1. İki huzursuz arasındaki benzerlikler...

    benzerlikler önemli.
    karşılaştırmalı bir okumayla yüzeyin altına inebilir, böylece benzer kaygılar, huzursuzluklar, şimdiki zamana mesafelilik, tereddüd hali ve geçmişe yönelik benzer bir ilgi içinde iki yazarı görebiliriz. böyle bir okumanın içerimleri bakışımızın sınırlarını genişletmekten öte kavrayışımızı derinleştirir.
    ancak, bu karşılaştırmalı okumanın da tek yönlü olmaması, benzerlikleri görmek ve anlamaya çalışmakla sınırlı kalmaması gerektir.
    ‘özdeşsizlik’ her iki yazarın ortak kimliği gibidir, ancak yine de aidiyetsizliklerinin biçimi -hem bunu sahiplenişleri hem de bununla ürettikleri eserler bakımından- belirli bir farklılığın kaynağıdır.
    ya da geçmiş kavramıyla ilişkileri. ya da kişisel tereddütleriyle kültürel sorunların kendilerinde içiçe geçme biçimi, bunu bir entelektüel olarak üstlenme biçimleri.
    benzerliklerini görebileceğimiz noktalardaki ayrımlara geliyoruz ister istemez.
    *
    benzerlikleri ve farklılıkları anlamayı zorunlu kılıyor bu.
    benjamin ile tanpınar arasında böylesi bir ikili okumayı nurdan gürbilek’in harika kitabı benden önce bir başkası‘da bulabiliriz.
    “bir yazarı başka bir yazarın ışığında okumak” dediği yaklaşımıyla gürbilek, çift-yönlü bir işlemle gerçekleştiriyor bu okumayı. dostoyevski, kafka, oğuz atay, ahmet hamdi tanpınar, edward said, walter benjamin, peyami safa…..
    liste uzatılabilir.
    bunlara ‘gürbilek’in yazarları’ diyebiliriz. çünkü, her kitabında döne döne aynı yazarlardan söz etmekte, başka bir bağlamsallık içinde yeniden yorumlamakta ve bu yazarları üstlendikleri ya da üstlenemedikleri yönleriyle yeniden düşünme konusu haline getirmektedir.
    doğu-batı ikiliğinin içinden (yine çift-yönlü bir işlemle) düşünme ve tarihsel-kültürel sorunları anlamlandırma çabasıdır söz konusu olan.
    *
    benden önce bir başkası’nda sarih bir okumaya, dili ve bakışıyla kendine has bir yöntemselliğe dönüşmüş gibidir gürbilek’in yaklaşımı.
    gibi’si fazla, en başından beri öyledir, ama burada artık açıklığı ve derinliği başka bir şekilde hissederiz.
    yazarları ve metinleri ikili okumasıyla her bölüm ayrı bir öneme sahip ve ötesinde, bir anlamda da kitap kendi içinde, bir süreklilik halinde okumaya elverişli.
    ancak, özellikle, benjamin-tanpınar karşılaştırması, cemil meriç ile edward said karşılaştırmasında olduğu gibi, benzerlikler kadar farklılıkları anlamlandırma çabasıyla burada işaret etmek istediğim nokta açısından önem taşıyor.
    *
    öncesinde, ilkin tanpınar’ın günlükler‘ini dostoyevski’nin yeraltından notlar‘ı ışığında okuyor gürbilek. dostoyevski-tanpınar karşılaştırması kendi başına dikkate değer bir konu. farklı okumalara açık.
    gürbilek’in ağırlık verdiği nokta, son yıllarda gelişen “tanpınar algılamaları”yla ilgili bir bakıma. “kırtıpil hamdi”nin bir “yeraltı trajedisi” içinde anlaşılmasını istiyordur gürbilek bizden.
    günlükler’i dolayımında eziklikle hıncın, hırsla yetersizlik duygusunun, meydan okumayla boyun eğişin, yaratma arzusuyla geç kalmışlığın içiçeliğidir anlaşılması gereken.
    tanpınar modasına da, kolay yoldan tanpınar yargılamalarına da kapılmıyordur gürbilek.
    *
    asıl meseleye döneyim.
    benjamin’in pasajlar‘ı tanpınar’ın beş şehir‘yle birlikte okunuyor kitapta.
    yazınsal olduğu kadar politik, estetik olduğu kadar ideolojik içerimleri olan bir anlamlandırma imkanı yaratılmaktadır böylece.
    besim dellaloğlu gibi benzerliklerin altını çiziyor gürbilek elbette. ama orada durmayarak, iki “huzursuz” yazarı birbirinin ışığında okurken, farklılıkları anlamaya çalışıyor.
    ahmet hamdi tanpınar, gürbilek’in kör ayna kayıp şark‘ta değerlendirdiği üzre, türk modernleşmesinin zihniyet dünyasında bir kırılma noktasıdır. şimdiki zamanla tereddütlü ilişkisi, geçmişi geri getirilemez bir kayıp halinde tasavvur ediyor oluşu ve doğu-batı sorunsalındaki ikili -ya da ikircimli- konumlanışıyla gerçekten de tanpınar, ilginç bir figürdür.
    tanpınar’ın yazınsal, politik ve ideolojik eğilimlerini belirginleştirmeye yöneliyor bir çok denemesinde gürbilek, bu nedenle. çünkü, bunlar aynı zamanda tarihsel-kültürel meselelerin anlaşılmasının çeşitli boyutlarını görmenin (ve göstermenin) de bir yolu.
    *
    hayali bir karşılaşma tasarlıyor gürbilek.
    benjamin ile tanpınar karşılaşmış olsalardı birbirlerini nasıl algılarlardı? benzerlikleriyle birbirlerini anlayabilirler, farklılıklarıyla anlayaşabilirler miydi? nasıl bir tartışma ya da diyalog olurdu aralarında?
    tanpınar’ın “öksüzlük” duygusunu benjamin anlayabilirdi belki, ama benjamin’in “hiçbir kültür ürünü yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın” deyişini tanpınar anlayabilir miydi? böyle bir konuşma seyrinde, batıya olduğu kadar doğuya da birlikte bakabilirler miydi?
    kültürel olanın kişisel olanla içiçe geçmişliği en önemli paydadır her iki yazarda; endişe ve tedirginlikleriyle bunlar varoluşlarında içiçe geçmiş, düşünsel ve yazınsal bir niteliğe bürünmüştür.
    gürbilek’in yaklaşımında ayrıcalıklı bir konumlanıştır bu.
    böylesi bir hayali karşılaşmada, dışarıdan bakan için ‘aidiyetsizlikleri’yle ortak bir noktaya, benzer bir konumlanışa sahip görüneceklerdir bir açıdan elbette. ama mesele de bu noktada, bu benzerlik bağlamında beliriyordur zaten.
    tereddütlerinin yapısı da, o tereddütlerle ilişkileri de birbirine en çok benzedikleri noktalarda farklılaşıyordur.
    *
    zaman kavramını, benjamin ile tanpınar’ın buluştuğu ve ayrıldığı, benzeştiği ve farklılaştığı nokta olarak işaretleyebiliriz sanıyorum.
    soyut bir mefhum olarak değil, tarih ve kültür olarak zaman.
    gürbilek’de benjamin ile tanpınar karşılaştırmasını, tarih ve kültür meseleleri dolayımında ele alıyor haklı olarak. çünkü, mazi ve gelenek, şimdiki zaman, şimdinin geçmişle ilişkisi, geçmişin kurtarılması gibi bahislerde belirginleşmektedir benzeşim ve ayrışım çizgileri.
    son bakışta aşk‘ın sunuş’unda gürbilek’in saptamasını hatırlayalım.
    benjamin için “geçmişe sadık kalmanın yolu ona şiddet uygulamaktan geçer,” der gürbilek burada. bugünün geçmiş üzerindeki tahakkümünün ve otoritesinin sarsılmasını olduğu gibi, geçmiş’in kendisine de yöneltilen bir şiddettir söz konusu olan.
    *
    tanpınar içinse, mazi telafi edilemez bir yas tutma haline karşılık gelir. kayıp annenin yasını tutan öksüz oğul. geçmişe yas tutma tanpınar’da mağrur bir övünme değilse de vakar bir yüceltimi, narsistik bir tasavvuru, öksüzlük vurgusu yoluyla geçmişin şiddetten azade kılınmasını içerir.
    artık kurtarılamayacak ve geri getirelemeyecek olsa da “maziyi ölümün sarayından kurtarmak” ister tanpınar.
    benjamin’in geçmişin kendisinden de kurtarılması -dolayısıyla yeniden yazılması- gerektiğini söylediği noktayızdır oysa tam da burada. çünkü, benjamin’e göre öncelikle ‘geçmiş’ kurulması gereken, ‘gerçekten olmuş olduğu gibi’ tanımaktansa ‘tehlike anında belirdiği haliyle’ ele geçirilmesi gereken bir şeydir.
    “geleneğin hem kendi varlığı, hem de onu devralanlar tehlikededir,” der benjamin. “her ikisi de aynı tehdit altındadır: hakim sınıfın aleti durumuna düşmek.”
    gürbilek’in benjamin ile tanpınar karşılaştırmasında beliren farklılıklar, benzer kaygı ve huzursuzlukların, benzer yaklaşımların, melankolinin kendiliğinden belirli bir yöne işaret etmediğini, belirli bir algılmayı ve yönelişi içermediğini göstermesi bakımından önemlidir.
    *
    benzerlikleri ve farklılıkları anlamlandırma çabasında meseleyi ideolojik olana indirgemiyor elbette gürbilek.
    ancak daha önemlisi indirgemeden sakınırken ideolojik olanı göz ardı da etmiyor oluşudur.
    birbirine benzeyen çoğu eğilimin ve tavrın ne türden ideolojik eklemlenmelerle tamamlanarak anlamını bulduğunu ve bu anlamın da ne türden farklılıklara yol açtığını göstermiş oluyor böylece.
    çift yönlü olduğu kadar, çok katmanlı bir okuma biçimi bu.
    dolayısıyla, besim dellaloğlu’nun karşılaştırmalı okumasının, benjamin ile tanpınar arasındaki benzerlik ve farklılıkları belirginleştirmek üzere gürbilek’in çift-yönlü okumasıyla tamamlanması yerinde olur diye düşünüyorum.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com