1. uzunca bir süredir hastalıkla cebelleşiyorum. yanlış anlaşılmasın öldürücü değil (şimdilik) ama gerçekten süründürüyor. yakın çevremde de ciddi sağlık sorunları var. memleket desen kan gölü, patlayan bombalar, yitirilen ve artık yeniden kazanılması da çok zor görünen "birlikte yaşama arzusu", kaybedilen umutlar, derinleşen yaralar... (duyar kasmak dediğiniz bu mu?). dünyanın durumu da hiç parlak değil. bu tempoyla gidersek, ömer madra'ya göre öyle yüzlerce yıl değil 35 yılımız kalmış

    ben zaten hayatımın hiçbir döneminde "kendimi çok iyi hissediyorum" diyebilmiş biri olmadım (olamadım). çocukluğumun o muhteşem zamanlarında bile hep endişeli, melankolik, hüzünlü bir yanım vardı. hal böyleyken, zaten açılmış yaralar bile sağaltılmamışken ve yenileri açılırken, kendimi "harika" hissediyor olsaydım gerçekten şaşardım.

    içsel düşünce süreçlerimin önüne geçtiği ve sahte bir rahatlama hissi yarattığı için uzun süredir yazmıyordum. hele buraya yazmayı hiç düşünmemiştim. demek ki her şeyin bir ilki olurmuş. büyük lokma yiyip büyük söz söylememeliymiş.
  2. iki saatten fazla zamandır oturuyorum şu an bu satırları yazdığım sandalyemde. buraya daha önce hangi dertten ötürü yazmışsam hala aynı dertten muzdaribim. halbuki ne yapmam gerekiyordu. elimdeki ticaret hukuku pratiğini çözüp, temize çekip, arkasından da ölmemek için can çekişen bir makaleye suni tenefüs baabında bir kaç sayfa eklemem gerekiyordu.
    seninle konuştuk. konuşulan havadan sudan her meselenin "bize" gelmesinden rahatsız olman konusunda konuştuk. yani yine "bizden" konuşmuş olduk. bence beraber olmayı beraber olmamaktan daha kolay beceriyorduk. bence. ama sence durum bunun tam tersi belli ki. hep şey diye düşünürdüm. "boşver. kız yaşıyor işte. kendini, artık sevilmediğine ve sen yokken her şeyinin daha güzel olduğuna inandır. kolay olan bu. kendini boşuna zorluyorsun."
    değilmiş. kolay olan bu değilmiş. sanki varmışsın gibi yapmakmış meğerse daha kolay olan. ya da yüz çevirip yok olduğun bir hayata bakmamak...
    gittikçe daha sessiz olacak her şey...ben...sen... sonra bir bakacağım ki zor olanı yapmış artık ben olmayan ben...
  3. inatla bana bakmıyorsun, yüzünü bana dönmüyorsun, gözlerini göremiyorum. inan çok zor.
    biliyorum ben de seni zorladım ama bu senin yaptığın ikimizi de zorluyor.
    kafanda bizim için yarattığın sınırlar var bunları aşamıyoruz. ne zaman bir şey söylesem bu bize göre değil diyorsun ama bize göre olanın ne olduğunu bilmiyorum. bu sınırlar, kurallar o kadar katı ki ben seni göremiyorum, duyamıyorum. kendini benden saklaman ne işimize yarıyor anlayamıyorum. ikimizin de iyiliği için diyorsun ama sanırım bu iki kişiden biri ben değilim çünkü iyilik böyle olmaz sevgilim.
  4. 3 yıldır ilk kez bağırdığını duydum, beni çok korkuttun. seni anlattığım herkese dünyanın en iyi insanıdır, melek gibidir diyorum, ama değilsin sevgilim. bunu bana bu şekilde anlatman gerçekten kırıcıydı. artık yoksun. böyle olmaz, bu şekilde devam edemeyiz. annesine böyle davranan biri bana nasıl davranır ki? kendi anne babamın ilişkisini istemiyorum, çocuğum benim yaşadığımı, gördüğümü görmesin istiyorum. özür dilerim.
  5. varoluşsal sıkıntılarımı döküyordum ortaya. çok da muhatap aramıyordum aslında. oysa her zaman bir muhatap aramaz mı insan? fark edilmek, duyulmak, dinlenmek, anlaşılmak istemez mi? muhtemelen öyle. belki de değil. sonra bir arkadaş duydu sesimi. kısacık ama öylesine nadide bir dertleşme oldu.

    son zamanlarda kendi kendime "anlaşılmak arzusundan kurtulmak en büyük özgürlüktür" deyip duruyorum. anlama arzusundan kurtulmak da sanırım öyle. ama bazen anlaşıldığını bilmek sağaltıyor ve sanırım şimdilik özgürlük yerine bu geçici, uçucu sağaltımı tercih ediyor ve o kısacık iletişimi şuraya bırakıyorum:

    cipres limon: her fikriyattan güzel ve iyi insanlar var etrafımda ama hiçbir şekilde bu ülkeye ait hissetmiyorum ne yazık ki kendimi. yabancısıyım bir sebepten. bu dünyada nereye yabancı değilim onu da bilmiyorum işin kötüsü.

    arkadaş: "bilemem insan nerenin yerlisidir" (of not being a jew - ismet özel)

    cipres limon: işte tam öyle bir şey. bilemem nerenin yerlisiyim?

    arkadaş: ibn arabi ruhumuz bu dünyaya ait olmadığı için bedene sıkışıp buhran yaşıyor diye anlatıyor. bilmem ki, dünya gurbeti mi bu?

    cipres limon: dünya gurbeti ne güzel lafmış böyle ve çok hüzünlü.

    arkadaş: hüznümüz bir sevgili cipres limon. yüreğine ferahlık dilerim.
  6. zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok dedi. haklısın dedim.
  7. romantik acıların, idealist bakış açılarının tozunu attırdığı bu ortamda daha vıcık vıcık bir dertle geliyorum. bütün yoksulluğumun, sağlık sorunlarımın, gelecek kaygısının önüne koyduğum jöle tadında bir dertle geliyorum!

    ev yakınlarında gördüğüm bir yavru kedi için (evet mutlu olsa bile) her haftayı kendime zehir ediyorum. zayıf, habersiz bu yavruyu çocukların kontrolsüz sevgisine ve tanrısal merhametsizliklerine, sıcak yada soğuk havaya, annesini kaybetmiş olma ihtimaline, yiyecek bulamayıp ölme ihtimaline terkettiğim için çektiğim acı somutlaşıp midemle boğazım arasında gidip geliyor. ben ki ne bir cenazede üzüntü nede bir düğünde sevinç emaresi gösteremeyen adamım. var mı bu hastalığın bir çözümü?
  8. dert değil dostlar, boşluk var içimde dolmuyor.
  9. samimiyetsiz, seviyesiz, çıkarcı insanlardan nefret ediyorum. tek ben mi iyi düşünüyorum. sözde herkes benim gibi düşünürken bu olanlar ne peki !!
  10. dertlesecek insan araniyor ilanlarini gorunce dedim ki bir dert kosesi yapalim, bire bir konusulacagina ortaya konusulsun, daha cok insanin derdini cozeriz belki. dertler paylastikca azalir.