1. bana kara diyen dilber
    gözlerin kara değil mi
    yüzünü sevdiren gelin
    kaşların kara değil mi

    güzel, ben seni isterim
    seni koynumda beslerim
    yüzünü, güzel, göreyim
    zülüfün kara değil mi

    boyun uzun, belin ince
    yanakların olmuş gonca
    salıverirsin kolunca
    beliğin kara değil mi

    utanırım akar terim
    güzellikte yok benzerin
    en sevgili makbul yerin
    saçların kara değil mi

    beni kara diye yerme
    mevlâ'm yaratmış, hor görme
    ala göze siyah sürme
    çekilir, kara değil mi

    hind'den, yemen'den çekilir
    iner bağdad'a dökülür
    türlü taama ekilir
    biber de kara değil mi

    göllerde kuğular olur
    göğüs ak, kara benlidir
    mısır'da çok zengin vardır
    kölesi kara değil mi

    pınara konan kuğunun
    kanadı beyaz çoğunun
    çöldeki arab beyinin
    çadırı kara değil mi

    iller de konup göçerler
    lâle sünbülü biçerler
    ağalar, beyler içerler
    kahve de kara değil mi

    evlerinde sular akar
    güzelleri göze bakar
    hublar yanağına sokar
    sünbül de kara değil mi

    karac'oğlan der, inşallah
    görenler desin maşallah
    kara donlu beytullah
    örtüsü kara değil mi

    bu şiir karacaoglan'in ve karacaoglan 1600'lu yıllarda yani 17. yüzyılda yaşamış. biz bunu okuyoruz ve anlıyoruz. 17. yüzyıl ingılizcenin en önemli yazarı shakespeare'in de yaşadığı yıllar ve shakespeare'in eserlerinin orijinalini 100 ingilize okutsak 95'i anlamaz.

    he anam he turkceyi kurtuluş savasindan sonra uydurduk, ondan önce yoktu.

    ekleme:

    bir kez gönül yıktın ise
    bu kıldığın namaz değil
    yetmiş iki millet dahi
    elin yüzün yumaz değil

    bir gönülü yaptın ise
    er eteğin tuttun ise
    bir kez hayır ettin ise
    binde bir ise az değil

    yol odur ki doğru vara
    göz odur ki hak'kı göre
    er odur alçakta dura
    yüceden bakan göz değil

    erden sana nazar ola
    için dışın pür nur ola
    beli kurtulmuştan ola
    şol kişi kim gammaz değil

    yunus bu sözleri çatar
    sanki balı yağa katar
    halka matahların satar
    yükü gevherdir tuz değil

    karacaoğlan'ı beğendiremedim mi? peki, daha eskiye gidelim. alın bu da 13. yüzyıldan, yunus emre. anlıyor musunuz? anlıyorsunuz, yani turkceyi birileri uydurmamis. yaşayan canlı bir dil. kurtulus savasi sonrasi uydurulan dil yani turkce değil, bir takım yapay yazım kurallarıdır. halkın anlamadigi osmanlica'yi terkedip halkın kullandığı turkce'ye dönmüşler.

    kelime kökenlerine bakarsak ingilizce'de ki bazı kelimeler değil bakin ben iddia ediyorum coğu kelime, agirlikli olarak latince olmak uzere, yabanci kokenlidir ve bu evraka evreka diye bagirilarak ortaya cikılacak bir şey değildir. yani karacaoğlan'da arapça kökenli kelimeler varsa shakespeare'de de latince, yunanca, almanca, italyanca kökenli kelimeler vardır. dil böyle bir şeydir, dogali budur. hayatın doğal akışı, esyanin tabiati böyledir. hadi bu kelimeleri ingilizce'den çıkarın ve bakın ingilizce yeterli bir dil mi yoksa yoksa yetersiz bir dil mi?

    bunu da beğendiremezsem daha dede korkut var. onu da beowulf'la karşılaştırırız. copy paste yaparım, üşenmem.^:swh^
  2. dili kullanan ve üreten insandır. herhangi bir alanda yeni terim ve deyişleri o alanda üretimi yapan belirler. felsefeyi siz yapmazsanız terimlerini de siz belirlemezsiniz doğal olarak; yani ya orijinalden alıntı yaparsınız ya da türetim yaparsınız. felsefe alanında yeteri kadar ilgi yoksa da karşılık bulmak konusunda sıkıntı çekebilirsiniz ki bu dilin dolaylı problemidir; çünkü yukarıda söylendiği gibi bunun sebebi 'insan'dır.

    felsefi terimler açısından almanca, türkçeden önde olabilr. nedenini yazmaya gerek yok. aynı karşılaştırmayı bozkır terimleri üzerinden yapalım. kırgızistan'da günümüzde bozkır kültürü güçlü bir biçimde varlığını sürdürmektedir. bu bağlamda at donları için kullanılan terimler bile başınızı döndürebilir. bozkır kültürünün hissedilmediği ve dilinin gelişmiş olduğu iddia edilen bir ülke, dolayısıyla kırgızcadaki bozkır terimlerini karşılayabilecek lügat zenginliği sahip olmayacaktır. on yaşındaki çocuğun mantığıyla genelleme yaparak "kırgızca filanca dilden üstündür" mü diyeceğiz? dememeliyiz.

    şahsen aşırı tasfiye ve öz türkçeciliğe karşıyım. bir sözcük bir dile ne yolla girerse girsin, halk tarafından benimsenmişse gerisinin pek önemi yoktur.

    özetle türkçe de bütün diller kadar ifade etmek kuvvetine sahiptir. çeşitli terimsel yetersizliği var olmakla birlikte bunun sebebi dilin yetersiz olması değil, insanların yetersiz olmasıdır. azimli çevirmenleri ve filozofları üretime ve geçerli karşılıklar bulmaya davet ediyoruz.
  3. felsefe ve türkçe ile pek bir ilişkisi olduğunu sanmadığım yazarın beyanı. felsefe yapmaya en yetkin bir kaç dilden biridir türkçe. neden böyle olduğunu dil ve mantık ilişkisi yani analitik felsefe açısından temellendirirdim, ama 'asklepiosa bir horoz borcum' olmadığı için, bu başlık altında zaman harcamaya değmez.
    ayrıca (bkz: sus minervam docere) .