• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (7.00)
Yazar ali şimşek
yeni orta sınıf - 'sinik stratejiler' - ali şimşek
“1991 sonrası genç üniversiteli bir okur profiline sahip leman dergisinde üretilen ve kısa sürede medya tarafından yaygınlaştırılan sinik ironi; aynı yıllarda palazlanan ve 2000’li yıllardan itibaren kriz yaşayan yeni orta sınıfa (yos) ‘kültürel sermaye’ ve ‘mırıldanma’ stratejileri sağlayan en büyük kaynaklardan biriydi. yos, yani ‘dünyanın en parlak on yılı’nın parlak vitrini, neo-liberal hizmetler sektörüne akın eden neşeli beyaz yakalılardı. monitörlerden akan borsa bantları ve maslak’ta yükselen plazalar, ‘soylulaştırma’yla dönüşen, ‘sex and city’, dünya mutfağının sembolü sushi onlar içindi. akışkan, esnek, ironik ve ‘bıktırıcı’ ölçüde siniktiler. leman bu kırılmayı büyük bir eleştirellikle yakalamayı iyi bildi. elinizdeki kitap işte bu ‘örtüşme’yi ve dönüşümü anlamaya çalışıyor…

“ahmet yılmaz, gezi sürecinde patlayan ‘orantısız zekâ’ ve ironinin en büyük başlatıcılarından biriydi. 1991 sonrası leman dergisinde ortaya çıkan ve dönüşen yeni şehrin sallantılarını konu edinen anlayışı kurmuştu. benim ‘samimiyet ve itiraf buhranları’ dediğim, daha önce mizahımızda görünmeyen bir ironiyi başlatmıştı. ahmet yılmaz’ın görünür kıldığı bu yeni yapma biçimi, 2000’lere geldiğinde cem yılmaz’ın showlarından ekşi ve inci sözlük’e, oradan 1980 doğumlu çizerlerin penguen ve uykusuz üretimlerine, reklamcılığa, medyaya geniş bir alana yayılacaktır. bugün ‘türklüğün parodileştirilmesi’ dediğimiz anlayış varsa onun da mucididir. türklüğün parodileştirilmesi cola turka reklamlarından, türkler uzayda gibi tonlarca diziye ve arog, gora gibi filmlere esin vermişti.

“gezi’nin amblemine dönüşen ‘kahrolsun bağzı şeyler’ işte bu geniş havuzdan beslenen sinizmin ironik sloganlarındandı. bütün dikey ve ağdalı anlamları kısa devreye uğratan, onları yatay ve yüzeysel hale getiren yıkıcı bir ironiydi bu. inanıyormuş gibi ‘yapmayan’ bir yaklaşımdı. hatta bana göre, dünya tarihinde bir iktidarı düşüş eşiğine kadar getiren ironik stratejilerin en büyük örneğiydi gezi’nin dili…”


  1. ===arzu devrimcidir!===

    hazırlayan: can semercioğlu (c.s.)

    can semercioğlu (cs): senin yeni orta sınıf kitabını yazdığın zamanla günümüz arasında neredeyse on yıllık bir fark var. bu on yıldaki değişimi nasıl görüyorsun? senin ele aldığın çerçeveden kuşkusuz farklılıklar var. diğer taraftan liberaller yeni orta sınıfı (yos) bir biçimde kutsuyor, bazı sol kesimler farklı bir devrimci potansiyelden söz ediyor, geleneksel marksistlerse bu kavramı reddetmeye ya da proleterya kavramının içine almayı tercih ediyor. bu konuda neler söylersin?

    ali şimşek (aş): öncelikle şunu söylemek gerekiyor. gezi’yle beraber bir orta sınıf tartışması aldı başını gitti, gündeme oturdu. eskiden beri çalışıyordum bu konuda, yapayalnızdım. tartışma yoktu, bir şey yoktu. o anlamda gezi’deki çıkış beni sevindirdi. zaten kitabı genişletip yeni bir baskı yapmamın sebebi de bu.
    öncelikle şunu söyleyeyim: özellikle marksist ve sosyalistlerin orta sınıf kavramına şüpheyle yaklaşmasının haklı nedenleri var. ama haklı nedenleri olması bu kavramı çöpe atmamız gerektiği anlamına gelmiyor. kavramı “dinden çıkmış” diye görmemek gerekiyor. bu haklı nedenlerle orta sınıf adı üstünde “orta”. ta platon’dan gelen bir ılımlı havası var, aşırı değil. temel direk olma, denge içinde olma gibi semiyotik tınılara sahip olduğu için olumlu tınıları var. o anlamda kapitalizmin meşrulaştıracak ideolojileri çok rahat malzeme olabiliyor. bunu türkiyede en çok taha akyolda görüyoruz. “kentleşiyoruz, güzelleşiyoruz, orta sınıflar büyüyor, her şey güzel” türünden iyimser bir yaklaşım var. çağlar keyder daha liberal bir kesimden biri. onun argümanlarından ben de faydalandım. o da eğitimli beyaz yakalı sayısındaki artışın siyasal dinamikleri belirlediğini söylüyor. doğrudur. niye? çünkü dünyada üniversite öğretiminin artışı 1945’ten sonradır. üniversite okuyanlar o zamanlar aristokrat sayılırdı. bu yüzden lukacs var simmel bu yüzden var. bu alanları çalıştılar. ya da adorno gibi burjuva çocuklarıydı. 1945’ten sonra, 1968’in etkisiyle üniversite eğitimi arttı. bir de doksanlı yıllar var. türkiye’deki üniversiteli sayısının geçmişle karşılaştırıldığında inanılmaz bir artış var. dolayısıyla eğitimli bir profesyonel kesimin artışından somut olarak söz edilebilir. neo-liberalizm hizmet sektörü ağırlıklı olduğundan banka, finans, it gibi nitelikli işgücüne, beyaz yakalılara, hizmet sektörüne ihtiyaç var. o dönemde inşaat mühendisine vs. ihtiyacı yoktu. ancak bugün var. benim yos kavramını kullanmam dar bir çerçeveye sahip. ben geniş anlamda kullanmıyorum. doksanlı yıllar anlamına kullanıyorum. hizmetler sektörü ağırlıklı, beyaz yakalı üniversite mezunu bir kesimden söz ediyorum.

    cs: peki, günümüze geldiğinde bu kavram tanımı genişliyor mu, farklı bir boyutu var mı?

    aş: şimdi doksanlı yıllar bütün dünyada neo-liberalizm dolayısıyla yos sayısı arttı. alt orta sınıflardan devşirilmiş çocuklar sözünü ettiğim sektörün içine aktı. bu şekilde kent, kültür ve bu katmanın stratejileri dönüştü. mesela soylulaştırma denen şey doksanlı yıllarda buna temel attı. şimdi değil. şimdi yeni orta sınıf soylulaştırmayı tükürüyor. soylulaştırmayı yos da istemiyor. beyoğlu’nun dönüşümü kafeler, barlar, yeni mekânlar; kültür endüstrisinin genişlemesi hep yos’la gerçekleşti. yos, vitrin bir kesim aynı zamanda. sayı olarak az ama etkiliydi.

    şimdi ben mesela “geleneksel” ve “yeni” orta sınıf ayrımı yapıyorum. gelenekseli de çok anlaşılır kullanıyorum. geleneksel olan fordist orta sınıftır. baby boom* kuşağıyla oluşmuş bir sınıf bu. bunlar da mühendis, iktisattı, doktor ama doksanlı yıllardaki bu beyaz yakalı profesyonellerle aynı kültürel düzey ve alışkanlıklara sahip değiller. mesela, cumhuriyet okuyorlar, ama yos radikal okuyan bir sınıf. şimdi sencer ayata gibi yos’u kullanan bir insan –aynı zamanda chp danışmanı- yeni orta sınıfı yanlış kullanıyor. benim yeni orta sınıf tanımım çok dar. buna itiraz da gelebilir ama yos radikal okur çünkü sol-liberal bir duyuya sahiptir. arzuya dönük talepleri vardır. 90 sonrası dönüşen ve küresel kent haline gelen şehir bize sex and the city’i hatırlatır. arzunun ön plana çıkması, karşılaşma mekânlarının artması, barlar, kafeler, eğlence ortamları, kültürel yüzeyler, itirafçılık… sosyal medya ve internet de buna dâhil olabilir.

    dolayısıyla yos tanımım dardır, bu da bana analiz gücü veriyor. kitapta ele aldığım şey de bir sınıf tartışması değil, kültürel strateji tartışmasıdır. kitapta beni ilgilendiren iktisadi değil kültürel bir düzeydi. şöyle bir soru var o zaman: şimdi 1970-86 arasındaki kültürel stratejiler bir anda değişiyor, o zaman “bunun aktörü kim?” sorusu akla geliyor. mahalle imgesi merkezdeyken, özellikle doksanlardan sonra dalga geçilir hale geliyor. bunu kim talep etti? buralara bakmak gerekiyor. kapital’den yola çıkıp tanım yapmak yeterli değil. örneğin, sümerbank pijamalarının parodileştirilmesinin bir anlamı olmalı. benim araştırmamın sonucunda da yeni orta sınıf beyaz yakalı profesyoneller çıktı. karşımda ironik, mesafeli bir dil vardı. bu dilin sahibi yos’tu. ben kültür aracılığıyla ulaştım oraya.

    cs: yani senin yaptığın orta sınıf tanımının eleştirel bir yapısı var.

    aş: tabii. taha akyol’lar, çağlar keyder’ler gibi bakmıyorum. ben bir dönemin suç ortaklığını göstermek için buraya odaklandım. bu çok önemli bir şey. dışlayıcı kültürü gösterdim. yüzlerce seminer verdim, bunların çoğu beyaz yakalılarla ilgiliydi. ilk aldığım tepki “hocam büyük bir suçluluk duyuyoruz!” oldu. çünkü “amele yanığı” diye bir şeye gülüyor. bronzlaşıp oradaki neo-liberalizme vurgu yapmıyor. seminerlerimde bunun farkına vardılar. amele yanığı esprisi türkiye’de solaryum cihazlarının artışıyla oluştu. alem dergisinin, güneri cıvaoğlu’nun bronzlaştığı arkalıklardı bunlar. meseleyi böyle okumak lazım. sırf normatif kavramlarla açıklanamaz. beyaz türk ya da seçkinlik analizinin çok ötesinde bir analiz bu.

    neo-liberalizm aynı zamanda dışlayıcı bir kültür üretti. bana kalırsa dünya tarihindeki en dışlayıcı kültür bu. ve bu dışlayıcı kültürün ilk aktörü yos’tu. ama şimdi değil. şimdi artık dışladığı kesimlerle barışıyor. çünkü güvencesizleşme, prekarya haline gelme söz konusu. günümüzde artık neo-liberalizm açısından yeni orta sınıf kritik bir konumda değil, gözden çıkarıldı. ama yos’a her zaman ihtiyaç var. doksanlı yıllar için çok önemliydi.

    cs: o zaman bir adım geriye gidip şunu sorayım: sınıf dediğimiz olguyu nasıl tanımlamak gerekir?

    aş: burada koca bir literatür var. hepsinden yararlanmak gerek. sınıfı bir üretim ilişkileri olarak, deneyim biçimi olarak, ilişkisellik olarak vs. tanımlamak mümkün. hepsinden yararlanıyorum. ama şu da var: sınıf farkında olunmayan bir kavram. biri kendini orta sınıf olarak gördü diye o kişi orta sınıf olmaz. kendini işçi sınıfı olarak görmesi de işçi sınıfı olduğu anlamına gelmez. hayali sınıf diye bir şey var. neo-liberalizm tüketim, kredi kartı gibi şeylerle bunu artırdı. daha önce üst sınıfların harcama potansiyelleri kredi sistemiyle beraber alt sınıflara da kaydı. diyeceğim, sınıf bizim tanımladığımız şey olunan bir şey zaten. sınıfı tanımlamak neye yarayacak mesele? ben senin işçi sınıfı olduğunu buldum diyelim, bu politik açıdan her şeyin garantisi mi?

    cs: değil tabii ki.

    aş: mevzu bana kalırsa neo-liberalizmin vahşet ve tahribatını göstermek başlı başına sınıfı göstermek zaten. ben o anlamda bunun mutlak işçi sınıfı ya da orta sınıf olması gibi bir şeye saplanmıyorum. ama şuna da inanıyorum. kapitalizm iki sınıfa doğru gidiyor. yani komünist manifestodaki şey doğru: burjuva ve geniş bir emekçi kesimi. bunu görmek gerekir. ama bu hemen karşımızda duran bir vaziyet değil. mesela 2001 bankacılık ve 2008 finans krizi, bize neo-liberalizmin yos’u hemen gözden çıkarabileceğini gösterdi. zaten gezi’de bunlar aktifti, bir taraftan gözden çıkarılabilir oldukları için aktifler. iki sınıfa doğru gidiyoruz, ama daha çok yol var. o yüzden bu “orta”yı tartışmak, ortayı diğer ilişkileriyle beraber ele almakta fayda var. “yoktur” “bu sağ bir yorumdur” demek doğru değil. bu bana kalırsa normatif bir yorum. haklı olabilirler, ama pratikte bunu bir karşılığı yok.

    cs: yos için iki farklı temel görüş var galiba. “bu sağ yorumdur, tu kaka” diyen bir görüş var bir tarafta, diğer tarafta da “ne güzel ilerliyoruz bir orta sınıfımız var” diyenler var. peki, yos’ta bir devrimci yan var mı, ya da proletaryayla politik açıdan ne tür bir bağı var?

    aş: mesela şuradan başlayayım: faşizmin içinde orta sınıfın varlığıyla ilgili önemli çalışmalar var. böyle bir durumda orta sınıflar bu kitleye sempati besleyebiliyor. mesela bugün akp tabanın bir kısmı muhafazakâr orta sınıf. orta sınıfta negatif anlamda bir politik potansiyel çok. mesela ben antepliyim orada gördüm. suriyelilere dönük orta sınıfın dışlayıcı bir dili var, ama yos kapsamayı tercih ediyor. bu açıdan yos’ta politik bir potansiyel pozitif anlamda var. yos bence arzuyu dolayımsız yaşayabilen bir kesim. daha önce arzuyu yaşamak üst sınıflara aitti. seks, cinsellik falan. cemal dindar hocanın o “direnlibido” kavramı güzel. bunu en rahat yaşayan sınıf yos oldu. bu başlı başına politik bir potansiyel. fakat hayat tarzı dediğimiz şey geleneksel orta sınıfı gösteriyor. yeni orta sınıf içinde de arzuya yakınlık anlamına ciddi bir sol damar var. lgbt hareketi mesela. lgbt hareketi tam bir yeni orta sınıf hareketidir. yoksa alt sınıftan bir eşcinsel çocuğun kendini rahatça ifade etmesi mümkün mü, özellikle de taşrada? okumuş, eğitimli, odtü’lü boğaziçili aktörler bunun öznesi. arkasında koskoca bir literatür de var elbette.

    şunu söylemek gerek, yos alt orta sınıflardan devşirilmiş değildir. ama prekarya haline gelmektedir. beyaz yakalı işçi olmaya doğru bir kayma var ve yos bunun da farkında. bu işçileşme içinde politikleşme söz konusu. beyaz yakalı plaza işçileri şu anda son derece küçük ama bize bazı işaretler gösteriyor. beğensek de beğenmesek de eğitimli, aydın ve dinamik bir kesim bu. politik ivmeleri daha yüksek. o anlamda yos’ta çok ciddi politik potansiyeller var. çünkü doksanlı yılların o dışlayıcı dili kırıldı. alt sınıflarla, trajik olanla barıştı –çünkü kendi hayatlarının da trajikleşebileceğini biliyorlar. birçok örgütün içinde yos var. medyada ve kültür endüstrisinin içindeler. prekarite, yani aşağı doğru hareketlilik onu politik olarak aktif kılıyor. ama burada da bazı sınırlar koymak gerekir: örneğin beyaz yakalı işçi diyoruz, bunlara “işçi” diyoruz. kavramı çok genişletmiş oluruz. o zaman burjuvazi dışındaki her şeye işçi dememiz gerekiyor. oysaki bunların kültürel sınırları var. örneğin bağcılar’daki bir çay ocağıyla cihangir’deki bir mekân çok farklı. buraların nasıl dönüşeceği önemli. boş zaman, armağan gibi şeyler var –bunlar aristokrat kültüründen gelen şeyler- ama çok önemli. yos’un otuz yıldır biriktirdiği şeyler arzu temelli şeyler ve işçi sınıfından fersah fersah ötede. mesela işçi sınıfının cinsellik, yaşam tarzları, ironi, sinik yüzeyler adına yos’tan öğreneceği çok şey var. iki kesimin de birbiriyle buluşması gerekiyor.

    cs: gezi’de karşımıza çıkan şey de bu. yos’un arzusunun bir isyanı olarak okunabilir. biraz da gezi ekseninde bakalım istersen.

    aş: zaten benim anlatmaya çalıştığım şey de bu. gezi direnişinin vitrini benim tezlerime göre 1991’de leman dergisinin “kıllanan adam” tipiyle başlamış bir ironik tavrın kendisiydi. bu, dünya tarihinde herhalde en büyük ironik stratejiydi. çünkü iktidara karşı elimizdeki tek silah bu. evet, insanlar öldüler, kör oldular ama iktidara karşı tek direnme şeyleri ironik, sinik stratejilerdi. insanların katılımını da bu sağladı. konvansiyonel, asık suratlı bir sol olsaydı bu kadar insan direnişe gelmezdi. yurtdışı literatürün de bu süreçte öğreneceği çok şey var. ironi, romantizmin de idolüydü, 68’in de en büyük şeyiydi. ancak bu kadar büyük ve yıkıcı olanına ilk defa tanıklık ettik. ve bu dil oradan gelen bir dil. bunu işçi sınıfı üretemez, küçük esnaf üretemez. bunu yeni orta sınıf üretebilir, üniversiteliler üretebilir. gezi’de de onlar üretmedi mi? “toma’lara karşı zeki müren” retro stratejisidir. murat 124’le ilişkili bir slogan bu. yos’un kültürel yüzeyi, bütün derin anlamları her şeyi yataya çeviriyor. “faşizme karşı omuz omuza”dan “faşizme karşı bacak omuza”ya geçiş var. “kahrolsun bağzı şeyler”. nedir bu? “bağzı” siniktir. buraları görmeden gezi’de yos yok demek anlamlı değil. buradaki dil yos’un dili. 2005’lere kadar dışlayıcı işlemiş bir dilin kuşatıcılığını görüyoruz. bu sevindirici bir şey, olumlu işliyor.

    cs: leman üzerinden yaptığın analizler 90’lardan, 2000’lerin başları gibi bir dönemde gerçekleşti. günümüzde gezi’yle birlikte mizahın konumu tartışılmaya başladı. söylediğin gibi ironi, sinizm ön plana çıktı. günümüzde zaytung, inci sözlük onedio gibi siteler var. şimdi bu internetteki yeni mizah biçimleri, capsler** vs. bunlar yos kültürüyle nasıl bir ilişkiye sahip?

    aş: bu dilin doğuş koşulu doğrudan yeni orta sınıf. baktığın zaman ekşi sözlüğün, inci sözlüğün zaytung’un onedio’nun bir sürü blogun kullandığı strateji bundan başkası olamaz. derin ve yüksek anlamları reddediyor, samimi bir inançsızlık var. bloklar haline gelmiş, hantallaşmış ve sıkıcılaşmış, rutinleşmiş şeyleri bu ironik ve sinik dil, buradaki espri ve mizah dağıtıyor. ama önemli bir farkın olduğunu vurgulamak gerek. 90’larda leman’da başladı bu dil. sonradan medyaya, sinemaya, reklamlara yayıldı –dışlayıcı bir şekilde de yayıldı. recep ivedik, gora, arog, ikisinin de yaratıcısının kökeni de leman çıkışlı. yos’u aşan stratejiler var. toplumun geniş kesimlerine de yayıldı. fakat 2001’den sonra yeni kuşak, 85 doğumlu çocukların okuduğu mizah dergileri penguen ve uykusuz ön plana çıktı. penguen ve uykusuz leman’ın ötesine gençti. bunlar daha domestik ve deyim yerindeyse ergen bir dile sahip; “ya ameliyatıma gelseydi?” dili var. bu slogan bu dergilerde, ekşi’de inci’de falan pişti. caps dediğimiz kültür de (aralarında en acımasız olanı da bu) buradan geliyor. zaytung da bu dili haber diline çeviriyor. niye bunu yapıyor. çünkü ana akım medya zaten dikey ve sıkıcı bir dil kullanıyordu. burada bunu yatay hale getirdi. doğru da yaptı. yaptığı haberler çakma olsa da aslında asıl haberlerden daha gerçek. devrimci bir potansiyel var burada. bunu ilk saptayan da nietzsche’ydi. onun nihilizm dediği şey buydu. dostoyevski de bunu saptamıştı. günümüzde bu sinizm artık aydın, dekadans ve entelektüellerin elinde değil, topluma yayılmış durumda. bu yüzden çok devrimci bir yapısı var. geziden önce sol bu dili kullanmıyordu, gezide bu dilin iktidarı salladığı görüldü. buraya da eğilmek gerekiyor. dergilerdeki sinik tavır devam ediyor, ama dediğim gibi alt sınıflarla barışık bir halde.

    cs: peki, fırat tiplemeleri, umut sarıkaya’nın eskiden bizim seksenlerin sonu doksanların başı kuşağının yaşadığı sobalı, divanlı evleri anlattığı o meşhur karikatürü, örme kazaklı karakterlerin olduğu karikatürler var. bunun yanında nostalji, retro gibi şeyler de günümüzde yaygınlaşmaya başladı. her kafede, kıyafette ucundan kıyısından retro’ya bulaşmak zorunda kaldı sanki. bu nasıl bir sınıfsal özleme tekabül ediyor?

    aş: yos’un temel taşının mizah olduğunu saptadığım için leman’a baktım, melodram olarak baksaydım farklı olurdu. bu ironik, sinik dil bize postmodernizmi gösteriyor. bunlar farklı stratejilere sahip. kült, kistch, gibi stratejiler. murat 124’ü görünür hale getirmek, plastik çiçeği görünür hale getirmek ve onun üzerinden bir ironi oluşturmak. 90’larda bunlar küçümsenirdi. retro bunlarla alakalı. geçmişteki geleneksel orta sınıfların habitusunu ortaya çıkarma amaçlı ironiler bunlar. 50’ler ve 70’ler ön plandaydı eskiden, şimdi de 90’lar ve 80’ler ön planda. bu bir tarafıyla devrimci nüveler taşıyor. tabi kültür endüstrisine ve kapitalizme de eklemleniyor. geçmişle nostaljik ya da benjamin’in deyimiyle “diyalektik imge”yle bir bağ kuruluyor. kapitalizm her şeyi hızla değiştiriyor. ama eski aspirin kutusu bir diyalektik imge haline geliyor. murat 124 mesela retro’nun en güzel örneği şu anda burada dolaşsan porsche’tan daha havalı hale gelmiş oluyorsun. bu anlamda bunlar 90’larda kötü işliyor. murat 124 porsche’yi meşru kılıyordu. ama şimdi porsche’yi tahtından indirebiliyor. insanlar annesinin nesneleriyle, dedesinin nesneleriyle bağını yitirmek istemiyor. bu da gayet politik bir şey. siyasi partinin de retro’yu kullanarak bir şeyler üretmesi gerekir, bu sadece reklamla sınırlı kalmamalı.

    cs: politik olarak şafak başgan’ı görmek mümkün.

    aş: arkadaşımızdır o bizim. kitapta da söz ediyorum ondan. dünya çapında çok önemli bir olay bu. ironik ve sinik stratejilerle, retro staretjilerle siyasette aday oldu. bütün beğenileri altüst etti. az oy alması önemli değil, ama bir çıkış oluşturması çok önemli. bir reklamcılık faaliyeti değildi, politik bir hamleydi. şu anda ben de bu tür stratejiler üzerine düşünüyorum. gezi’den sonra bütün sol bunu sahiplenmeye çalıştı.

    cs: ama çok çarpık bir sahiplenme oldu bu. sözgelimi anneannemin benim kültürel sermayem çerçevesinde benimle iletişim kurmaya çalışmak için genç kılığına girerek bana “kanka” demesindeki samimiyetsizlik ve çarpıklık var.

    aş: olsun. yine de asık suratlı solcuların sahiplenmesi önemlidir. çünkü bunun gücünü gördüler. şimdi gezi sonrası sol örgütlerin gençlik kamplarında bunu görmek mümkün. hepsi neşeli. sol bir şeyler öğrenmeye başladı. artık sıkıcı bir şeyin politik olamayacağını öğrendik. ve yos sıkıcı olmayı asla sevmez. bu da olumlu bir potansiyel.

    cs: şimdi hazır mizahtan giderken şunu sormakta fayda var: bu farklı bir dil biraz da televizyonda kuruldu. mesela leyla ile mecnun mükemmel bir dil kurdu. işler güçler, kardeş payı, behzat ç. bambaşka bir damardan ilerledi. buradaki stratejileri nasıl değerlendirirsin?

    aş: behzat ç. en iyi örneği bence. emrah serbes tam da benim 88 kuşağı*** dediğim kuşakta. behzat sinik ve günlük hayatın her alanını ele alan bir yapıda olduğu için bu kadar sevildi. öyle komiser cemil gibi değil. cüneyt arkın gibi değil. bu açıdan önemi. bunları tek röportaja sığdırmak kolay değil. ama medyanın her alanında kullanıldı bu dil. leyla ile mecnun arabesk filmlerindeki stratejiyi bambaşka bir yere taşıyan bir parodi söz konusuydu. bütün dikey olanları yatay olana çevirmeyi başardı. gündelik hayatta küçük esnaflık içinde işleyen mevzulara yer verdi. türkiye’de orta sınıf kültürel sermayesini küçük esnafla dalga geçerek oluşturduğunu hatırlatmak gerek. leyla ile mecnun küçük esnaflığı starbucks’ın baristalarını çaycı erdal bakkalla kıyaslıyor aslında. insanlar buradaki samimiyeti seviyor. insanlar artık yapmacıklık görmek istemiyorlar. bu da yine sözünü ettiğim dışlayıcı dilin kapsayıcı hale gelmesiyle alakalı.

    cs: dışlayıcılığın yerini kapsayıcılığın alması sınıfsal bir barışmayı, özür dilemeyi mi beraberinde getiriyor?

    aş: içinde özür olması çok önemli mi bilmiyorum, ama barıştıkları kesin. “zonta”, “maganda” söylemleri bugün asker uğurlamaları dışında kullanılmıyor. mesela geçen gün plajdaydım. yanımdaki çocuk uykusuz falan okuyor. bir kadın da elbiseleriyle girmiş, ona diyor ki “aa umut sarıkaya tipi gibi ne güzel” diyor. çevresinde, ailesinde böyle insanların var olduğunun farkında.

    kültür bu açıdan gerçekten önemli. akp sınıfsal olan her şeyi kültüre ikame ediyor. her şey kültürelleşiyor. “monşer”di bilmem neydi bunun ürünü. muhalefetin burada samimi ve kuşatıcı olması oradaki saldırısını da nötrleştirebiliyor. iktidar bizim beyaz türk vs. söylemlere karşı defans yapmamızı istiyor. buradaki barışma iktidarın tuzağını açığa çıkarmaktadır. “göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” vs. iktidarın işine yarıyor. umut sarıkaya dilinde bunu görmek mümkün değil artık. düz adam sami tiplemeleri var. onu mahalledeki amcamız olarak görüyoruz.

    cs: biraz da günümüzdeki kimliklerden gidelim. hipster olmak nereye oturur?

    aş: hipsterlık “hip” olmaktan gündemde olmaktan geliyor olabilir. diğer taraftan “hippi” ve “yuppie” gibi bir tınısı da var. hipster aslında yos’a giren bir yaşam tarzı. yani arzuya dönük partiler, clublar, retro giyimler vs. söz konusu. neşeli bir kesim bu, trajediye çok gelmiyorlar. bir tarafıyla bu katmanı olumlu görüyorum. çünkü gezide yüzünde gaz maskeleriyle hipsterları gördük. çünkü hipsterlar arzuya çok yakın. bunlara “tüketim toplumunun bireyleri”, “apolitik adamlar” falan da denebilir. ama buradaki politik potansiyeli görmek lazım. dönüşen kentte arzuyu hızlı yaşamaya çalışan bir kesim. sayıca da azlar. türkiye’de cihangir, karaköy, beyoğlu, moda gibi yerlerde yaşıyorlar.

    cs: şimdi de hipster olmak çok mainstream (ana akım) olduğu için herkesin bundan vazgeçtiği söyleniyor, bunun üzerine tartışılıyor.

    aş: böyle olması doğal, kimlikleştiği ölçüde varlığını yitiriyor. ancak arzuyu yaşamaları çok önemli. arzu 60’lardan itibaren sürekli kullanılan bir kavram. post-nietzschecilik, deleuze-guattari’nin, lacan’ın arzu tanımlamalarının artık pratik bir karşılığı var. özallar, çillerler vs. arzuyu baskılamıyorlardı. ama günümüzdeki iktidar son derece baskılıyor.

    cs: buna arzunun biyopolitikleştirilmesi diyebilir miyiz?

    aş: tabii ki, çok yerinde bir söz olur. arzunun baskılanmasından sonra isyanın arzudan gelmesi şaşırtıcı değil. arzuyu, cinselliği, içkiyi kontrol almaya çalışan bir iktidara karşı isyan arzuyla şekillenir. bunun bir hayat tarzıyla ilgisi yok. “hayat tarzı” dili cumhuriyet mitinglerinde vs. kullanılan bir dil. arzu bundan çok daha fazlasıdır. öğrenci evlerine vs. karşı çıkılması yaşam tarzıyla açıklanamaz. bir öğrencinin arzuya ulaşması öğrenci evinde olur. erasmus hibeleri kesiliyor şu anda. aslında burada kesilen küresel bir arzu ağı.

    bu açıdan akp’yi sadece özelleştirme, toki gibi şeylerle ele almamak gerek. akp arzuyu kontrol etmeye çalışan, muhafazakâr, islami bir iktidardır. karşımızdaki merkez sağ değil, islamcı bir hükümettir. bu yüzden arzu bizim için devrimcidir. içinde bulunduğumuz dönemde arzuyu hızlı yaşayan kişi dinamik olabiliyor. ancak bunu da abartmamak gerek. geniş bir lümpen proletarya vs. var. bunun da politikleştirilmesi gerekiyor.

    şu anda sadece sınıf merkezci bir siyasetle politika normatif olarak haklı olsa da pratik olarak bir karşılığı yok.

    cs: muhafazakârlık ve islamcılığa gelmişken oradan devam edelim istersen. yeni orta sınıflar genellikle sol tarafından tartışılıyor ve ele alınıyor gibi görünse de (sanki yos artık sadece “gündüz işte gece direnişte” olan kitleymiş gibi bir algı oluştu), aslında hatırı sayılır miktarda akp’yi destekleyen, dini referansları olan ve muhafazakâr yos da var. sözgelimi caprice gold’lar, muhafazakâr plajları-tatil köyleri, islami eğlence, nargile kültürü vs. bunlar arasında çok yaygın. bu konuda ne dersin? bunlara muhafazakâr yos demek mümkün mü?

    aş: çok güzel bir soru sordun. islami bir burjuvazi ve orta sınıf var. ama bana göre islami bir yos yok. çünkü benim yos tanımlamam dar anlamda. mesela islami bir çocuk düşünelim, borsacı olsun. kültürel stratejiler anlamında yos’a uymaz. hala annesinin elini öpen, geleneği sürdüren bir yapısı vardır. bunu ahmet hakan yırtmıştır, siniktir.

    islami yos’u bir etiket olarak kullanabilirim, ama bunun bende bir karşılığı yoktur. farklılaşan bir kültürleri yok, eskinin devamcısı konumunda bunlar. mekân ve kültürel strateji açısından böyle bir yos’tan söz etmek mümkün değil. diğer taraftan yos’un sol liberal bir siyasal kodlamaya sahip olduğunu söylemiştim. islami yos buna uymaz.

    cs: son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

    aş: sonuç olarak her dediğimin %100 doğru olduğu anlamına gelmiyor söylediklerim. ben bir sezgi vermeye çalıştım, buradan bir yol açılması gerekiyor. kitaptaki çabam da bu yolun açılması oldu.
    ___
    *baby-boom: ikinci dünya savaşı’nın ardından 1946 ile 1964 yılları arasında doğmuş olan demografik yapıyı ifade eden ingilizce kavram. türkçe’ye “bebek patlaması” olarak çevrilmekle birlikte, o dönemde doğum oranlarının artmasıyla birlikte yetişen bir genç kuşağı niteler.

    **caps: ingilizce kelime kökü “capture”, yani “yakalamak” olan ve bir internet fenomenini niteleyen bir kavram. özellikle internet forumlarında ortaya çıkmış ve yaygınlaşmıştır. yurtdışında 9gag, 4chan gibi internet sitelerinde biçimsel bir şekilde bir duygu durumunu, ruh halini, tavrı vs. imleyen bir görselin üzerine özensiz biçimde ironik ve sinik mesajlar yazılması yoluyla yapılan bu mizah biçimi, türkiye’de inci sözlük aracılığıyla görselin altına çekilen kırmızı bant üzerine yazılan yazı biçimini almıştır.

    ***88 kuşağı: ali şimşek’in bu kavramla 70’li yıllarda doğan kişileri, ya da 88 yılında 20li yaşlarına gelmiş olan kişileri kasteder.

    kaynak:
    http://meseledergisi.com/2014/09/ali-simsek-arzu-devrimcidir/