1. havalı araba

    2015'in sıcak bir yaz günüydü; daha mayıs ayında deniz-temiz hava-yazlıkçı komşu-organik gıda kombinasyonunu tercih eden ailesi tarafından yalnız bırakılan ben, çatı katındaki evde sıcaktan da bunalmaya başlamıştım. evin hiçbir yeri, hiçbir türlü esmiyordu, tebdil-i mekanda ferahlık yoktu. En sonunda, klima gibi usta-ev sahibi ilişkisi gerektirmeyecek, yeri değiştirilebilecek, nispeten ekonomik bir çözüm olarak vantilatörü buldum.

    rahat ulaşıp sorunsuz park edebildiğim yerlerden Kentpark'taki media markt'a gitmeye karar verdim. Her zamanki gibi otopark tabelasındaki sayılardan hedef katı belirleyip 4. bodrum katına -bir yandan da kat geçişlerinde araçlarını park edenlerin üşengeçliğini aşağılayarak- indim ve Suzi'yi avm giriş kapısının hemen önüne gururla park ettim.

    Ne istediğini bilen müşteri edasıyla girdiğim mağazada, satış temsilcisinin gösterdiği çakma transformers görünümlü, 360 derece dönebilen modeli, "güzelmiş ama benim o derece bir şeye ihtiyacım yok" esprisiyle püskürterek, fiyat-performans ilişkisinin en yüksek olduğunu düşündüğüm modeli, satış temsilcisini de "hah benim aynen böyle bir şey almam lazım; tekerlekli, su hazneli, uzaktan kumandalı, uyku modlu" cümlesiyle de ikna ederek kasaya yönlendirildim.

    flamalı alışveriş arabasını da süren temsilcinin centilmenliği kasayı geçene kadardı, artık yalnızdım. Mağazanın hemen çıkışındaki asansörün varlığı içime su serpmişti. Ta ki içine girene kadar. Kısmi meslektaşlarım proje aşamasında binanın mimarisini/statiğini çalışırken asansörü 3. bodrum kattan başlatmayı uygun görmüştü.

    Araç trafiğinin yanından geçerek flamalı ve vantilatörlü arabayla bir alt kata yürümekten başka çarem kalmamıştı. Yokuş aşağı arabanın frenleri tutmuyordu ama küfür etmemek için ben kendimi tutuyordum. Suzi'yi bıraktığım yerin de jeopolitik bir önemi kalmamıştı artık, bir an evvel arka koltuktaki vantilatörle eve gidip serinlemeliydim. ama çilem daha bitmemişti.

    Yükte hafif, hacimde büyük paketle 72 basamak çıkmak bir işkenceydi. Neden kollarım biraz daha uzun değildi, neden sadece o an için süper dişi değildim. Eve girdiğimde ter içinde kalmıştım. ama vantilatör beni serinletecekti, tabi kurulumunu yaptıktan sonra.

    kutunun içinden çıkan parçalar bana kinder surprise zamanlarımı hatırlatmıştı. onları da tarife bakmadan birleştir(e)mezdim, bunda da prensibimi bozmayacaktım. Kitapçık adım adım anlatıyordu, kule misali aşağıdan başlayacaktı montaj. taban ağırlaştırma takımı, taban kilit somunu, tekerlek derken havaya girmiştim. sanki seyircim varmış gibi "kilit somunu tekerlekleri yeterince iyi kavramadı mı acaba" deyip üstten biraz bastırmamla takım ruhunu bozduğumun göstergesi oyundan kopuşlar başlamıştı. Neyse canım, vantilatör kurulduktan sonra kucakta da taşınabilirdi, hem zaten halı tekerleklerin hareketi için de uygun değildi. Yine de bundan sonraki aşamalarda gücümü daha kontrollü kullanmayı seçerek kafes kısımlarına kadar gelmiştim.

    bu aşama benim için iki açıdan çok önemliydi; hem bunu beceremezsem yaptığım onca (!) montaj ve masraf boşa gidecekti, hem de kanaviçecilerin yüz karası olarak yıllardır takamadığım kasnakla gıyabında yüzleşip "bak sorun bende değil, sende" diyebilecektim. Tarifte "biraz kuvvetle monte ediniz" yazıyordu ama bu sefer öyle yapmayacaktım, şiddetten hayır gelmiyordu. ön kafes ve arka kafesi birlikte tutup sarılarak kendi kafesime yaklaştırdım ve sıcaklığımı, onların birleşmesine olan ihtiyacımı hissettirdim, işe yaramıştı.

    bu hikayeye bir son lazımdı
    öyle uzaktan, uzaktan hiç konuşmadan nasıl da bağladın beni :)

    !---- spoiler ----!

    ilhamından ve motivasyonundan ötürü densizdengesiz'e teşekkürler :)

    !---- spoiler ----!