• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.79)
yaban - yakup kadri karaosmanoğlu
kendi dönemi içindeki gerçekçilik anlayışına uygun olarak yazılmış olan yaban'da yakup kadri, ı. dünya savaşı'nın bitimiyle birlikte sakarya savaşı'nın sonuna kadar olan sürede bir anadolu köyünde, köylüleri, köyün durumunu, milli mücadeleye ilişkin tavırlarını bir aydının gözüyle verir. yaban için "bu eser benliğimin çok derinliklerinden adeta kendi kendine sökülüp, koparak gelmiş bir şeydir" diyen yazar, bu romanda ortaya koyduğu birçok soruna daha sonra yazacağı ankara'da cevap bulmaya çalışacaktır.


  1. 1932'de basılan bu kitapta ahmet celal'in anlattıklarının 2016'da da geçerliliğini koruduğunu bilmek kadar üzücü olan başka ne var? her şey aynı hala ahmet celal. ne yazık ki.

    edit: düzeltme
  2. kurtuluş savaşı döneminde; istanbul'un işgal edilmesi ve kendi içsel bulantısı nedeniyle, 30'lu yaşlarında, gölgesi ve biraz parasından başka hiçbir şeyi olmadan anadolu'nun ortasında bir köyde yaşamaya karar veren entelektüel diyebileceğimiz birinin hikayesini anlatan, kısa, bir günde okuyabileceğiniz roman.

    üslubu ve gerçekçi anlatımı ile başından sonuna saran bir kitap. köylülere karşı acımasız yergiler içerdiği doğrudur ama bu yergi kaynağının nedenselliğini kendinde bulan baş karakter de bir o kadar etkileyicidir. neticede, benim için anlamlı olan kusursuz nitelikleriyle bir karakterin düşünceleri değil. bu bir tarih kitabı ya da tek doğru yolun kendisininki olduğunu iddia eden ideolojik bir kitap değil.

    bu yönüyle, hataları, kusuru ve bana göre yanlışları olan sevebileceğim bir karakterin bana olan etkisi daha güçlü olur. hiçbir zaman mükemmel olamayacak ve kendi mütevazı ideallerime dahi ulaşıp ulaşamama sorunsalını taptaze tutarken bu tip karakterle yapabileceğim empati çok daha anlamlı. mesela karakterin yer yer cinsiyetçi bir tutumu hissediliyor bu beni rahatsız etti ama karakterle bütünleşti.

    anakronizme düşmeden günümüze dair anlamlı, etkileyici izdüşümleri bulabildim. şu da var kitabı çok geç okudum. çok geç okudum derken bir 10 sene önce okuyabilir bugüne yakın anlamlandırma da bulunabilirdim. ancak, bu kitap malum olduğu üzere ilkokulda türkçe öğretmenleri tarafından sıkça "özeti" istenen bir ödev olduğundan o "ben farklıyım" ama afiliyle yeterince önyargılıydım. hala, bu kitapla yazarın sunmak istediğini her yönüyle ilkokul/ortaokul ^:malum sürekli bir güncelleme^ çocuğunun anlamlandıramayacağını düşünüyorum ama daha erken okumalıydım.

    hiç okumadıysanız okumanızı, ilkokulda okuduysanız şimdi bir daha okumanızı tavsiye ediyorum.
  3. muhteşem betimlemelerle anlatılan bir roman. okuyunca köyden falan soğuyor insan.
    abi
  4. köy ve köylüler hakkındaki tespitleri o kadar doğru ki aynı duruma şuan düşsek yine aynı olaylarla karşılaşırız. bende bir köylü olarak söylüyorum ki; benim köyüm türkiyedeki köyler arasında hali vakti en iyi olanlar arasında bir ege köyüdür, köylüde inanılmaz bir açgözlülük bağnazlık ve cahillik vardır. o cahillik öyle bir yerleşmiş ki eğitimle falan gitmesi de mümkün değil. açgözlülük o kadar fazla ki adeta köydeki herkes bir salih ağadır. tabiki bu her yer için geçerli değil ama büyük çoğunluğu böyledir. bugün bile akpye yüzde 40 oy çıkıyorsa bunların da yüzde 80'i bu tarz yerlerdendir.
  5. mutlu
  6. "- biliyorum beyim sen de onlardansın emme.
    - onlar kim?
    - aha, kemal paşa'dan yana olanlar...
    - insan türk olur da, nasıl kemal paşa'dan yana olmaz?
    - biz türk değiliz ki, beyim.
    - ya nesiniz?
    - biz islamız, elhamdülillah..."
  7. okuduğum en iyi kitaplardan biridir. gözlemler ve aktarım, ülke sınırları içinde galaksiler kadar ayrışan fikir ayrılıkları. okurken kendimi o köyde o insanların içinde hissetmiştim
  8. ı. dünya savaşında anadolu'nun milli mücadeleye bakışını bir osmanlı aydını olan 'ahmet celal' karakterinin gözünden anlatan romandır.
  9. gerçek olanı anlatmıştır. bu yüzden eleştirilmiştir. anadolu insanını küçümsemekle ve köylüyü hain göstermekle eleştirilmiştir. oysa gerçekler romanda anlatıldığı kadar çirkin . aradan kaç yıl geçmiştir yine de romandaki gibi köyleri bulabilirsiniz anadolu'da.
    ben romanı okuyalı yıllar oluyor. bir öğrencim romandaki baş karakterin adını sormuştu, bilememiştim. romanda ismi geçmiyor demiştim. şimdi bu ahmet celal ismi romanda geçiyor muydu? roman günlük tarzında yazılmıştı ve yazanın gözünden olan biten anlatılıyordu. o yüzden ismi geçmiyordu sanırım.
    yakup kadri 'nin en iyi romanıdır.
  10. merhabalar sevgili okurlar ve kendini okur gibi hissedenler;

    3 alıntıyla başlıyoruz:

    1-) geçen gün, kırlarda dolaşırken ayağım bir konserve kutusuna çarpmıştı. durup bakmıştım. bu kutu amerika' dan gelmiş bir kutu idi ve üzerinde ingilizce bir şeyin adı yazılı idi. bu kutuyu buraya hangi yolcular bıraktı? kim bilir ne zamandan beri kaldı, bilmiyorum. fakat tuhaf bir ilgiyle eğildim, elime aldım, baktım adeta eski bir aşinayı görür gibi oldum.
    ben, bu topraklarda, işte bu teneke kutunun eşiyim.

    2-)bir gün de, yolun kenarında eski bir heybe gibi bırakılmış bir ihtiyar kadın buldum. kupkuru, kapkara bir kocakarı... (hepsini yazmıyorum çok yorucu, ninenin tasviri işte)
    -nine, nine hasta mısın?
    -hasta mı? ne hastası? bana yiyecek vermediler. bana içecek vermediler. beni yedi gün, yedi gece yürüttüler. o kızım olacak karıya, ''beni biraz sırtına al'' dedim. kabahatim işte o. beni şuracığa atıp gidiverdiler. ''sen şuracıkta biraz bekle. biz seni gelir alırız,'' dediler. yalan, yalan, yalan... ben yalan olduğunu bilirdim ama ne ideceksin, bey!
    (tasvir paragrafı)
    -gel, seni bizim köye götüreyim
    -olmaz, olmaz. belki döner gelirler. kim bilir, belki döner gelirler de, beni bıraktıkları yerde bulamazlar

    3-)(düşman uçakları seyrettikleri sırada bir köylü diyor ki)sen öyle diyon emme, bunların bize faydası oldu. görmüyon mu, hiçbir yanda kargalardan iz kalmadı. harman yerinde, tahılı hep yirlerdi.

    kitap, sol kolunu savaşta kaybetmiş eski bir subayın terhis olduktan sonra askerlerinden birinin anadolu' daki köyüne gitmesiyle başlıyor. kitap, sözde bu subayın yazdığı bir defterden oluşuyor ama sakın buna kanmayın, yakup kadri yazmış kitabı, internetten araştırdım kesin bilgi, yayabilirsiniz.
    şimdi ilk alıntı zaten kahramanımızın köyde ne durumda olduğunu mükemmel şekilde özetliyor. üçüncü alıntı, köylünün ne durumda olduğunu, memleket meselelerinden nasıl bihaber olduğunu mükemmel şekilde özetliyor. zaten kitap da baştan sona bu iki alıntıda özetlenen durumun anlatılmasından ibaret. tabii bunu muhteşem şekilde yapıyor gerçekten.
    2. alıntıya gelince; onu, savaşın acımasızlığını çok güzel özetleyen bir pasaj olduğunu düşündüğüm için buraya koydum.

    gerçekten harika bir kitap yanlışım yoksa da yakup kadri' nin en önemli eseri zaten. kitabın daha ilk birkaç sayfasından itibaren aklıma takılan bir şey var; neden bir subayın gözünden direkt anlatılmıyor olay da onun defterinin okuyucuya sunulmasından ibaret kitap? kendimce nedenlerimi sıralıyorum şimdi;

    1- yakup kadri şekil yapmış.
    2- sözde defterde yazanların okuyucuya sunulmaya başlamasından önceki son cümle için bunu yapmış olabilir; ''dee, sizin gibi yabanın biriydi.'' yani hala olan biten hiçbir şeyin farkına varamadı diyor köylüye. eğer bunu yaptıysa muazzam bir hareket yapmış olur yalnız. o kadar laf edip hatayı üzerine alıp(alıntılar bölümünde de göreceğiniz üzere köylünün bu cahilliğinden türk aydınını sorumlu tutuyor yazar) sonra böyle incede vurulu mu lan?
    3-bir karakterle aslında türk aydınını anlatıyor yazar ki bu benim keşfim değil her yerde bu yazıyor zaten ama kitaba bir gerçekçilik, tutarlılık katıyor bu hareket. neden? kendimce cevaplayayım sorumu; eğer sözde defterde yazanı okuyucuya sunmak yerine, kahramanın gözünden anlatsaydı olan biteni ''kalktım, elimi yüzümü yıkadım'' modunda bir iki şey zırvalaması lazım gelirdi ki yazarın derdi burada karakteri anlatmak değil, türk aydını ile anadolu arasındaki uçurumu anlatmak olduğundan ve bunu bir roman kurgusuna yedirmesi gerektiğinden kendisini, asıl anlatmak istediği şeyleri anlatmaktan uzaklaştıracak her türlü zırvanın önüne geçiyor bence bu hareketiyle.

    bir de bu kolsuz subayın aşık olduğu bir hatun var kitapta. yok lan hatun çok ağır oldu, kız var diyelim. işte ikisi arasındaki ilişkinin durumu, benim aşk teorimin -ki bana göre çoktan kanun o neyse- geçerliliğini ispatlayan bir örnektir. ne der m. samsa' nın aşk teorisi: aşk, karşılıklı bir faydacılık durumudur. kızın kaşı gözü, gönlü, kalçası, beyni, sesi, düşüncesi vs. için istersin onu. kız da senin kaşın, gözün, paran, araban, cümlelerin vs vs. için ister seni. şimdi ulu odin' in bile varlığından bihaber olan köyde adam eldeki imkanlar dahilinde en güzel kıza vuruluyor. sonuçta büyük şehir görmüş bir adam, vizyon sahibi, sevişmişliği var boru değil yani. kız ise adamı istemiyor zira adam kolsuz en başta. hem köyde takdir gören popüler bir adam değil, aksine dışlanan bir yaban. fakat düşman askerleri bu köyü talan edince kız kendisini o ortamdan kurtarabilecek tek kişiye, bizim kolsuz subaya yakınlaşıyor bir anda. ve ruh eşlerini buluyorlar. oysaki şehirde olsalar bulamayacaklar. girmişken bitireceğim konudan saptım devamını okumayın bence; önceden kimle sevgili olurduk abi, internetten önce? arkadaşın sevgilisinin arkadaşlarıyla. neden? e portföy o kadardı. şimdi internet filan derken dünyanın her yerinden ilik gibi hatunlarla konuşabiliyoruz. kes interneti; komşu kızı, otobüsteki esmer, okuldaki sarışın ya da o lokasyondan biri hayatının aşkı olur. ver interneti; gelsin facebook, gitsin twitter, ahan da check in yaptım, rus sitelerinde daldım derken ruh eşin ukrayna' dan çıktı. aşk işte.

    kitaptaki muazzam noktalama işareti kullanımını övmek gerek aslında ama iletişim yayınları söz konusu olunca bu övgü çok basit kalır onlar için.