1. ağayla marabası, ağanın en güzel atının koşulduğu en süslü arabayla kasabaya inmektedirler. ağa arabadadır, maraba ise arabanın yanında yürümektedir. yerde taze bir tezek kümesi görürler. üzerinde sineklerle etrafa koku salmaktadır. ağa, marabasıyla alay etmek ister.

    ‘‘maraba’’ der, ‘‘şu tezeği ye, atla araba senin. sen bineceksin, ben yürüyeceğim.’’

    maraba ata bakar, arabaya bakar. ağaya da zaten gıcıktır. oturur, midesi bulana bulana tezeği yer. ağa iner, maraba sahip olduğu arabaya biner. ağa çok bozuktur. durduk yerde en güzel atını, en güzel arabasını marabaya kaptırmıştır. maraba da bozuktur. durduk yerde tezeği yemiştir. ağanın daha güzel atlar alacak parası, daha güzel arabalar alacak imkanı vardır. üstelik ne ata, ne de arabaya bakacak parası vardır. dönüş yolunda gördükleri tezek, her ikisinin de beklediği andır aslında.

    maraba, ağadan intikam almak için ‘‘ağa, ağa’’ der, ‘‘sen şu tezeği ye, at ve arabayı geri al’’.

    ağanın beklediği de böyle bir fırsattır. o da oturur tezeği yer. arabaya kurulur, atı kamçılar.

    köye girerlerken maraba, ağaya seslenir, ‘‘köyden çıkarken araba senin, at senindi. yürüyen de bendim. köye giriyoruz. at senin araba senin. yüreyen yine ben. ağam iyi de biz bu boku niye yedik?’’
  2. hitler ve stalin bir barda oturmaktadırlar. o sırada bara gelen bir müşteri onları görür ve şaşkınlıkla
    "siz hitler ve stalin değil misiniz?" diye sorar. hitler ve stalin "evet" der. adam tekrar sorar "ne yapıyorsunuz burada" diye. hitler tekrar adama dönerek "üçüncü dünya savaşını planlıyoruz." adam merakla sorar "neler yapacaksınız bu savaşta?" hitler biraz tebessüm ile "14 milyon yahudi ve bir bisiklet tamircisini öldüreceğiz." der. adam şaşırır derki "bisiklet tamircisi mi?" hitler staline döner ve "ben sana demedim mi yahudileri kimse takmaz diye." der.

    nedendir bilmiyorum ama gördükçe bir tebessüm ettirir bu fıkra beni. ^:swh^
  3. istihbarat teşkilatları arasında yarışma yapılıyormuş. finale kgb, cia, mossad ve mit kalmış.
    demişler ki ormana bir zürafa sakladık kim önce getirirse o birinci olacak. cia gitmiş 2 saat sonra zürafa ile gelmiş, kgb gitmiş 1,5 saat sonra gelmiş, mossad gitmiş 1 saat sonra zürafa ile gelmiş. mit gitmiş yarım saat sonra fil ile gelmişler ama filin kafa göz yarılmış.
    adamlar "yahu bu fil" demişler.
    fil hemen atılmış:
    - abi valla ben zürafayım
  4. rahmetli dedem anlatmıştı. dedemin bu fıkrayı ergenlik yıllarında duyduğunu/öğrendiğini varsayarsak 1940-1945 yılları arasında anlatılan ve gülünen bir fıkra bu. yani 70-80 yıllık.

    gençten bir adam varmış, en fazla otuzunda. adam köylü, az biraz da zengince, hali vakti yerinde yani. nişanlısını görmeye gidecekmiş adam. nişanlısına güzel görünmek için de kendisine yeni elbiseler yaptırmak istemiş. elbiselik kumaş almak için kıratına binip kasabanın yolunu tutmuş. uzakmış kasaba da. hava aydınlanmadan çıkınca ancak öğleden önce varılabiliyormuş kasabaya, o da atın iyiyse ve dur durak bilmeden sürekli koşturursan atı. adam öğleden önce kasabada olurum, kumaşımı alır, terzide yaptırıp öğleden sonra da tekrar yola koyulurum diye düşünmüş. akşam tez vakitte evine ulaşıp yeni elbiselerini giyip nişanlısının kapısını çalmakmış adamın niyeti. adamın atı güçlü, nişanlısı da pek bir güzel olunca, adamın işleri planladığı gitmiş. kasabaya gitmiş, 5-6 metre ipekten kumaşını almış, elbiselerini yaptırmış, hatta kumaşın 1 metresi de artmış, artan kumaşı da elbiseleri de atına yüklemiş, diğer işlerini de tamamlamış ve hiç vakit kaybetmeden gerisin geri yola vurmuş kendini. akşam olmak üzereyken de evine varmış güç bela.

    adam eski elbiselerini çıkartıp, yeni elbiselerini giymiş ve nişanlısının evine gitmek üzere atına binmiş tekrar. nişanlısının köyü de yaklaşık 2-3 saatlik yoldaymış. adam vurmuş atına kırbacını ve yola koyulmuş. yolun yarısına varınca adamın işeyip-sıçası tutmuş. inmiş atından, elbiselerini de çıkarmış ki pis bulaşmasın elbiselere, tamamen soyunup elbiselerini de büyükçe bir kayanın üzerine sermiş. çalılığın arkasına geçip oturmuş hemen, iyi sıçmış ama adam, ben diyim 2 kilo siz deyin 4 kilo, kallavi sıçmış yani, neyse. adam kıçını başını ufak taşlarla ve çalının yapraklarıyla temizlemiş. hiç vakit kaybetmeden hemen atına atlamış ve devam etmiş yoluna. nişanlısının köyüne yaklaşırken elbiseleri kayanın üstünde unuttuğunun da hala farkında değilmiş. bir heyecanla, çırılçıplak atını sürmekteymiş bizimkisi. aklında nişanlısı, gözünde nişanlının hayali, göt-baş açık, bunun bilincine, farkına varamayacak kadar nişanlı sevdasıyla doluymuş bizim cengaver.

    adam nihayet varmış nişanlının evine. çalmış kapıyı, kapıyı anası açmış. şaşırmış kadın ama bozuntuya da vermemiş. buyur etmişler adamı içeriye, herkes şaşkın, gözlerine inanamıyor kimse. ama adam hala farkında değil olan bitenin. daha da mallaşmış nişanlıyı görünce. gitmiş salonun başköşesine bağdaş kurup oturmuş. diğerleri de oturmuş karşısına. nişanlının babası dayanamamış ve sormuş: "oğlum o ney öyle" demiş, adamın dal-taşak bölgesine gözlerini çevirerek. bizimkisi yine farkına varmamış durumun, aklı nişanlı da hala. sevinçli ve heyecanlı safımız. zannetmişki kayınbabası yeni elbisesini işaret ediyor, elbiseyi çok beğendi de elbiseyi soruyor. cevap vermiş hemen "o da bir şey mi baba, daha 1 metresini de evde bıraktım" demiş.
  5. iki mühendislik ögrencisi^:bu kısım anlatana göre değişiyor^ kampüs içerisinde yürürlerken biri diğerine sorar,

    - bu muhteşem bisikleti de nereden buldun ?

    digeri cevap verir,

    - dün tek başıma dolaşırken bir yandan da okulu bitirince ne iş yapacağımı düşünüyordum. birden bu bisikletin üzerinde nefis bir kız geldi ve yanımda durdu. bisikleti çimenlerin üzerine bıraktı ve üzerindeki bütün giysileri çıkardı. sonra da bana;

    - hangisini istiyorsan al, dedi.

    diğer öğrenci arkadaşını doğrularcasına başını sallayarak;

    - iyi bir tercih yapmışsın, elbiseler belki sana uymayabilirdi.
  6. ahmet çakar, çin'den gelen 3.5 milyonluk teklifi reddetti.

    sinan engin'e ait bir fıkra.
  7. antepli bir ağa istanbul’a gelmiş. bir ara öğlen yemeğe çıktığı zaman bir lokantadan içeri girmiş. lokantanın kapısında bir papağan var:
    -hoşgeldin antepli , hoşgeldin antepli diye naralar atıp duruyor...
    ağanın çok hoşuna gitmiş. derken az beklemiş, bir karadenizli gelmiş, ona da "ha uşağum hoşgeldun" demiş kuş, bir diğerine "vay sen hoş gelmişen urfalı"...

    ağa lokantacıyı yanına çağırmış sormuş:
    -bu kuş benim antepli olduğumu nerden anladı ?
    lokantanın sahibi :
    -o çok zeki bir hayvandır , içeri girenin nereli olduğunu hemen anlar , demiş .
    ağa papağanı ona satması için adama baskı yapmış ve büyük paralar teklif etmiş.
    lokanta sahibi:
    -bu papağan bizim işletmemizin simgesi , satamayız ama sen istersen sana bunun yumurtalarından satarım , bunun yavruları da çok zeki olur , demiş ve bir hayli yüksek bir rakama anlaşmışlar.

    lokantacı söz vermiş ama ortada yumurta yok... girmiş kilere, eline bir sepet almış önüne ne yumurtası gelirse doldurmuş, ağaya sepeti vermiş. ağa heyecanla köyüne dönmüş. aşiretini toplamış ve :
    -antebi meşhur edecez , bu yumurtaların anası adamın nereli olduğunu anlıyor , ondan doğanlar da onun kadar zeki olur , hemen bir kuluçka makinesi bulun demiş.
    kuluçka makinesi bulunmuş ve 15 gün sonra yavrular çıkmaya başlamış, ama kimi civciv, kimi tavuk , kimi hindi , kimi bıldırcın... ağa kazık yediğini anlayınca hemen istanbul’un yolunu tutmuş ve aynı lokantaya gelmiş . papağan ağayı görünce :
    -keriz antepli , keriz antepli ..,
    ağa papağanın kulağına eğilerek'
    -ulan benim keriz olduğumu bir tek sen biliyorsun ama senin orospu olduğunu bütün antep biliyor, demiş..
  8. temel cemal'e "bak bakalım arabanın sinyali çalışıyor mu?" diye sorar.

    cemal:

    çalışay, çalışmay, çalışay, çalışmay...
  9. tropik ıssız bir adanın yakınına düşen bir uçaktan sadece scarlett johansson, kim kardashian, kate upton, adriana lima, hadid kardeşler ve bir adam kurtulmuş. yüzerek adaya çıkmışlar. günler günleri, haftalar haftaları, aylar ayları kovalamış ama değil kurtarılmak yakınlarından bir gemi, bir uçak bile geçmemiş. yavaş yavaş doğal yaşama ayak uydurmaya başlayıp, bir takım basit konforlar bile edinmişler ama adamın yüzünden düşen bin parçaymış.

    en sonunda adama sormuşlar.

    -tropik bir adadayız, deniz, kum, güneş çok güzel. barınacak yerimiz var, karnımız doyuyor, biz dünyanın en güzel kadınlarıyız ve adada senden başka erkek yok. neden hala bu kadar mutsuzsun?

    adam ağlaya ağlaya;

    -evet dünyanın en güzel kadınlarıyla birlikteyim ama bunu hiç kimseye anlatamıyorum.

    demiş.
  10. bir romalı bir bara girmiş, barmene eliyle iki işareti yapmış ve, beş bira, lütfen, demiş.