1. mantık yoluyla ulaşacağımı düşündüğüm nedenlerdir. şöyle ki;

    - sinema 7. sanat mıdır?
    - evet.
    - diğer sanatların birleşiminden mi meydana gelir?
    - evet.
    - peki, diğer sanatlar nedir?
    - edebiyat, resim, heykel, müzik, tiyatro, mimarlıktır. (sıralamanın özel bir anlamı yoktur.)
    - bu dallarda gelişmiş durumda mıyız?
    - eh, pek sayılmaz.
    - öyleyse sinema için bu soruyu sormak erken değil mi?
    - olabilir.
    - diğer sanatlarda başarılı mıyız?
    - hepsinde değil.
    - öyleyse?
    - daha çalışmamız gerekir.
    - sanatını yaparken sanatçılarımızın en önemli kaygısı ne olabilir?
    - bilmiyorum.

    devamını sanattan anlayan arkadaşlar getirsinler. ben burada tıkandım.
  2. türk sinemasının bu kadar itin bir tarafına sokulmasına anlam veremiyorum. türk sinemasına ön yargısı olup da izlettiğim filmlerden sonra değişen çok insan tanıyorum. sinemamız biz arkasında durmadıkça tabiki de gelişmez. cesurca çekilen filmler gişede yaşadığı hüsranla birlikte, yönetmenleri piyasa filmleri yapmaya çekiliyor. bu yüzden eğer gelişmiyorsa sebebi sinemacılardan çok bizleriz, çünkü şans vermiyoruz.
  3. riske giren yapımcı eksikliğindendir. şöyle ki; farz-ı misal bir 'savaş' filmi çekilecek. bunun için öncelikle sağlam bir konu bulunmalı. mevcut mu? yaşam felsefesi "at, avrat, silah" olan, geçmişi şanlı zaferlerle dolu olan bir millet için 'konu' pek tabii tonlarcadır. bu konuyu kağıda aktaracak senarist mi eksik olan? onlarca kaliteli yazarımız olduğu için, ihtimal dışı görüyorum. ee kurgu, gerekli ekipman? milyon tane gerekli olmayan tv programının yapıldığı günümüzde, eksiklerden değil elbette ki. bu sayılan ve sayılmayan, gerekli tüm teçhizatı ve donanımı sağlayan girişimci -yapımcı- eksiktir azizim. sen vur yumruğunu masaya. "destan yazdığımız çanakkale zaferinin filmini yapmak istiyorum. bu filmin tamamen gerçekçi olması için gerekli tüm donanımı sağlayacağım. var mı kendine güvenen babayiğit bir yönetmen?" diye sor bakalım. bak neler çıkıyor ortaya.

    gelelim madalyonun öbür yüzüne. bu yüze de hep uyuz olmuşumdur.
    kaliteli film için ille de 'para' mı gereklidir? hayır tabii ki. düşük bir bütçeyle oscar adaylığı alan room filminin ne kadar muazzam bir yapım olduğunu tartışmayalım isterseniz. taş kesilirsiniz.

    bir de madalyonun dik yüzüne bakalım mı? nedir, kimdir bunlar? bana kalırsa izleyici kitlesidir azizim.
    hangimiz sinemaya 'para bayılmak' yerine "bir ay sonra torrenti düşer ne de olsa" kafasıyla merak ettiğimiz bir filme gitmemezlik yapmadık ki?

    yetişme kültürü olabilir mi?
  4. ne dizileri ne de izleyicileri sinemaya çeken anlamsız komedileri hakir görmek gerekir. bunlar en nihayetinde sinema sektöründe sermaye birikimi yaratıyor. bu sayede sanatçıların ve yapım şirketlerinin imkanları, risk alma iştahları ve hareket alanları artıyor.

    toplum yapısı, geçim derdi olmadan sanatla ilgilenebilecek bir kesimi besleyebiliyorsa ve artı değerin bu elit kesime aktarılmasını mümkün kılan mekanizmalara sahipse sanat gelişir. bu binlerce yıl önceki antik toplumlarda da böyleydi, şimdi de böyle. bu durum, 3-5 kişinin bu işten geçiniyor olması demek değil veya 3-5 sene süren parlak yıllar anlamına gelmiyor. bu, uzun yıllara yayılan bir birikim süreci. maddi birikim kısmı önemli olduğu kadar insan kaynağı, tecrübe ve gelenek anlamındaki birikim de çok önemli.

    türkiye'de televizyon yaygınlaşmadan önce insanlar sinemalara akın ediyorlardı ve bu maddi birikim yeşilçam endüstrisini yaratmıştı. teknik bilgiye sahip yetişmiş iş gücü kolay ulaşılabilir haldeydi. bazı büyük ve sabit maliyetlere halihazırda katlanılmıştı ve pek çok film için kullanılabilir haldeydi. standardın dışında işler için risk edilebilecek bir sermaye birikimi söz konusuydu. ne oldu? çekilen filmlerin %99'u çöpe gitti. ancak kalan %1'i hala seviyoruz, bulabilirsek izliyoruz ve takdir ediyoruz.

    türkiye'deki bu maddi ve manevi birikim sürecini yavaş yavaş baltalayan bir husus televizyon olduysa daha hızlı baltalayanı darbe olmuştur. öyle ki 80 sonrasında sinema sadece 3-5 ismin etrafında döner oldu. 1996 yapımı eşkıya'ya kadar hem insanları tekrar sinemaya akın ettiren hem de kaliteli bir film yapılamadı. eşkıya'nın yapımcı firmasının esasında bir reklamcılık firması olması tesaduüf olmamalı. özel televizyonların yayına başlamasıyla artan televizyon reklamcılığı gelirleri, vakti zamanında televizyonun baltaladığı sinemaya bu sefer can suyu oldu.

    şu anda çerçöp dediğimiz filmler ve diziler de benzer işlevi görüyor. bu mecralardan elde edilen gelirler ve bu alanda emek veren işgücünün deneyim kazanması, sayısının artması vs. önemli ve olumlu şeyler. eğer bu süreç maddi veya siyasi(!) ciddi bir kesintiye uğramadan devam ederse türkiye sinemasının bir kaç sene içerisinde çok daha iyi işler çıkarmasını beklemek hayalcilik değil - ki bunun emareleri de mevcut zaten.
  5. her alanda olduğu gibi üreticilikte eksik olmamızdır. doğrudan arz talep meselesidir, ülkemizdeki insan profiline bakarsak yetiştiriliş tarzından olsa gerek farklı projelere çok açık değil. sonuçta bu işle uğraşan kişiler de ticari kaygılarla projeler yapıyorlar, böylelikle fazla risk alınmayan birbirlerinin tekrarı filmler yapılıyor bir nevi kısır döngü.
  6. geleneksel olmalı. yani bir geleneği yoksa özgünlüğü de olmaz. "özgün bir halk olmazsa halk müziği de olmaz". halk sahiplenmediği bir şeye destek çıkmaz.
    tabi halkı uyutup "batılısın" diye inandırırsan o da altına tavuk yumurtası konulmuş karga gibi kendini sarı civciv annesi sayabilir ama sonra neden yavrularım uçmuyor diye ağlar karga anne. bakar ki bütün kargaların yavruları daldan dala zıplıyor ama bizimkiler tombik tombik pinekliyor...
    şu ülkede halen özgün bir sinemanın oluştuğunu ya da oluşabileceğini düşünenler var ya işte umudum onlar... onlar olmadan ben yaşayamam.
    tabi para olursa iyi filmler olur o ayrı... ama ne gerek var onu anlamam.. iyi film yapıyor işte gavurlar. ne fark edecek...
  7. sinema salonlarinin birkac sirketin tekelinde olmasi ile alakali bir durum vardir. birilerinin istedigi filmleri izledigimiz icin kaliteli yapimlar goz ardi ediliyor. yetenekli yonetmenler de nasil olsa filmlerim izlenmeyecek dusuncesiyle bagimsiz sinemaya, sanat filmlerine, festivallere yoneliyor. cektigi filmleri sadece jurilerin izlemis oldugu yetenekli yonetmenler var.

    verdikleri emegin karsiligini alamayanlar da kusuyor sinemaya ve kosarak dizilere, reklam filmlerine yoneliyor. durmadan ayni yuzleri gordugumuz filmler var. hatta birbirinin ayni konular ve senaryonlar uzerinde gidip geliniyor cogu zaman. (bkz: finalinde düğün olan kalitesiz türk filmleri)

    seri filmler ve sive komedileri on plana cikiyor. anadolunun belli bolgelerinde film cekme modasina uyuluyor son donemde ve hedef kitle de hep bunlar onune getirildigi icin yeniliklere burun kiviriyor. bir donemin ege siveli komedilerini, sivas, malatya, adana, samsun, yozgat, corum temali komediler izledi. araya birkac karadeniz komedisi eklendi ve dogu siveli birkac film gozumuze sokuldu. kisaca hedef kitle komedi seviyor diye ayni temanin her kombinasyonunu denediler. korku kusaginda ise (bkz: büyü - orhan oğuz) ile baslayip (bkz: dabbe - hasan karacadağ) serileri ile devam eden isik, ses ve efekt temelli filmler seri halinde devam etti. bir de mahsun kirmizigul ve ozcan deniz gercegi var ulkede. bir kisir dongudur gidiyor. son donem vine fenomenleri bir araya gelip sacmaliyor farkli olarak. bu sayilanlarin disinda yilda birkac iyi yapim cekiliyor ama onlarda gisede kaybolup gidiyor.

    aslinda turk sinemasi cok gelisti ama bu kisir dongu uzerinde cok gelisti. guldugumuz, korktugumuz ve duygusallastigimiz konular degismedikce bu sacmaliklar devam edecek. birileri cikip dabbe serisini izlemeyi birakmadikca farkli korku filmi cekilmeyecek, birileri sive komedilerine gitmeyi birakmadikca bu duzen devam edecek, birileri cikip bu vine fenomenlerini essek sudan gelene kadar dovmedikce o asalaklar sacmalamaya devam edecek ve mahsun ile ozcan'in sinemaya kusmesini bekleyecegiz gelisim icin.

    edit: typo
  8. ısrarla tutan filmlerin aynılarını yapmaya çalışmaları.