1. sorarlarsa, 'ne iş yaptın bu dünyada?' diye, rahatça verebilirim yanıtını: yalnız kaldım. kalabildim! altı milyar insanın arasında doğdum. ve hiçbirine çarpmadan geçtim aralarından...

    kinyas ve kayra - hakan günday
  2. benim için en yoğun gece, misafir olduğun bir evde uyuyamayınca hissedilen duygudur. yatak rahat da olsa yabancıdır, hele bir de kafasını yastığa koyar koymaz uyuyan bir oda arkadaşım varsa; sabah ezanına kadar tüm hayatımı sorgular, en karamsar gelecek senaryosunu yazarım. bir soğuk duvara dönerim, bir odayı aydınlatan pencereye. en sonunda zorlamaktan vazgeçip gözlerimi tavana dikerim. hayatta herkesin mutlu olmak zorunda olmadığını, bazı insanların da mutsuz öleceğini ve benim bu insanlardan biri olmamam için hiçbir nedenin olmadığını düşünürüm. hayatta hiç bilmeden kaçırdığım, kaçıracağım fırsatları düşünürüm. tanısam çok çok seveceğim ama asla tanımayacağım insanları düşünürüm. okusam büyüleneceğim ama adını bile duymadan öleceğim kitapları düşünürüm. güneş sistemini, samanyolu galaksisini, diğer galaksileri, koskocaman evreni, evrenin dışındakileri ve bunların arasında kendimi düşünürüm. bunların sırlarını asla bilemeyeceğim için biraz garip hisseder, kendimi karadeliklerden paralel evrenlere geçerken hayal ederim. bunları asla yapamayacağım için biraz üzülürüm. sonra bu koskoca büyüleyici düzenin benim gibi bir noktaya hiç de mutluluk getirmek zorunda olmadığını fark edip biraz daha üzülürüm.
    nihayetinde hepimiz biraz yalnızız, biraz mutsuzuz. sanırım tüm bu huzursuzluk dünyanın benim etrafımda dönmediğini fark etmemle başladı, keşke dönseydi.
  3. biricik ve eşsiz yalnızlığıma karşılık, kendim olmayı başaramadığım bir ton birbirine benzer ve saçma sapan ilişkiyi almış biri olarak bu da bana gelsin rilke'den. kafaya dank etmiyor ama kolayca o da ayrı mesele.

    "herkesin yaşamında öyle saatler vardır ki, insan yalnızlığını verip ne denli yavan ve ucuz olursa olsun bir beraberliği almak ister karşılığında; iyi kötü ilk rastlayacağı kişiyle, en sıradan bir kişiyle sözde birazcık bir anlaşma uğruna yalnızlığı elden çıkarmak ister… ama belki de yalnızlığın büyüdüğü saatlerdir bunlar, çünkü onun büyüyüşü de tıpkı oğlanların büyümesi gibi birtakım acı ve sancılarla gerçekleşir ve baharın ilk günü gibi hüzünle dolup taşar. ancak, şaşırtmasın bu sizi. bizlere gereken yalnızlıktır, büyük, içsel bir yalnızlık. kendi içine yürümek ve saatler boyu kimselere rastlamamak."

    genç bir şaire mektuplar - rainer maria rilke
  4. tercih edileni paha biçilemezken maruz bırakılanı kahreder.
    one
  5. dünyadaki her birimin en küçüğüdür. marketten bir kutu süt alırsınız. akşamları bir bardak çay koyarsınız. sabahları bir kupalık kahve hazırlarsınız. bir mekana oturduğunuzda bir kişilik yemek söylersiniz. kimseyi beklemezsiniz. evinizde bir odanın ışığı açık olur.
    tuhaf göstergeleri de vardır. sesinizi duymak için konuşursunuz. konuşmaktan çok bir şeyler karalarsınız. kelimeleri ezberlersiniz fakat bir başkasına tekrarlayamazsınız. saf yalnızlık bu işte, küçüklük, ufanmışlık, ezilmişlik. saf yalnızlık güzel bir şey değil. üzgünüm.
  6. dün hava güzeldi, sahile indim. belediyenin çay bahçesi var, oraya oturdum. buradaki servis normal kafelerden farklı. mesela çayı dağıtıyor garson, parayı hemen ödüyorsun. çay haricinde bir şeyler de servis etmiyorlar galiba.

    neyse ben sote bir masa kaptım, martılar yanı başımda, dalgalar zaman zaman hafiften yüzümü ıslatıyor, hava da şahane. buraya kadar her şey güzel ama bir sorun var. susadım ve garson su getirmiyor. çayımı masada dolu olarak bıraktım ki masanın dolu olduğunu anlasınlar. hani bırakacak başka şey yok. gittim büfeden su aldım, arkamı döndüm baktım masaya genç bir çift kurulmuş, bir de 1-2 yaşında veletleri var. gidip "kalkın ulan develer!" demeye de kıyamadım, bari dedim çayı alayım. çayı alırken adam bir ton özür diledi, "boş zannetik, kalkalım" vs. dedim ne gerek var. ailesi ve arkadaşları olmayan bir sap olarak zaten denize 0 km masaya kurulmak benim ne haddimeydi? geçtim arka masaya usul usul içtim çayımı.

    sonra öndeki masalardan biri boşaldı yine, hemen koşup kaptım. ama yedirirler mi o masayı bana? yedirmezler. önce geldiler sandalyeleri istediler, verdim. sonra bir aile geldi, benim masaya kuruldu. böyle bildiğin aile dedikoduları yapıyorlar falan, o kadar rahatlar ki ben yokum sanki. :)

    arkadaş zaten yalnızız da niye hepten gözümüze sokup , tecrit ve tehcir ediyorsunuz?

    son olarak ayşe sana sesleniyorum! sen bu aileye yakışmıyorsun, orospu seni!
  7. şu an oturduğum cafede olduğu gibi, masada boştaki sandalyeler bile sahiplerini bulduktan sonra, senin bir masa bir sandalye kalmandır.
  8. 4 kişilik bir yurt odasında hayatımı devam ettirmeye çalışıyorum. diğer 3 arkadaşın hiçbirini de kendime yakın göremiyorum, oturup konuşmak bile çok zor geliyor bana çünkü onların ağzından çıkan kelimeler ve o kelimelerin oluşturduğu cümleler benim canımı daha fazla sıkıyor. hadi konuşayım diyorum bazen başlıyor anlatmaya;

    '' aga ben kendi işimi kuracağım. amcam da hep öyle der, fiyatı ucuz tutup yüksek kaliteli mallar üreteceğim.''

    lan kaç yıldır bu hayattayım (küçümsemek gibi olacak ama umurumda değil) hiçbir vasfı olmayan, sabahtan akşama kadar yatağına uzanıp telefondan bir şeyler izleyen adamın başarmak istediklerine ve bunu yapacağına olan kesin inancına bak bir de bana bak.

    diğerine bakıyorum elinde telefon bütün sosyal mecraları tarayıp kız düşürmeye çalışıyor ve megaloman karakterini tatmin etmek için bunu da başarıyormuş gibi lanse ediyor. yazık.

    bu diğerlerine göre daha iyi ama karşısındakinin sıkıldığını anlamıyor. sohbetimiz sırasında artık konu değiştirmeye çalışmaktan sıkıldım. insanların kalbini kırmaktan çekinirim çoğu zaman ama bu arkadaşa 3-4 kere susar mısın dedim. napayım.

    yalnızlığı çok seven ve sürekli yalnız kalmaya çalışan bir insanım. bilmiyorum belki de öyle uzun süreli bir yalnızlık yaşamadığım için böyle düşünüyorum fakat gerçekten insanlara bir şey anlatmaya çalışmaktan yoruldum. tartışmalardan olabildiğince kaçıyorum. o ahmak sürüsüne karışıp ahmaklaşmak istemiyorum.

    bütün arkadaşlarımı, ailemi tek tek düşünüyorum hatta sevgilimi de katıyorum bu eyleme şöyle karşıma alıp konuşabileceğim, beni anlayabilecek biri yok. zaten bugüne kadar kimseyi karşıma alıp içimi dökmedim, dökemem. anlatacak onca şeyimi hadi duvarlara karşı anlatayım diyorum bu sefer 3 kişinin nefes alışverişlerini ensemde hissediyorum. bu sayede içimde 2. ben oluştu ona anlatıyorum hem beni anlıyor hem duymak istediklerimi söylüyor.

    şehir dışında okuyorum hadi ailemin yanına gideyim belki buranın havasından suyundandır diye düşünüyorum. gidiyorum. en fazla 3 gün sonra sıkılıyorum ne yapacağımı şaşıyorum.

    en kötüsü de ağlamak isteyip de gözyaşlarından utanıp ağlayamamak. karşılarına dikilip siktirin çıkın lan odadan demek istiyorum. diyemiyorum. bende dışarı çıkıyorum sigaramı yakıp zifiri karanlığın ardındaki ormanlarda ağaçlardan birinin altında oturmuş da ağlıyormuşum gibi düşünüyorum.

    en garibi de gözlerinden yaş gelmeden hüngür hüngür ağlamayı da öğretiyor insana hayat.
  9. yalnızlık, masa örtüsündeki simetriyi bozan tek şekil gibi; iki taraflı. hangi açıdan bakarsan bak, yalnızsın. dibe batmış şişenin içinde soluk bir parşömenin sahibi kadar umutsuz, kutunun içindeki sonsuza kadar yankılanacak olan çığlık kadar sessiz. gözlerinden yaş gelememesidir yalnızlık. düşüncelerin, hislerin bile seni terk etmesidir. üç cümleden sonra, üç gün susmaktır. insanlara susamak, ama içememektir. uzaklara dalıp, hiçbir şey görememektir. beyazlarını, kırışıklıklarını umursamamaktır. kapının gıcırtısının rüzgardan olduğuna emin olmaktır. hiçbir hırsızın senden bir şey çalamayacak olmasıdır. umutların, belkilerin masaldan bir güne ait olmasıdır.

    kademesi yoktur yalnızlığın. üç tane, beş kere yalnız olamazsın. yalnızsan, durmuş zamanda günlerini sayarsın. yalnızsan anlamı yok sözlerin.
    tera