1. Şehircilik anlamında karmaşanın hakim olduğu şehircilik anlayışıdır. neden hayatımızı bu kadar doldurduğu sorularının yanıtı biraz geçmişimiz, biraz geleceğimizde.

    Öncelikle toplumların yerleşik hayata geçişi ve göçebe alışkanlıklarının şehircilik, yapılar ve mimari tarzlar açısından çok etkisi vardır. Bizim şehirciliğimizi bu yönden ele almak doğru olur. Türkiye’de bir çok konu gibi şehircilik de batı ile doğu arasında sıkışmış kalmıştır. Beton, beton, beton evet her yer beton. Fakat o betonu türkiye’ye getirenler bugün çok övülen Alman zihniyetidir. Türkiye’de betonun yaygınlaşması nazi zulmünden Türkiye’ye kaçan mimarların büyük katkısı ile oluşmuştur. Bunda kötü bir şey yok.
    Bizim ülkemizde beton, ABD’de çelik var. Orada hemen her bina çelik. Müstakil evler hafif çelik, gökdelenleri hadde çelik. Aslında baktığımızda ABD de kalkıp keşke beton binalarımız olsaydı diyebilir. Her kasırgada kağıt gibi uçuşan evlerin sebebi genelde çelik+ahşap yapı olmalarından kaynaklanır.

    Mesele dediğim gibi beton değil. Beton bir malzeme, araç. mesele sizin o araç ile ne ortaya çıkarmak istediğiniz. Tek tek bina değerlendirmesi yapmadan önce büyük resme bakalım.
    Başta dediğim gibi göçebe bir toplum ile şehirleşmeyi m.ö’den başlatan toplumlar arasında bir fark olması anormal değil. Burada rant vs. tartışmalarına girmeden yorum yapacağım. Priene şehrini ele alalım. m.ö 600 yılında ortaya çıkmış, yeryüzünde gridal sistemin uygulandığı ilk şehir. m.ö 600 yılında romalılar bunları yaparken biz otağ kuruyorduk. Bir çok eski roma şehrinde bu tip şehirleşme, altyapı çalışmalarının çok daha başarılı olduğunu görürsünüz.

    Hemen başka bir örnek vereyim. Bergama’da bulunan Pergamon antik kenti, dağın başında. Bu şehre zamanında kemerler ile su taşıma vs. yapılabiliyormuş. Bakın dağın tepesi. Biz bunun karşılığında ovadaki tarlalara su getiremediğimiz için baraj yapıp Allioni’yi sular altında bıraktık. Bu biraz gelenek meselesi, toplumun bu konuda davranışları bundan sonra mimariden çıkıp sosyoloji’nin inceleme konusu oluyor.
    Şu bir gerçek. Biz Anadolu’ya gelip yerleşik hayata geçtikten sonra bu konuda güzel örnekler ortaya koysak da bunu topluma yayabilmiş değiliz. Evet Eskişehir’de, Bolu’da, Manisa’da çok güzel şehirleşme örnekleri ortaya koyduk fakat köylerimiz hiç bir zaman bir Almanya, Avusturya köylerine benzemedi. Şimdi iki toplumu ele alırsak konut ihtiyacındaki temel etken olan barınmayı 2000 sene önce çözmüş millet ile 200 sene önce çözmüş millet arasında bir fark olması çok anormal değil.

    Bir çatımız olsun

    Evet ana etken bu. Kerpiç olsun, ahşap olsun, çamurdan olsun yine de bir çatımız olsun. Bunu avrupalı milattan önce çözmüştü. O artık bir çatımız olsun, bir de şurada güzel oymalarımız, güzel renkli ahşap pencerelerimiz olsun demeye başladı. Bakın maddi olarak bakmıyorum olaya. Osmanlı en zengin olduğu dönemde Topkapı Sarayından, Fransa en kötü zamanında Versay sarayından yönetiliyordu. Bence bu iki farkı incelemek bile şehirleşme ve yapılar arasındaki zihniyet farkını ortaya koyması açısından önemli. Bana göre Topkapı sarayı türk hakanlarının mütevaziliğini yansıtması açısından mükemmel bir yapıdır. Dolmabahçe, Yıldız Sarayı gibi saraylara uzun süre ihtiyaç duymamışlardır.

    Tarihi inceleyin, çok ilginç durumları gözleyebilirsiniz. Osmanlı’nın Topkapı’dan Dolmabahçe’ye geçiş sürecinde araplaşması, türklüğün iyice ikinci plana atılması, önceden ordusunun başında savaşlara katılan osmanlı hakanının daha sonra zihniyetine göre bir arap sultanı ya da avrupa özentisi bir krala benzemeleri gibi bir sürü örnek kullanım değişikliğini bize gösterir. Ömrü at üzerinde, savaş meydanlarında geçmiş Selim, Süleyman, Fatih Mehmet gibi padişahlar ile saraydan çıkmamış padişahın konakladığı yapı arasındaki farkı hemen görür insan.

    Şehircilik de biraz bunun gibi. Türk milletinin özü olan Osmanlı dönemi türk köylüsünün çoğu akıncı. Adamın şehircilik düşünecek vakti ve ihtiyacı yok. ömrü savaş meydanlarında geçiyor. Zaten atasından da görmemiş, atası atını doyurabileceği kadar yeşillik bulunan yere atıyordu çadırını geçiyordu.

    Bu yüzden türklerde şehircilik cumhuriyete kadar hemen hiç yerleşmemiştir. 93 harbi sonrası Rusya’da kalan Ardahan, Artvin, Kars şehirlerinde bile farklar görülebilir rus dönemi ile türk dönemi arasındaki.

    Cumhuriyet sonrası önce türk mimarların çabaları ki sayıları oldukça az, daha sonra nazi zulmünden kaçırılan yahudi mimarların (bkz: clemens holzmeister) (bkz: bruno taut) (bkz: gustov oelsner) çabaları ile daha düzgün şehirleşme ve konut örnekleri görünür. O dönemde Hermann Jansen Ankara’da, Henri Proust istanbul’da, René ve Raymond Dangér kardeşler de İzmir’de şehir planı çalışmaları yapıyorlar fakat ekonomik buhran uygulanmasını zorlaştırıyor. Son çaba 1938'de İzmir’e davet edilen fakat savaş yüzünden 1948 yılında gelen Le Corbusier’in İzmir için çizdiği şehir planı. Fakat bu da uygulanmıyor, milli eğilimler öne çıkıyor.

    Bu konu üzerine ap ayrı bir yazı yazılabilir. O dönem ne yaşandı da bu büyük mimarın planı millileşme çabası için çöpe atıldı bilinmez. Belki de günümüzde olduğu gibi 3–5 lira rüşvete bizim evladımız denilen birine yaptırıldı şehir planlama. Her ne yapıldıysa İzmir’e bakıldığında başarılı olunmadığı aşikar.

    Bu tarihten sonra rant, rüşvet, yavan belediyecilik anlayışı derken tükiye’de şehircilik anlayışı kontrolden çıkmıştır. Çabalar hep göstermelik kalmıştır. ufak bir örnek için:

    http://www.zaha-hadid.com/masterplans/kartal-pendik-masterplan/

    Sonuç olarak günümüze gelindi. Yani bir şeyleri konuşmadan önce nereden gelip, nereye gitmeye çalıştığımız çok önemli. Ne yapacağını bilirsen yapmak kolaydır. 2. dünya savaşında komple yok olan Dresden şehrinin bir kaç senede ayağa kaldırılması gibi. Kaynak bulunur, iş gücü bulunur şehircilikte önemli olan planlamadır. Planlama olmadıktan sonra kaynak ve iş gücü ancak ucubeler ortaya çıkarmaya yarıyor.
  2. erdem bayazıt üstadin şu şiiriyle özetlediği anlayistir.
    Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda
    Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum
    Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse
    elini uzatmıyor
    Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan
    bir deniz gibi
    Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu.
    Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme
    Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar
    Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda
    İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda
    Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar
    Biz bunun için mi geldik.

    5 bolumden olusan siirin tamami icin