1. vezirler huzura çıkmışlar:

    - padişahım, hazinede para kalmadı.yeni vergilere ihtiyacımız var,
    + eeee! ne vergisi koyalım?, demiş..
    - köprülere adam koyalım, geçenden bir akçe alsınlar!

    padişah, tamam demiş.

    aradan bir süre geçtikten sonra sormuş vezirlerine:

    - tepki var mı?
    + hiç bir tepki yok!
    - iyi o zaman köprünün diğer tarafına adam koyun, çıkandan da bir akçe alsın! aradan bir süre geçmiş, padişah:
    - var mı şikayet?
    + yok!

    halkının tepkisizliğine kızan padişah, gürlemiş:

    - köprülerin ortasına da adam koyun, gelip geçeni becersin!

    aradan birkaç gün geçmis, halktan bir tepkinin olmamasına içerleyen padişah, çagırmış vezirlerini, halkı dinleyelim hele bir, demiş.

    gitmişler köye, padişah sormuş:

    - var mı şikayet?

    ses yok. padişah tekrar :

    - var mı şikayet? şikayeti olan söylesin! diye gürleyince arkalardan cılız bir ses duyulmuş:
    - padişahım, o köprünün ortasındaki adam var ya!..
    eeee! demiş padisah bir umutla...
    - akşamları çok kalabalık oluyor, sıra uzuyor, eve geç kalıyoruz, bir adam daha koysanız...
  2. üç arkadaş var. bu üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. biri türk, biri kürt, diğeri de ermeni. ama ermeni olan aynı zamanda papaz. sıcak, bir süre sonra yolda susuyorlar. etrafta su yok. bağların olgun zamanı. "iki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın," diye bir bağa giriyorlar. bağın sahibi bir türk ama onu görememişler. "kaç paraysa veririz," diyerek yemeye başlamışlar. bu sırada bağın sahibi gelmiş. bakmış üç kişi üzümünü yiyor. fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünmüş. birine bakmış, kıyafetinden ermeni ve papaz olduğu belli. diğerine bakmış, konuşmasından kürt olduğunu anlamış. üçüncüsü de türk.
    dönmüş ermeni'ye, "bak bu adam türk, yesin malımı. benim kanımdandır. helali hoş olsun. bu da kürt'tür ama din kardeşimdir. sen niye yiyorsun benim üzümümü?" demiş. bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen türk ve kürt'ün hoşuna gitmiş. adam, papazı bir güzel dövmüş. kıpırdayacak hal bırakmamış, yere uzatmış. bağ sahibi biraz sonra kürt'e dönmüş. "müslüman'sın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. bu adam benim kanımdan yediyse afiyet olsun, çünkü o türk'tür. kardeşimdir," diyerek bir güzel onu da dövmüş ve yere uzatmış. bu durum türk'ün hoşuna gitmiş. biraz sonra türk'e dönmüş ve "tamam anladık türk'sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sahibi olmadan başkasının bağına girilir mi?" diyerek türk'e de vurmaya başlamış. türk yumrukla yere yuvarlanınca kürt'e dönmüş ve "biz," demiş "papazı dövdürmeyecektik".
  3. devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak, 500 tl maaşla bir bekçi işe almaya karar verir.

    bir süre sonra düşünülür ;
    ”peki talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak”

    bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere, 750’şer tl maaşla, iki kişi işe alınır.

    bir süre sonra ”işleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz” diye düşünülerek, 1.000’er tl maaşla, iki denetmen işe alınır,biri denetim yapar diğeri raporları yazar .

    bir süre sonra” bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek ” diye tartışılırve 1.500’er tl maaşla, bir malimüsavir, bir katip, bir de istatikçi işe alınır.

    bir süre sonra ;”peki bunlardan kim sorumlu olacak.” diye düşünülür ve 5.000 tlmaaşlı bir müdür ve 3.000’er tl maaşla iki de müdür yardımcısı işe alınır.

    bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için bekçi işten çıkartılır.
  4. hepimizin daha önce denk geldiğimize emin olduğum bir fıkra var.. lakin ben halen inanılmaz gülerim bu fıkraya.. bu nedenle paylaşmakta bir beis görmüyorum..

    tüm dünya ülkelerinin polis teşkilatları arasında bir yarışma yapılmaktadır..

    yarışmada bir tavşan ormana bırakılacaktır. en hızlı ekip çalışmasıyla beraber tavşanı yakalayıp getiren ülkenin teşkilatı da ödüle hak kazanacaktır. her şey hazırlanır ve yarışma sırayla başlar.

    alman polisi ormana girer, belirli bir organizasyon içerisinde ekip halinde herkes üstüne düşeni yapar, planlar istendiği gibi gider.. makine gibi tıkır tıkır işleyen tuzaklar sayesinde 15 dakikada tavşan yakalanır, getirilir..

    sonrasında amerikan polisi girer ormana.. iki ekip şeklinde ilerlerler.. birinci ekip önüne geleni kasıp kavurarak, ağaçları devirerek, deliklere sis bombası atarak ilerlerken, diğer ekip tavşanı çekebilecekleri yemler, tuzaklar kurarlar.. tavşanı korkutarak ilerleyen ekip, kendine çekmeye çalışan ekibe yönlendirecek derken, 20 dakikada yakalarlar tavşanı, getirirler..

    sıra gelir türk polisine.. süre başlar başlamaz büyük bir kargaşayla ormana doğru koşmaya başlar polisler.. biraz daha ilerlediklerinde de ortadan kaybolurlar.

    aradan 1 saat geçer kurul anlam veremez, beklemeye devam ederler..

    3 saat daha geçince kuruldakiler "bunlar gelmeyecek herhalde" diye düşünerek "toparlanalım ya da devam edelim" derler..

    aradan 5 saat daha geçer.. herkes hazırlığını yapmış, her şey tamamen toparlanmış halde alan terk edilirken türk polisi ormanda görünür.. ellerinde sigarayla, kan ter içinde, ağır ağır kurulun yanına gelirler..

    kurula kadar gelen türk polisinin yanında bir de kelepçelenmiş, postu yüzülmüş, ağzı burnu yer değiştirmiş bir ayı vardır..

    kurul sorar.. "nerede kaldınız yahu! kaç saattir ağaç olduk! nerede tavşan! bu ayı nedir!"
    polis ayıya dönerek bağırır.. "anlat lan, konuş!"
    ayı çığlık çığlığa bağırmaya başlar.. "ben bir küçük tavşanım, ben bir küçük tavşanım..."
  5. filipin devlet başkanı ferdinand marcos'un otoriter rejiminde gazetecilerin halka birtakım yolsuzlukları ve baskı uygulamalarını anlatabilmek için köşe yazılarında masallar yazdığı direnişi aklıma getirdi bu fıkra. acaba diyorum biz de pakistan'da askeri diktatörlük döneminde gazetecilerin, neyin yayınlanıp yayınlanmayacağına karar veren askeri uygulamalara karşı yazılmaması istenen bölümleri haberden çıkarıp o kısımları boş mu bıraksak vatandaşlar boşluklarla dolu haber gördüklerinde bir şeylerin farkına varırlar mı? yoksa "işleminiz yapılıyor lütfen bekleyiniz, kartınız, kartın, ka, kart yüklemeniz gerçekleşti" ....
  6. bir gün şeytan, inek sağan kadını izliyormuş. az ötede de boynu iple ağaca bağlı buzağısı bulunuyormuş. şeytanın canı sıkılmış. kalkmış buzağının ipini gevşetmiş.

    buzağı ip gevşeyince biraz da kendi çabasıyla boynunda ki ipten kurtulmuş ve annesinin yanına gelmiş. ama gelir gelmez de süt sağan kadının kovasını yere düşürmüş. süt her yere dağılmış.kadın çok sinirlenmiş. buzağına sopayla vurmuş, yavru yere düşmüş. bunu gören inek bir tepmekle kadını yere sermiş. kadının kayın babası durumu görür görmez belinde ki silahı çıkartıp ineği vurmuş. kadının kocası, silah sesinin geldiği yere hızla vardığında, babasının elinde bir silah ile eşini yerde görmüş.
    sinir krizi geçiren koca, silahını çıkartmış ve babasını vurmuş. sonra kadının kocası durumu anlamış, karısı ölmemiş sadece bayılmış. büyük bir yanlışlık yapmış. elinde ki silahı bırakmadan kendini vurmuş.

    işte ülkemiz tam bir çorap söküğü. dur durak yok. yanlışlıklar ve hatalar üst üste.
    size kalan hikayede ki şeytanın kim olduğunu bulmak.
    ozumm
  7. ideolojik etiketleme bakımından;

    bir gün marabanın biri oturmuş bir felsefe kitabının sayfalarını karıştırıyor, gözünü ayırmıyormuş. bunu gören diğer maraba merakla yaklaşmış, -ula ne okırsen sen öle demiş. bu da gururla -felsefe okırem demiş. ne işe yarar bu felsefe? demiş insanları daha iyi anlirem. nasıl yani? şimdi bah, sizin evde akvaryum var mıdır? e vardır. demek ki sen balıkları sevirsen. evet. demek ki sen insanları da sevirsen. evet sevirem. peki erkekleri mi daha çok sevirsen avratları mı? avratları :() e o zaman sen gey değilsen. he vallaha doğrudur ver hele şu kitabı.

    bu sefer de bu maraba başlar okumaya başka birisi yaklaşır;-ula ne okırsen öle ? -felsefe okırem. ne işe yarar bu felsefe? insanları daha iyi anlirem. nasıl yani? şimdi bah, sizin evde akvaryum var mıdır? -yohtır. e o zaman sen ibnesen.
    abi
  8. hoca ramazan ayında oturmuş göl kenarında yoğurt yiyormuş. oradan geçen biri görmüş demiş ki; hoca hoca ne biçim hocasın, oruç tutmuyor musun? hoca da demiş ki;
    -ya tutarsam?
    abi
  9. bir gün motosikletlere tutkuyla bağlı bir adam varmış. uzun zaman para biriktirdikten sonra hayalindeki motosikleti almış, kullanım talimatlarını da satıcıdan öğrenmiş. satıcı özellikleri saydıktan sonra bir kutu da vazelin hediye ederek "yağmurlu havalarda eğer motosikleti dışarıda bırakırsan vazelini üzerine sür, paslanmayı engeller" demiş.
    adam vazelini cebine koymuş sevgilisinin yanına gitmiş, motosikleti göstermiş. sevgilisi de çok beğenmiş. "bu arada akşam gel, seni ailemle tanıştıracağım" demiş. eleman akşam kızın evine gitmiş motosikletiyle, dışarıya bağlamış, eve girmiş bir de ne görsün her yer dağ taş bulaşık. kız yanına gelmiş, sessizce "bizim evde bulaşık yıkama konusunda anlaşamadığımız için bir kural vardır, akşam yemeği yenirken eğer birisi konuşursa tüm bulaşıkları o yıkar" demiş. çocuk tamam demiş, aileyle tanışmış, akşam yemeği vakti gelmiş. sofrada çıt yok, kimse konuşmuyor korkudan.
    eleman kendi kendine düşünmüş; "ben şimdi bu kızın elini tutsam masadaki kimse ses çıkaramaz" demiş, kızın elini tutmuş, ters ters bakmışlar ama ses yok. ya demiş ben bu kızla azcık oynaşsam gene seslerini çıkaramazlar, kızla oynaşmaya başlamış ama gene masada çıt yok. ben bu kızı buracıkta s.ksem kimse bişey demez demiş, oracıkta kızı halletmiş, anne de baba da seslerini çıkaramamışlar korkudan. "ya bunun annesi de iyiymiş, ben şimdi annesini de becersem acaba nolur?" demiş, annesini oracıkta halletmiş, gene masada ses yok.
    bir anda gök gürlemiş dışarı bakmış, yağmur yağacak, kızın babasına bakmış, sonra kendi kendine "çıkıp motosiklete vazelin süriyim de pas yapmasın" demiş, elini cebine atıp vazelini çıkardığı anda kızın babası bağırarak ayağa fırlamış:

    !---- spoiler ----!

    "tamam tamam yeter, bulaşığı ben yıkarım"

    !---- spoiler ----!