• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.54)
varolmanın dayanılmaz hafifliği - milan kundera
"ne yapacağını bilemeden bir avlunun karşı tarafındaki duvara dalıp gitmek; bir aşk anında karnındaki inatçı gurultuya kulak vermek; ihanet etmek; ihanetin göz kamaştırıcı yolunu terk ederek gücü kendinde bulamamak; büyük yürüyüş´te kalabalıklarla birlikte yumruğunu havaya kaldırmak; gizlenmiş mikrofonlar önünde espri gösterisi yapmak- bu durumların hepsini tanıdım, hepsini yaşadım... romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir... her biri benim ancak kenarında dolaştığım bir sınırı aşmıştır... çünkü romanın sorguladığı sır o sınırın ötesinde başlar. roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan hayatının araştırılmasıdır."


  1. bu kitap benim için şu cümleyle özetlenebilir:

    "güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar."

    ha bi' de şu var, ek olarak "sevgi, insanın gücünden vazgeçmesi demektir."
  2. "şu sonuca vardı tomas: bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutukular. aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu)."

    böyle de harika bir kitaptır.
  3. çoğu okur gibi benim de kundera ile tanıştığım kitap bu. çok uzun sürede okudum, kitap bence o kadar guzeldi ki bitmesin diye araya hep başka kitaplar koydum. ama malesef her güzel şeyin bir sonu var..(klişeden de ölmedim)

    birbirinden farklı dört karakter, arka planda prag baharı, rusya işgali, komunizmle içiçe geçmiş faşizm.
    kadınlardan kopamayan, bağlanamayan ama bu durumun sadece kadınlarla değil hayatındaki tüm insanlarla geçerli olduğu psikolojiye sahip bir adam. oğlunu bile tanımıyor, bağlılıkların getireceği sorumluluk duygusuna sahip değil. olması da gerekmiyor zaten.
    ailesiyle hatta daha çok annesiyle sorunlu bir kadın, zeki bir kadın ama hafif yaşamayı seçen tomas'ın yere basmaya zorunlu kalmasının sebebi tereza. aile bağından kaçıyor ama bir adama sımsıkı bağlanıyor, ayrılıp gittiğinde bile iplerini çeke çeke onu yanına getirdiğinin farkında değil.
    sabina ve franz var bir de. sevdiği kadının onu göreceğine inanarak yaptığı şey sebebi oluyor franz'ın. o kadın ki yürüyüşlerden, havaya kalkan yumruklardan, atılan sloganlardan ve güçsüz adamlardan hoşlanmaz. sabina, franz'ın unutamadığı kadın..

    tüm o politik içeriğinden ayırırsak ilişkiler üzerine yazılmış iyi bir kitap bu. türkiye'de çıkan kapakları aynı, içerikleri aynı, tamamı melankoliye bulanmış saçmalıklardan oluşan kitaplar yerine bunu okuyun. kitap sanki bulanık olan suyu biraz daha net görelim diye yazılmış. ki bir de kundera'nın anlatış şekli, araya girip sizinle konuşması, hayvan sevgisinden bahsetmesi.. çok şey öğrenebileceğiniz bir kitap.
    nesli
  4. milan kundera'nın şiirsel bir dille yazdığı harika roman.

    yazar, arka planında prag baharı ve sovyet işgalinin yaşandığı bir dönemde, insan ilişkilerini -kendi felsefi düşüncelerini de katarak- mükemmel bir dille anlatıyor. bu insan ilişkileri; aşk ve sadakatsizlik, özgürlük ve bağımsızlık, baskınlık ve tabiiyet, hafiflik ve ağırlık etkisiyle şekilleniyor. ilişkiler örgüsü çok çeşitli, dolayısıyla arzular ve hayaller de farklılık gösteriyor. romanın merkezî düşünceleri friedrich nietzsche'nin "ebedî dönüş" tezi etrafında dönüyor.

    var olmanın katlanılmaz hafifliği okuru da sarıyor ve romanın son cümleleriyle birlikte insanın içine hüzünlü bir ağırlık çöküyor.
  5. "ilk birlikte oldukları sırada bir kere, franz ona garip bir biçimde üstüne basarak, "sabina sen bir kadınsın," demişti. sabina onun bu apaçık gerçeği neden amerika'yı keşfeden kristof kolomb ciddiyetiyle vurguladığını anlayamadı. franz'ın böylesine alışılmadık biçimde vurguladığı "kadın" sözcüğünün onun gözünde iki cinsten birini göstermediğini çok sonra anladı."
  6. "ona kadınların en bayağısı gibi,
    -beni bırakma, bana sıkı sarıl, oyuncağın yap beni, kölen yap, güçlü ol! demek için karşı konulmaz bir arzu duydu. ama bunlar söyleyemeyeceği sözlerdi.. "

    harika ötesi bir kitaptır aynı zamanda.
    nesli
  7. "insanoğlunun bütün bahtsızlığı burada yatıyor. insan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. insan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir."



    "yaşamlarımızın her saniyesi sonsuz kere yineleniyorsa, isa'nın çarmıha çivili olduğu gibi biz de sonsuzluğa çivilenmişiz demektir. bu, insanı dehşete düşürecek bir olasılık. sonsuza kadar yinelenme dünyasında her attığımız adıma dayanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı gelir çöker. işte nietzsche, sonsuza kadar yinelenme düşüncesine bunun için yüklerin en ağırı demiştir."

    sosyal medyanın sarkıntılığına uğradığı vakitler oldu. nitelikli oluşu, sağlam örgüsü ve anlatımı ayağa düşmesini engelledi diye düşünmüşümdür hep. iyi kitap.
    nisa
  8. ne kadar beğenildiğini gördüğüm ve milan kundera'dan bir kitap okumak istediğim için ilk okuyacağım kitap olarak bunu seçtim ve ne yazık ki okuduktan sonra yazardan okuyacağım son kitap olacağını da anladım. nedenlerini de yazayım.
    !---- spoiler ----!

    öncelikle okumam uzun sürdü. çünkü hiçbir karakter yeterince ilgi çekici gelmedi ve merak uyandırmadı. çoğu zaman neyi neden yaptıklarını anlayamadım. mesela adam kadını aldatıyor 200'den fazla kadınla üstelik. kadın nedense birdenbire yedi yıl sonra adamı terk etmeye karar veriyor. neden bekledi veya neden şimdi gitti bilmiyoruz. adam kadına geri dönüyor ve affediliyor dahası geri döndüğü an bunun için pişman oluyor. ???

    iki: ne anlama geldiği muallak olan ama yazarın üzerinde ısrarla durduğu bazı olaylar ve yer yer denk geldiğimiz zorlama aforizmalar. yani cidden aptal bir şapka takan çıplak bir kadının aynaya bakması daha ne kadar sürdürülebilirdi ki.

    üç: okuma boyunca daha ilk sayfadan hissedilen yazarın entelektüel ve derin görünme isteği. felsefi terimleri ve filozof adlarını kullanması ama felsefi yönden kitabın bir derinliği olmaması aksine sığ kalması. ve ayrıca yazarın dördüncü duvarı birkaç kez yıkması. bu eyleme karşı olduğumdan değil sadece çok gereksiz buldum.

    !---- spoiler ----!

    pekala bu kadar. ama neden beğenildiğini anlayabiliyorum. çünkü tam bu amaçla yazılmış.
  9. milan kundera'nin insan iliskilerine bakis acisina buyuleneceginiz, nietzsche'nin bengidonus teoremini, askin cok guzel bir tanimini, kitsch'in tanimini iceren sovyet etkisi altindaki cekoslavakya'nin anlatildigi roman.

    !---- spoiler ----!

    "gercek insan iyiligi ancak karsisindaki gucsuz bir yaratiksa butun safligi ile, ozgurce ortaya cikarabilir. insan soyunun gercek ahlaki sinavi, temel sinavi (iyice derinlere gomulmus, gozlerden uzak sinavi) onun, merhametine birakilmislara davranisinda gizlidir: hayvanlara. ve iste bu acidan insan soyu temel bir yenilgi yasamistir, o kadar temel bir yenilgi ki, butun oteki yenilgiler kaynagini bundan almaktadir."

    "tumuyle benliksiz bir askti bu; tereza, karenin'den bir sey istemiyordu; onu sevdi diye karsiliginda, kendisini sevmesini bile beklemiyordu. ustelik hicbir zaman kendi kendine; insan ciftlerine yasami zehir eden sorulari da sormamisti: beni seviyor mu? benden daha cok sevdigi bir baskasi var mi? benim sevdigimden daha cok seviyor mu beni? aski olcmek, sinamak, denemek ve kurtarmak icin aska yonelttigimiz butun bu sorular belki de her seyin yanisira aski kisaltmaya da yariyor. belki de sevemememizin nedeni cok sevmek istememiz, yani karsimizdaki kisiden hicbir istekte bulunmaksizin, ondan onunla birlikte olmaktan baska bir sey istemeksizin kendimizi ona verecek yerde ondan bir sey (ask) talep etmemizdir."

    !---- spoiler ----!
  10. çek yazar milan kundera'nın 80'lerde çok popüler olmuş eserinden yönetmen philip kaufman'ın uyarladığı, 1988 yılında piyasaya çıkan bu film aynı zamanda 1989'da ' en iyi uyarlama senaryo ' dalında oscar'a aday olmuş ve aynı yılda ingiliz akademisi film ödülleri (bafta) tarafından aynı dalda ödüle layık görülmüştür.
    ana karakterimiz thomas (daniel day-lewis) prag'da yaşayan ünlü bir beyin cerrahıdır. yaşamını tek başına sürdüren, özgürlüğüne düşkün karakterimizin hareketli bir cinsel hayatı vardır. birçok kadınla aynı zaman aralığında birlikte olmayı sürdürse bile thomas'ın gözdesi kendisi gibi hayatı, cinselliği ve ilişkileri hafife alan, sanatçı kimliği ile ön plana çıkan sabina(lena olin)'dır.
    istediği kadını elde edebilecek güce sahip olan doktorumuzun hayatına genç ve garip cazibesi olan teraza(juliette binoche) girdiğinde işler değişir. tutku dolu kadınla beraber yaşamayı ve daha sonrasında evlenmeyi kabul eden thomas eski hayatındaki çapkınlıklarına devam eder ve sabina'yı görmeyi sürdürür. thomas apolitik bir karakter olsa da arka plandaki prag baharının sona erişini - 1968 yılında sscb ve varşova paktı müttefiklerinin çekoslavakya'yı işgali - görmezden gelemez. bu tarihsel olaylar gerçekleşirken hepsinin hayatı derinden sarsılacaktır.

    ''take off your clothes''

    - tatlı, canlı bir müzik. yakışıklı bir doktor (thomas) ve güzel bir hemşire. ve filmin ilk cümlesi ''take off your clothes''. ilk sahnesiyle filmin konusunu, mesajlarını thomas üzerinden anlatacağını ve bu yüzden yönetmenin thomas'ı erkenden tanımamızı istediğini anlayabiliyoruz. art arda gelen kesmeler ile filmin ilk 5 dakikasında thomas'a farklı sahnelerde rastlıyoruz ve ilk iki sahneyle thomas'ın çapkın bir adam olduğunu, ayrıca kadınlar hakkındaki düşüncelerini ve korkularını öğreniyoruz. sonrasında ameliyat için taşraya gittiğinde iyi bir doktor olduğunu, ameliyat esnasında ıslık çalmasıyla, rahat hareketleriyle de hafif, özgür bir kişiliğe sahip olduğuna kanaat getiriyoruz. çok kısa bir sürede karakteri bizim için oluşturan yönetmen, filmin konusunun karakterin oluşumu hakkında olmadığını, karakterin yaşamındaki olaylara bakışı ile, vereceği kararlar ile ilgili olacağını bize önceden sezdirmek istediğini söylemek kesinlikle mümkün.
    - edebiyat eseri üzerinden uyarlama olan film, birçok farklı daldan incelenmeye müsait. sanat, felsefe, tarih ve tabii ki de sinema bu dalların başı. yazımda filmi ve filmin başarılarını daha anlaşılır kılacak olduğuna inandığım noktaları açıklamak, filmin ve aynı zamanda eserin bize düşündürmek istediği noktalara ortaya koymaya çalışacağım.

    bir edebiyat eserinden uyarlama olan film, ''en iyi uyarlama senaryo'' dalında ödül almasına rağmen kitabı okuyan insanların kitaba göre filmde birçok eksik bulacağından hiçbir şüphem yok. sinema uyarlamasında kitaptaki olay örgüsüne sadık kalınsa bile film ne yazık ki kitabın yerine tutamıyor. kitabın olay örgüsünün karışık olması, karakterlerin düşünceleri, hisleri ve tercihleri hakkındaki açıklamaların çok olması ve son olarak da bölüm başlarında yazarın bölümle ilişkin bazı felsefi konulara dair açıklamalar yapması filmin kitabın yerini tutamamasının temelini oluşturuyor. bu durumların sinemaya direk sözle, mesela bir konuşmacı ile ortaya koyulmasının sinemasal etkiyi derinden yaralayacağının farkında olan philip kaufman'da kitabın geçirilmesi zor olan kısımlarının tamamını yapamasa bile temel konuyla ilgili olan yazıların bir kısmını yeni diyaloglar yazıp onlara yayarak izleyiciyle paylaşmaya çalışıyor. diyalog dışında oyunculuktan ve film tekniklerinden faydalanarak da bu eksiği kapatmaya çalıştığını söylemek mümkün.
    örnek olarak filmin ortalarında teraza thomas'ı terk ettikten sonra thomas yeniden yalnız kalır ve eski yaşamına, hafifliğine döner. teraza'nın gidişinden sonra thomas'ın arkada hafif bir ses eşliğinde, tek başına bulunduğu sahnelerde eskisi gibi huzurlu ve hafif olduğunu görebiliyoruz. geniş çerçevede aydınlık bir deniz ve beyaz leylaklar. thomas sanki arkadaki müziği duyarmış gibi kollarını sallamakta, hafif hafif dans etmektedir.. ve sonra ani bir kesme. thomas evde tek başına beyaz puf koltuğa oturmaktadır. önündeki yemek masasında içilmemiş bir bardak su, yenilmemiş iki tane domates ve bir parça ekmek bulunmaktadır. onların yanında da teraza'nın kaktüsü. thomas bu sahnenin başından sonuna kadar kaktüse bakmaktadır. kamera bir tarafa thomas'ı bir tarafa kaktüsü koymuştur. thomas'ın yüzünde acılı ve ağır bir ifade vardır. bir süre sonra kamera thomas'a yakın çekime geçer. yönetmen o hafif adamın yüzündeki ağırlığı bize göstermek istemektedir. kamera gittikçe thomas'a yaklaşır ve arka plana gergin bir keman sesi girer ve yaklaştıkça ses yükselmeye başlar. kaktüs ve thomas arasında her seferinde gittikçe yakınlaşan karşı çekim devam eder ve yine bir kesme. bu sefer thomas gözünde siyah bir gözlükle araba kullanmaktadır. yönetmen sahnenin geçişini yumuşatmak ve duygu yoğunlunun halen devam ettiğini göstermek için müziği devam ettirmektedir. bu sefer thomas'ın yüzünde adeta bir yenilgiye uğrayan adamın ifadesi vardır. sonraki çekimde aranın yolda olduğunu gösteren bir sahne. kamera sahneden yavaş yavaş uzaklaşmakta. son olarak yönetmen bize thomas'ın teraza'nın peşinden gittiğini ve prag'dan uzaklaştığını gösterir. yönetmen kitaptaki 20 - 30 sayfayı film teknikleri ve daniel-dey lewis'in mimikleriyle yaklaşık 1 dakikalık sahnenin içine yerleştirmeyi başarmıştır.
    yukarıda bahsettiğimiz gibi filmin içinde birçok sahnede sinemanın gücünü görsek bile filmi kitaptan ayrı tek başına ele aldığımızda, kitabı okumayan insanların gözünden baktığımızda, güzel karakterlere ve oyunculara sahip, ilgi çekici görüntüleri olan, aynı zamanda tarihsel arka planı da başarılı bir şekilde yansıtan bir film görürüz. bu nitelikler elbet bir başarıdır ancak filmin alt metninde yatan ve aslında filmin temelini oluşturan - aynı zamanda kitabın - düşüncenin sadece kitap okuyanlar tarafından anlaşılacak olması iyi uyarlama filmin kriterlerinin ne olduğunu bize tekrar düşündürmeli. örnek olarak yukarıda sinemasal açıdan bahsettiğimiz sahnenin başında thomas teraza'nın bıraktığı notu okur ve notta teraza thomas'ın hafifliğine dayanamadığını söyler. ve bu hafiflik bahsi birkaç karede daha belirgin bir şekilde olur. kitabın ilk bölümünde açıklaması yapılan ağırlık ve hafiflik düşüncesi aslında filmin temel sorusunu oluşturmakta ve tüm karakterler için geçerli olmaktadır. edebi eserinde açıklanan ve romanın temel noktasını oluşturduğu belirgin olan bu düşünce ne yazık ki filmde yerini bulamıyor ve bu yüzden film kitaba bağlı bir halde anlamlı hale geliyor.