1. ahmet oktay'ın intihar eden 12 şair için kaleme aldığı şiirlerini topladığı "yol üstündeki semender" kitabında, mayakovski için yazdığı dizeler.

    vladimir mayakovski

    bir kez daha kucakla beni
    kara-büyüsüyle bağlandığım gece;
    mağma ve kemik tayfunları,
    yağmur sularında sürüklenen bir mektubun
    sar’alı yazısı gibi silikleşen ün;
    ölümün tunçtan dökülme flütü
    akkora kesmiş yüreğimi titretmiyor;
    gece,
    uçurumlarında belleğin
    kılık değiştiren hayalet,
    insan bir tansık
    diye yinele;
    çünkü sözcüklerin külünden doğdu
    yaralı oğlun.

    oğlunum,
    soy kütüğünden intihar ve cinnet
    kıya ve zindan
    sızdıran kent;
    siyah sahtiyan!
    gölgemle kaplanırdı bir zamanlar,
    rahmin olan sokaklarında;
    çırakların gündüz düşleriyle uyuya kalmış
    mürettiphanelerinde,
    alanları dolduran göstericilerinin
    o iskeletler operası şarkıcılarının
    alevden hançeresinde,
    yitik tundraların rüzgârlarıyla
    inliyorum;
    üzerimde haksız bir küşüm

    ve suçlamalar,
    taşta dövülen mürekkep balığının
    etinde boğulan çığlığıyla
    inliyorum.

    kent! siyah sahtiyan!
    sen ki sevişiyormuş gibi
    titredin bir vakitler şiirlerimle,
    duy beni.

    dün müydü bugün müydü bilmiyorum,
    yağıyor kar
    uzaktan duyulan
    kederli bir ninni gibi;
    keder,
    mayam benim;
    çoğunluğun okuyamadığı

    okuyanınsa horladığı simyam,
    keder
    yakut parıltılı gömüm!
    gizemli güldürü‘nün
    yasaklandığı günden
    makbet’ler gününden beri
    çocukluğumda göğsüme bastırdığım
    sıcak bir somun gibi
    ısıyıtorsun beni.

    çalıyor saat!
    başlangıç sondur
    son da başlangıç;
    “ayağa kalkılan
    saattir bu, konuşulan saat
    yüzyıllarla,
    tarihle,
    evrenle.”

    içinden geçiyorum tarrakalarla
    tüm zamanlarımın:

    baumann’ı anma gösterisinden dönüyorum
    asit gibi gözlerimi yakıyor
    cinayetin öfkesi;
    petersburg luna parkı’ndayım aynı sıra
    trajedi kırıyor sarkık çenelerini
    etobur kara-kamu’nun;
    jübile’mde miyim yoksa
    göğsümde buzuldan bir çiçek;
    ve içimde
    o hiç dinmeyen kar sesi:
    “şairimiz” diye haykırıyor
    işçiler
    “haksızsın” diye bağırıyor
    aparatçik;
    burcum, gizemli yengeç
    esirge ve büyüt
    devrimden başka bir şey olmayan
    şiirimi.

    nasıl da akıp gitti günler
    yaratılan bir dünyanın çoşkusunda,
    kutusundan taunlar yayan imgelem
    yabanıl afişler
    yürüyüş kolları
    elektrik
    mancınık ateşleriyle yanıyorsun hâlâ
    ekim gecesi.

    lili,
    denizin üstünde bir gül,
    uzaklaşıyor yüzün
    bayraklar
    flamalar,
    kasketler arasında;
    yaşamım gibi.

    bir cehennem özdeyişi
    fısıldıyor çehov: “nasıl
    yalnız yatacaksam mezarımda
    öyle yalnız yaşıyorum”.
    blok da
    “kaos doğuştan içimde”
    diye yazıyor
    gecenin mürekkebiyle.

    öz kardeşlerim. suç ortaklarım.
    sözcükler de ikizler gibi,
    kanıyor
    ya da düş görüyor
    ötekisiyle.
    biliyor ve canımı basıyorum altına:
    meleğin sözü
    deccal’ın da.

    “dize getiremeyecek beni utanç”

    gördüm ve yitirdim
    kent kadar doğurgan ve ölümcül
    o yüzü
    bayraklar,
    flamalar,
    kasketler arasında;

    1916’da bilicisiydim sonumun
    ve şunları kazıdım
    şerareler çıkaran parmaklarımla
    her kapıya:
    “mayakovski sokağı derler
    bin yıldan beri bu sokağa
    canına kıydığı yer burası işte
    sevgilisinin kapısında.”

    ödeşmiyorum seninle
    sevgili yaşam,
    uzlaşmıyorum da

    yatırın beni
    samanyolumdan tabutuma.