• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (10.00)
yalnızlar için çok özel bir hizmet - murat gülsoy
"bakın, siz bedenen ölmüş birini zihninizin içine aldınız, onu konuk ediyorsunuz. ev sahibisiniz. bu ilişkide tüm denetim sizin elinizde olmalı. yani zihninizin içinde ona ne kadar yer açacağınız, onunla ne kadar özelinizi paylaşacağınız hep size ait kararlar. şimdilik zihninizde yaşamasına izin verdiniz. dilerseniz ona gözlerinizle bakmayı öğretebilirsiniz. bedensel deneyimlerinize ortak edebilirsiniz."

"nasıl?"
"çok zor değil. sözcüklerle..."
"konuşarak mı?"
"sözcüklerin gücünü küçümsemeyin. zihnimizdeki tüm duygulanımların sözcüklerle doğrudan bir bağı var."
"garip."
"değil aslında. neyse... zihninizin içinde ikinci bir insan var artık mirat bey. bundan sonra kendinizi asla yalnız hissetmeyeceksiniz."

yaşamın yazıyla, yalnızlığın ölümle iç içe geçtiği bir dünyadayız. murat gülsoy bu tehlikeli yakınlığı fantastiğe, bilimkurguya cesurca göz kırpan bir anlatımla birleştirerek okurun zihninde canlandırıyor. birbirinden bağımsızmış gibi görünen bölümler, ekler, kara sayfalar deliliğin eşiğinde, yalnızlığın derinliklerinde ve ölümün karanlığında birleşiyorlar. delirmekten ve yalnızlıktan kurtulmanın yolunu ölüme yaklaşmakta bulan karakterler, ölümle kol kola girdikçe deliliğin kaçınılmazlığını deneyimliyorlar.

tanpınar'a, atay'a, atılgan'a selam veren; ama en çok borges'le, nerval'le konuşan, onların metinlerinin ve karakterlerinin arasında ustalıkla gezinen roman, sanki yalnızlıktan kurtulmak için edebiyat âleminin büyük ruhlarını içine alıyor. parçaları birleştirmeyi seven, ipuçlarının peşinden gitmekten haz duyan meraklı okur kadar fantastik bir kurgunun büyüsüne kapılmak isteyen maceracı okur da yalnızlar için çok özel bir hizmet'ten yararlanmak isteyecek...
(tanıtım bülteninden)


  1. yalnızlığa dair pek çok şey okumuş, pek çok film görmüşüzdür. birçok farklı şekilde tanımlarız yalnızlığı... son zamanlarda yalnızlığa dair okuduğum bir cümle var ki; bu durumu tanımlayan en iyi tespitlerden biri olabilir. şöyle diyor yazar: "çünkü yalnızlık insanın çevresiyle ilgili bir şey değildi. yalnızlık insanın içindeki boşluğun büyüyüp onu yutmasıydı." murat gülsoy'un can yayınları tarafından yayımlanan "yalnızlar için çok özel bir hizmet" adlı romanında geçiyor bu cümle. roman boyunca yalnızlığın ve deliliğin sınırlarını düşünür buluyorsunuz kendinizi.

    bu kitapta yine farklı ve sağlam bir kurguyla okuyucularını bir iç yolculuğa çıkarıyor gülsoy.

    iç yolculuğun yanı sıra, bir sorgulamalar kitabı da bu aynı zamanda. yalnızlığın, deliliğin yanı sıra ölümü de düşünüp sorguluyorsunuz kitap boyunca. başka bakış açıları, başka fikirler kazanacağınızı da yine kitaptan bir alıntıyla daha iyi ifade edebilirim sanırım:

    “malzemesi ölümdür kitapların. ölü ağaçlardan elde edilen kâğıt, ölü hayvanların derilerinden yapılan ciltler, ölü yazarların sözleri. orada öylece dururlar. çok ayrıntılı bir mezarlıktır kütüphane. üstelik insanlar tüm bu ölüm artıklarının zaman ötesine ulaşma gibi bir özelliğe sahip olduğunu düşünürler. ne garip bir yanılsama. oysa bir mumyadan fazlası değildir kitap. düşüncenin mumyası.”

    bu romanı nasıl tarif edeceğimi tam olarak bilemesem de, yazarın deyimini kullanıp 'parçalı roman yapıları' şeklinde tanımlamak belki de en doğrusu. kitaba adını veren bölüm dışında, bir önsöz, bir sonsöz ve ekler yer alıyor romanın içinde. bu biçim gülsoy'un diğer kitaplarını da okumuş olanlar için pek yabancı değil aslında. yazar, yalnızlık, delilik ve ölümle yazarlık arasında bir alegori kurarak okurlarını kurmacadaki yazarın zihninde dolaştırırken üst-kurmaca ve metinlerarası anlatım tekniklerinden yararlanıyor. diğer yandan bilimkurgu ya da -belki- distopya diyebileceğimiz türlere ait unsurlardan da yararlanıyor. kitapta gerçekle kurmaca birbirine giriyor, öyle ki bir süre sonra birbirinden ayrılmaz hale geliyor, aradaki fark belirsizleşiyor.

    jorge luis borges ile derin bir felsefi dertleşmeyi içinde barındıran “önsöz” ile başlıyor kitap. bu bölümde yazar, borges'in metinlerine tutunarak yalnızlığından kurtulmaya çalışıyor adeta. "sonra yavaş yavaş delirdim." diyor ve bir dipnotla şöyle açıklıyor bunu:

    “bu konuda yalnız değilim. gerçekten. hepimiz, tüm insanlar yavaş yavaş deliriyoruz. sanki içtiğimiz suya bir ilaç karışıyor ya da havaya yayılan kokusuz bir gaz hepimizi delirtiyor. ama bu o kadar yavaş oluyor ki anlayamıyoruz. belki de o dağılıp eriyen meseleler zehirliyor hepimizi. yüzleşmek yerine, zamanın asitli çözücülüğüne bıraktığımız o lanetli meseleler…”

    “önsöz: sonra yavaş yavaş delirdim" ile başlayan kitap, "yalnızlar için çok özel bir hizmet; sonsöz: bu akşam beni bekleme çünkü gece siyah ve beyaz olacak; ekler: sayıların gizli ve güncel anlamları, ay ışığında yazılanlar, kara sayfa”dan oluşuyor.

    yalnızlar için çok özel bir hizmet’in romanla aynı adı taşıyan ve diğer bölümlerden bağımsız olarak da okunabilecek bölümünde 2015 yazında istanbul’da geçen bir hikaye anlatılıyor. hikayenin kahramanı ise bir üniversitede matematik hocası olan, otuz yıldır aynı ceketi giyen mirat aslan.

    mirat, fakültede kendisini "demode" bulanların ısrarlarına fazla karşı koyamayıp emekli olur. yılların alışkanlıklarından, işinden, hayatından uzaklaşır ve ne yapacağını bilemez. bir gün yolda yürürken eline tutuşturulan bir ilan sayesinde janus şirketiyle tanışır ve yarı fantastik yarı bilimkurgusal hikayesi burada başlar. yalnızlığını en derinden hissettiği bir anda eline geçen bu ilanda yer alan “yalnız mısınız? dert etmeyin (...) içinizde başkalarına yer açın.” cümlelerinden etkilenerek şirketin yolunu tutar. aklından geçenlerse yine yalnızlığınızı sorgulatır cinstendir:

    “bazen öyle olmaz mı? orada yaşayan insanlar vardır, gülen, eğlenen, âşık olan, sevişen, hata yapan, hüzünlenen, acı çeken, kavga eden, çabalayan, bir amacı olan… ve siz onlardan biri olmadığınızı fark edersiniz. … ko ca man bir boş luk … çevrenizi saran kocaman bir boşluk vardır. sizinle birlikte hareket eden, sizi diğerlerinden ayıran bir fanusun içinde yaşadığınızı hissedersiniz.”

    yazarın yalnızlığı bir boşluk olarak nitelediğinden söz etmiştik. bu boşlukla (yani yalnızlıkla) mücadele izleği yanına ölümü ve deliliği de katarak romanın bütün bölümlerinde karşımıza çıkıyor. kitabın tamamında hikayeyi okuyucuya aktaran bir anlatıcı var, anlatıcı da bir yazar ve sadece kitaba ismini veren bölümü değil sözünü ettiğimiz önsöz, sonsöz ve ek metinleri de yazıyor. bu bölümler ilk bakışta birbirinden bağımsız gibi gözükse de, bahsettiğimiz izlek çerçevesinde birleşiyor ve anlam kazanıyorlar. sonsöz'de ve ekler'de yazarın yalnızlıktan, ölümden ve delilikten kaçmak için yazdığını iyice anlıyoruz.

    giderek karanlıklaşan bir sese dönüşüyor yazarın sesi ve ekler bölümünde bu ses parçalanmaya başlıyor, neredeyse sayıklamalara dönüşüyor. "kara sayfa"da ise gördüğü tek şey ölüm haline geliyor: “ölülerin suretleri her yerde. siyah bir maddeyle stensil grafiti olarak labirentin duvarlarına nakşedilmekte. ... bu ülke kanlı bir labirent artık, nerede başladığı nerede bittiği bilinmiyor.”

    yazı boyunca romandan yaptığım alıntılardan da anlaşılacağı gibi kitapta altı çizilecek çok sayıda cümle var.

    “insan gençliğinde kalabalıklar içinde yalnız olduğunu sanıyor. oysa yalnızlar içinde yalnızdır insan.” gibi...
  2. yakın zamanda okuduğum, bilimkurgu dünyasına postmodern "tutunamamışlığı" eklemiş güzel bir eser. murat gülsoy'u ise keşfettiğim eserdir. son sayfaları murat gülsoy'un kendi hikayesi mi yoksa anılarını kaybetmiş kahramanımızın hikayesi mi kitap okuyucuyu muallakta bırakıyor.

    ayrıca podbee media "denge'm" isimli dizi-podcast'inde bu kitaptan esinlenmiştir.