamesini sağlayan ender oluşumlardan birisi.
  4. şu an yayın yapan pek çok cafcaflı radyo kanalını cebinden çıkartacak kaliteye sahip radyo kanalı. dinlerken farkı hemen yakalıyorsunuz zaten.
  5. keyifle dinleyebileceğiniz klasik sevdası olanlar için eşsiz bir radyo kanalı
  6. "good morning / evening, this is tii-ağr-tii radio three, here is the news..." şeklindeki ingilizce haber girişini hala yersiz zamanlarda, manasızca tekrar ettiğim, bana gerçekten "müzik dinlemeyi" öğreten, büyük, çok büyük radyo kanalı.

    trt'nin bu frekansını ilk dinlemeye başladığım dönem benim 6. sınıfa başladığım zamana rastlıyor. o zamanlar internetten açıp dinleyebilme şansı yok kolay bir şekilde, ya da vardır belki ama biz "la fukaracha"ydık o vakitlerde, bilmiyorum o yüzden. annem çok sevdiğimi bildiği için bir tane kendi halinde bir radyo almıştı bana hediye olarak. ben frekans ayarlamaya çalışırken, anteni vites kolu gibi sağa sola iki eğince o uzunca anten kopup elimde kalmıştı orkestra şefinin çubuğu gibi. ben de o zamanlar evin maslahatgüzarı olarak en başta bulaşıktan sorumluyum, müzik evvela bu lanet işi yapma gayreti vermek için lazım bana geceleri.

    antensiz kalmış radyomun frekanslarını her gün sabırla; mesela favori kanalıma gelirken ileri tuşuna kaç kez bastığımı saymak gibi yollarla, yahut boy boy çatallar (her boyun süper netlik verdiği bir frekans vardı; örneğin ilk dişi hafif yamulmuş yemek çatalı metro fm'i süper çektiriyorken, minik tatlı çatalının anten boşluğunun tam ortasına gelecek şekilde oturtulmuş ikinci dişi, cızırtısız ve kesintisiz bir best fm keyfi yaşatıyordu) ve bıçaklar marifetiyle ayarlıyordum. yine belalı bir bulaşık gecesi, elim köpük içinde best fm dinliyoruken, araya yırtık dondan fırlar gibi "çömüdümü dümü çömüdüm çömüdüm vay!" diye bir serzeniş girince irkilip, "ay oğlan yiğit misin, allah da cezanı vermesin" şeklinde zengin uyaklı bir çıkış yapmak durumunda kaldım ve antenin yuvasından kendini kalebodura bırakmış çatala sövmeye gittim. biraz da radyoyu patakladıktan sonra bulaşık mesaime kendi sesim eşliğinde devam etme kararı almış ve hızlıca bir repetuvar bile hazırlamıştım ki, aman danrım! bu ne ses, bunlar nasıl yaylılar! kulaklarıma pas mı yağdı ne var, benim radyomdan mı geliyor allahım bu kuartet, bu flüt?

    her gece, sabah 7'ye kadar süren klasik müzik yayınına denk gelmek suretiyle tanışmıştım trt'nin bu dünya frekansıyla. ondan sonra her gecem, binbir şekle girerek frekansı tutturmakla ve sonrasında kendimi müziğin milyonlarca tonuna, biçimine bırakmakla geçti. caz, klasik, blues, reggae, etnik, pop, rock müzik türleri ve bunların onlarca alt türü hakkındaki bilgim ve sempatim radyo 3 sayesinde oldu. ciddi manada ingilizcem gelişti bu kanalla, çünkü belki yüzlerce sayfalık bir müzik defteri tutmaya başladım. bunu uzun yıllar boyu yaptım üstelik. bir gün büyük bir müzik arşivi yapma fikrim vardı, bütün beğendiğim şarkıları not etmeye çalışıyordum. tam anlayamadığım şarkı adlarını duyabilmek için kulağımı radyonun çay süzgecinden hallice hoparlörüne yapıştıra yapıştıra anlamını bilmediğim halde çok kelimeye aşina oldum, duyduğumu anlamaya başladım bir süre sonra. duyduğum anda yazmaya da alıştığım için writing dediğimiz şeyi de ilerlettim. şimdi biraz uf oldu o skill'ler, netcen... bana çocukluğumun, ilk gençliğimin en güzel, en hayal kurmakta cesur ve en öğrenmeye aç ve hazır günlerini hatırlatır trt radyo 3. nerelerde dinlemedim ki... bulaşık yıkarken, ders çalışırken, bir kısım hayallerimin egzersizleri esnasında, liseden sonra çalıştığım kantinde sabahın köründe tostları yetiştirmeye çalışırken ve çalışan diğer elemanlar tarafından daşak konusu olurken, uyurken, düşünürken, dans ederken, yazarken... memories :')

    yukarıda da söylediğim gibi bana müzik dinlemeyi, kimi dinlediğimi ve ne için onu / onları dinlediğimi bilerek dinlemeyi öğreten frekanstır trt radyo 3. en büyük ukdem de erhan konuk'un programlarından bir nacar marka kol saati kazanamamış olmaktır, ben kol saatlerine bu yüzden küskünüm işte maralım yıllardır...