• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.93)
Yazar oğuz atay
tutunamayanlar - oğuz atay
'tutunamayanlar', türk edebiyatının en önemli eserlerinden biridir. berna moran, oğuz atay'ın bu ilk romanını "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak niteler. moran'a göre "oğuz atay'ın mizah gücü ve duyarlılığı ve kullandığı teknik incelikler, tutunamayanlar'ı büyük bir yeteneğin ürünü yapmış, eserdeki bu yetkinlik türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmiş ve ona çok şey kazandırmıştır." küçük burjuva dünyasını ve değerlerini zekice alaya alan atay, "saldırısı tutunanların anlamayacağı, rededeceği türden bir romanla yapar." (kitap bilgileri idefix'den alınmıştır.)


  1. kitapta ana karakterin aşık olduğu kadın oğuz atay'ın gerçek hayatta aşık olduğu kadının birebir kopyasıdır. tehlikeli oyunlar'da ise bilge karakteri olarak karşımıza çıkar. bu hanımefendi, sevin seydi, tıpkı her iki romandaki gibi ingilizceye çok hakimdir. hatta atay masada tutunamayanları yazarken, bitirdiği sayfayı karşısında oturan sevin seydi'ye uzatır, o da ingilizceye çevirirmiş. daha sonra tununamayanlar, 'the disconnected' adıyla bir bütün olarak ingilizceye çevrilmiş ve ingiltere'den bir de çeviri ödülü almıştır. kitabımızın kahramanı günseli, daha sonra oğuz atay'dan ayrılmış, ingiltere'ye yerleşmiş, orada bir iingilizle evlenmiştir ve halen bir kitapçı işletmektedir.

    bunları başka bir yerde okudunuz mu?.. edebiyat dedikoduları bende sözlük.
  2. eğer kitap okurken beğendiğiniz yerlerin altını çizerek okuyan birisiyseniz, tam 5 sayfa boyunca, bütün satırların altını çizmenizi gerektirecek bir bölüm barındırıyor.
    kitabı ne zaman elime alsam önce bu 5 sayfayı yeniden okuyorum.
    ...

    bir gün bütün değer yargıları değişecek ve yargılananlar yargıç, eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır ve onlar o kadar utanacaklar, o kadar utanacaklardır ki utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden ayağa kalkamayacaklardır.

    o zaman,
    akıllı ya da akılsız bütün ezilenler,

    yani bizim caddedeki insanların çoğu,

    yani öcü geliyor diye küçükken beni korkuttukları çolak ve topal deli rüstem ile

    ben ve benimle birlikte bar kızı leyla kendisine yüz vermedi diye intihara teşebbüs ederek beynine iki kurşun sıkan fakat ancak kafatasını delerek alay edenlerden kurtulmak için bütün hayatınca yolda kalpak giyerek dolaşmak zorunda kalan meyhaneci hızır

    ve onunla birlikte ortaokulda kekemeliği ve garip mistik düşünceleriyle arkadaşlarının alay konusu olan ve şimdi hava gazıyla intihar ettiği için ölmüş bulunan ve evlerindeki şecere ağacında taze yağlı boyayla yeni boyanmış yeşil, titrek bir yapraktan ibaret kalan ercan

    ve ercan'la birlikte annesi rus babası italyan olan ve sınıfta ve bahçede paltosunu hiç çıkarmayan ve daima gözlüğü ve paltosuyla ilkokul birinci sınıf çocuklarıyla top oynayan ve gâvur diye ve kambur diye horlanan altan

    ve altan'la birlikte zeki ve siyah gözleriyle bana hep muhabbetle bakan ve yedi kardeşiyle ve annesiyle ve babasıyla ve teyzesiyle ve dayısıyla evkafapartmanının en üst katında labirent gibi karışık koridorlardaki yüzlerce odadan sadece birinde oturan ve sınıf birincisi olduğu halde ilkokuldan sonra elektrikçi çıraklığına başlayan osman

    ve onunla birlikte bütün gülünçlüğüne rağmen aşağılığı sefaletinden ve sefaleti aşağılığından ileri gelen mimar cemil (uluer) turan

    ve mimar cemil'le birlikte sakat olduğu için hiç yürümeyen ve hep altını kirleten ve misafirler görmesin diye ve sosyetik annesi rahatsız olmasın diye yaz kış balkonda tutulan ve hep bağıran ve altına yapan ve güzel yüzüyle ve akıllı sözüyle beni büyüleyen ve balkonda yerde kendini oradan oraya atan zavallı ayhan

    ve onunla birlikte bodrum katta evdeki yedi ve bahçedeki yirmi yedi kedisiyle yaşayan ve kimseye zararı dokunmayan ve ölmüş kocasını unutamayan rus madam

    ve madamla birlikte yirmi iki yaşında veremden ölerek bizleri ve ailesini elemlere boğan ve albay sait bey'in biricik oğlu
    ve liseden dört defa kovulmuş olup sanatoryumdan altı kere kaçan ve yağmurlu bir ilkbahar akşamı hastaneden son kaçışında ıslak elbiselerini çıkarmaya fırsat bulamadan kanla boğulan ertan

    ve onunla birlikte basit bir kamyon şoför muaviniyken lastik karaborsasından zengin olarak genç yaşında kumar denilen illete tutulan ve bu uğurda servetini ve dostlarını kaybeden ve karısı ve kızı ve oğlu tarafından terkedilen ve meteliksiz kalan ve bir gün bir kahve köşesinde kendini vuran ve eski ve samimi aile dostumuz orhan

    ve orhan beyle birlikte, orhan beyle birlikte olmaktan muhakkak gurur duyacak olan ve elkapısında dünyaya gözlerini açıp ve kaderi ve mesleği hizmetçilik olan ve komşumuz saffetlerin üçüncü hizmetçisi kezban
    yargıç kürsüsünde bulunacağız.

    mahkemede, suçlu sandalyesinde,
    bilerek ya da işledikleri suçları bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek,
    eziyet eden,
    hor gören,
    aşağılayan,
    ihmal eden,
    aldırmayan,
    unutan,
    kötüleyen,
    alay eden,
    ıstırabı paylaşamayan,
    insanlar arasına duvarlar çeken,
    küçümseyen,
    çaresiz bırakan,
    yalnız bırakan,
    terkeden,
    baskı yapan,
    istismar eden,
    ezen,
    cesaret kıran,
    iyilik etmeyen,
    değer vermeyen,
    kalbi temiz olmayan,
    doğruyu yanlış gösteren,
    yanlışı doğru gösteren,
    samimiyetsiz,
    insafız,
    korkutan,
    yanına yaklaştırmayan,
    başkasının yaşama hakkına saygı duymayan,
    ve kendinden memnun olmak için her davranışı meşru sayan onlar,
    yani bizim küçük kalabalığımızı hava sızdırmayan tabakalar halinde üst üste saran,
    nefes almamızı dahi engelleyen,
    yani mahallemizin bütün bileği kuvvetli ve içi boş küçük kabadayıları ve onların büyük ortakları,
    yani esasında sayıca üstün olanlar,
    yani her zavallıdan daima bir rütbe bir kademe bir sınıf yukarıda olanlar,
    yani şekilsiz hüviyetleriyle daima vuran ve kaçınabilenler,
    yani hem ezip hem de ezdiklerini kabul etmeyenler,
    yani bir mertebe aşağıdayken ezilen ve bir derece terfi edince ezenler,
    yani çırağını, bir şeyler öğretmesine karşılık her zaman döven ve ona insan muamelesi etmeyen ustalar,
    muavininin başına vuran şoförler
    ve onlarla birlikte memurlarına dalkavukluk ettiren amirler,
    duygusuz amirlerle birlikte garsonlara paralarıyla orantılı olarak bağıran müşteriler
    ve kaba müşterilerle birlikte hakkını arayanlara yumruklarını gösteren görevliler
    ve yetkilerini kötüye kullanan görevlilerle birlikte bilgisizin bilgisizliğini suratına çarpan ve ondan bir kelime fazla bilen bilgiçler, yani öğrenmek isteyen herkese eziyet eden öğreticiler
    ve onlarla birlikte bilgisizlerin bilgisizliğine gülen onlardan daha bilgisizler
    ve cahillerle birlikte her değişik davranışa saldıran şekilsiz kalabalık
    ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar
    ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar
    ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar
    ve onlarla birlikte kimselere zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler
    ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar
    ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler
    ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar
    yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar
    ve onları birbirlerine düşman edenler
    ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar
    ve gerçeği boğanlar
    ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar
    yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar
    yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar.

    ve biz onlara diyeceğiz ki:

    hesaplaşma günü geldi. şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız.

    biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz.

    ve çıkarınıza baktınız.

    hatta gene sizlerden, sizin gibilerden, büyük düşünürler çıktı ve bu kitapların bizleri uyuşturmak için yazıldıklarını ileri sürdüler.

    biz zavallılar, ya bu düşüncelerden haberiz kaldık, ya da bunları yazanları bizden sanarak alkışladık. yani uyuttular alkışladık, uyandırıldık alkışladık.

    her ne kadar bugün siz suçlu, biz yargıç sandalyesinde oturuyor olsak da gene acınacak durumda olan bizleriz.

    esasında, sizleri yargılamaya hiç niyetimiz yoktu; sizin dünyanızda, o dünyayı bizlerin sanıp yaşarken, hepinize hayrandık. sizler olmadan yaşayabileceğimizi bilmiyorduk.

    ayrıca, dünyada gereğinden çok acıma olduğuna ve bizim gibilerin ortadan kaldırılmamasının sizlerin insancıl duygularına bağlandığına inanmıştık. bu çok masraflı dünyada bir de bizlere bakmanız katlanılması zor bir fedakârlıktı. arada bir bize benzeyen biri çıkıyor ve artık yeter diyordu. onunla birlikte bağırıyorduk: artık yeter!

    bazen kazanıyorduk, bazen kaybediyorduk ve sonunda her zaman kaybediyorduk. onlar da sizler gibi onlardı. düzeni çok iyi kurmuştunuz. hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil.

    tabii sizler de bu arada boş durmadınız. bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız.

    sizlere ne kadar minnettardık. buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz;

    bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık;

    yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şeyi yapmamak suretiyle, hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. bütün bunlar olurken bir takım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik.

    bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün.

    aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. gereği düşünüldü. sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar verildi.

    ...
  3. özellikle uğraşılsa bu kadar ele ayağa düşürülemezdi: kitaptan devşirme espriler, olric muhabbeti vs. güzelim kitabı yarı entel ergen manifestosuna çevirdiler, okuyan da okudum diyor okumayan da. soruyorum mesela oğuz atay "ne yapmalı " başlıklı bölümde çok iyi bilinmesi gereken filozof ve edebiyatçılar olarak hangi dört isimden bahsediyor diye, hiçbirini bilemeyenler veya bön bön bakanlar oluyor. böyle olmamalı diyorum kendi kendime.

    hiç kitaplarla alakası olmayan birisiyken felsefe öğretmenime aşık olup edebiyat bölümünü kazandıktan sonra (felsefe seçersem aşık olduğum anlaşılır diye edebiyat seçtim) birisi fakültede, sohbet arasında kitaptan "bütün felsefe tarihini bilmeme rağmen manavın beni kazıklamasına engel olamıyorum" diye bir alıntı yapmıştı. merak edip hemen yazarı kitabını sormuştum. aradan birkaç ay geçtikten sonra bu alıntı ile kitabın yayınevi aklımda kalmıştı sadece, yazarı ve kitabın adını hatırlayamamıştım. internette yayınevinin yazar listesinden arayıp bulup öyle okumuştum. hayatımda okuduğum iki ya da üçüncü kitaptı. kitabın başından itibaren bahsedilenlerin gerçek mi kurmaca mı olduğunu ayırt edemeden ve bundan fazlaca keyif alarak okumuştum. kitabı okurken sanki bütün çıkarcı, samimiyetsiz insanları karşıma almışım da onlara bu iğrençliklerini haykırıyormuşum gibi hissediyordum. bunlar olurken ben edebiyat birinci sınıfı henüz bitirmiştim ve yaz tatilinde babamın sanayideki dükkanında kendi öz babam tarafından sömürülüyordum(yaklaşık üç senedir görüşmüyoruz). tarih vermek gerekirse de bundan yaklaşık on sene öncesinden bahsediyorum. sonrasında okul başlayınca herkese kitaptan bahsediyorum falan derken meğersem kitap edebiyatımızın en iyi birkaç romanından birisiymiş. ama yine de bu kadar popüler değildi. zaten taşrada üniversite okuduğum için pek kimsenin de ilgisini çekmiyordu, çok samimi olduğum bir arkadaşım dışında. böyle olunca kitabı yücelttim de yücelttim. bu kitabı seven bir kadınla ben ömür boyu yaşarım falan diyordum. o zamanlar bulamadım, sonra herkesin diline düşmeye başlayınca da zaten "tutunamayanlar" yavaş yavaş kayboldu ve "tutunamayancılar" türemeye başladı.

    oğuz atay kişisel tarihimin ihtilal döneminde (bkz: baskasıolarakkendisi'nin edebiyat okursa evlatlıktan reddetmekle tehdit eden babasına başkaldırması ve kendisini tanıması) bana yol gösteren abimdir, hocamdır. değer olarak bir sıralama benim için zor olsa da kronolojik olarak felsefe hocamdan sonra gelir. sonrasında fakültedeki değerli bir hocamı da burada anmam gerekir.

    sonuç olarak, kendisini etrafımdaki neredeyse kimsenin tanımadığı bir dönemde onu hocam, abim gibi görecek kadar içselleştirebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. yani bu "tutunamayancı" tayfayı eleştirirken "bu kitabı en iyi ben okudum ben anladım" (ki sonradan bu yanılsamaya kitabı okuyan birçok kişinin düştüğünü gördüm) demiyorum tabi ama yanlış bir şeyler var, böyle olmamalıydı yani.

    bu arada yazının başında bahsettiğim dört kişi: franz kafka,friedrich nietzsche, soren kierkegaard, oswald spengler. kierkegaard ile kafka'yı büyük ölçüde okudum, diğerlerini de okuyacağım hocam. iş, güç, düzen derken ben de kaybettim kendimi, bir şey de başarabildiğimden değil ama kayboldum yani. ama yavaş yavaş toparlanıyorum hocam, fırsat bulursam almanca öğrenme hayalleri falan kuruyorum.
  4. "ne istiyorlardı senden selim? belki sen çok şey istiyordun onlardan. verdiğinin hiç olmazsa küçük bir parçası kadar birşeyler istiyordun. sonunda kaçıyorlardı. hayır, sen kaçıyordun. hayır kaçmıyordun: insana ihtiyacın vardı. insanı arıyordun canım kardeşim. bunda utanacak ne vardı?"
  5. kitabı bitirmenin ardından bir kaç gün ah selim ah diye dolaşabilirsiniz. selimi okudukça selimle yoldaş kardeş olup çıkmıştım kitabın sonlarına doğru bu empatinin getirdiği duygusal yükümlülüğü sonuna kadar selimle birlikte ezile ezile yaşadım türk edebiyatına bir mühendisten muhteşem bir katkı bu eser
    medet
  6. !---- spoiler ----!

    kimsenin yaşantısını beğenmedim, kendime uygun bir yaşantı da bulamadım.

    !---- spoiler ----!
  7. bu kitabın adını duyunca genelde yapılan ilk yorum "abi çok ağır ya" gibisinden şeyler oluyor. ee haklılar da, kitap gerçekten ağır. otobüste, metroda, tramvayda hatta gece yatağında yatarken bile okunmuyor. nereden baksan 700 küsur sayfa, bir yerden sonra kitap 5 kilo falan gelmeye başlıyor ve haliyle yoruluyor insan. zaten kitapları neden 300 sayfanın üstünde basarlar onu da hiç anlamam. yapsana 2 - 3 cilt arkadaşım. hem sen fazla kazan hemde biz bu zahmetten kurtulalım.

    geyik yapıp sürüye katıldıktan sonra asıl noktamıza yani kitabın içeriğine dönebiliriz. oğuzum atayım ne yapmış bu kitapta, neyi anlatmaya çalışmış diye bir soru sorsak, zor bir soru sormuş oluruz elbette ama aklımın yettiği kadarıyla anladıklarımı anlatayım.

    yıl 1970'ler ve dünya yine aynı dünya, insanlar da aynı insan yani günümüzdeki insanlar o dönemdekilerle aynı. oğuz atay biraz boşuna çabalamış ya da okunmamış, okunmuş da anlaşılmamış. herkesin dert yandığı arkadaşlık ilişkileri, saf sevgi, çıkarsız insanlık ilişkileri, kendini toplumdan soyutlayan insanlar neden böyle bir şey yapmaya gerek duyar gibi şeyleri anlatmış anlatmış durmuş. aslında bir bakıma bizlere akılda veriyor ve bazıları da çıkıp "ulan sen kimsin bana akıl veriyorsun" demiyor çünkü o da o yanlışın içinde ya da mağdur bir biçimde hayatını sürdürüyor. kitapta kendinden bir şeyler bulabilenler selim'in yaşadığı sondan uzaklaşabiliyorlar bir bakıma. hem bir çıkış yolu da var kitapta -tabii ne kadar doğrudur orası tartışılır- yaratılan hayali bir karakter var, samimi bir dost, okunacak bolca kitap, yalnızlık anında gidilecek yollar ve o yolların sonunda bizi nelerin beklediği gibi. "ben kitapta kendimden bir şey bulamazsam ne olacak, boşa mı yaşıyorum" diyenler de olabilir, ona ne diyelim "hayata bakış açısı" günümüzde kim boşuna yaşar be, hepimiz ayna karşısında on numarayız -yüz üzerinden- kim diyebilir sen boşuna yaşıyorsun diye, kim inanır buna. oğuzum atayım biraz ezilenden yana bütün eserlerinde "insanlık kaygısı mı yoksa ticari zeka mı" adına ne derseniz deyin artık. kanayan bir yarayı sarmak için koşturmuş eli yüzü kan içinde kalmış eh elini yüzünü temizleyemeden de göçüp gitmiş dünyadan.

    karanlıktan korkmayanların, acıdan -soyut anlamda- haz alanların yazarı. derin düşüncelerden kurtulamamaktan dolayı bir kaygınız varsa bırakın bu tarz kitapları. polise, aşk romanları okuyun, kıymetli vaktinizi boşa harcamayın.
  8. "kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız."
  9. ''hayatında ilk defa başka bir insan olma özlemini duydu. hiç bilmediği bir içkinin susuzluğu gibi bir duygu. değişebilmek. kendinin bile tanıyamayacağı yeni bir varlık olmak. bütün canlıların olanca güçleriyle karşı koydukları bir değişim, bir başkalaşım. korkutucu ve aynı zamanda çekici bir eğilim. hücreler bütün güçleriyle, dış etkenlere karşı koyar ve vücuda girmek isteyen yabancı unsurları dışarı atmaya çalışırken değişebileceğini düşünmek, insan için ne kadar zordu. değişmek, kendine yabancılaşmak demekti...'' syf 319
  10. oğuz atay şaheseridir. yazdığı ilk kitap olmasına rağmen karışık dili ve kurgusuyla kimilerine göre türk edebiyat tarihinde yeni bir devri başlatmıştır. "baş yapıt" ünvanını sonuna kadar hak eder.