1. bugun bu basliga rastgeldim ve su cok guzel girdiyi okuyunca aklima 2014'te yazdigim bir yazim geldi. guzelliklere bakmaya, guzelliklerden bahsetmeye ihtiyacimiz var. Cunku sairin de ddigi gibi yaşamak görevdir yangın yerinde
    ilgili yazi :

    !---- spoiler ----!

    Çalıntı Bir Gün..
    Bu sabah bir yazı okudum gazetede. Pek alışkanlığım değildir ama çok içimden geldi ve gazete kupürünü kestim saklamak için. Sonra sıklıkla göreyim okuyayım diye buzdolabının kapağına astım.

    Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanı vermiyor. Türkiye, evlatlarının bulutların ne kadar güzel olduğunu düşünecek vakti bulmasına izin vermiyor.

    Bunun en bariz yansımasını kendi adıma bu blogda buldum. Ne kadar uzun zamandır bloga tek satır yazmayışımda/yazamayışımda…
    Öyle bir ülkede, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki gündem dışı,ülke meseleleri dışında bir şeyle meşgul olmak, başka konularda konuşmak, sosyal medya başka paylaşımlarda bulunmak, pencerenizin kenarına konan bir kuşun sabah sabah sizi nasıl gülümsettiğini anlatan bir yazıyı dostlarınızla paylaşmak ve dahi bunları yapmayı düşünmek bile utanç verici bir durum.
    Sherly Sandberg’in “Lean In” adlı kitabını okuyorum. Kitap aslında iş dünyasında kadınları anlatıyor gibi görünse de esasen bir nevi bir “feminist manifesto” da diyebiliriz. Kitap’ta Sherly (Facebook’un CEO’su) Facebook’ta insanları cesaretlendirmek için duvarlara çeşitli yazılar, afişler astıklarından bahsediyor. Bunlardan bir kaç örnek veriyor kitapta.

    korkmasaydın ne yapardın?

    Bu soru beni çok etkiledi. Farklı farklı konularda çok başka sorulara çok başka cevaplara, oradan yeni sorulara götürdü beni kendi içimde. Ama yazımın başında bahsettiğim ülke gündeminin ve belki de milletçe yaşadığımız “psikolojik travmanın” bizlere verdiği “sıradan konulardan bahsetmeye” dair utanç duygusu ile ilgili yeni bir soru attı zihnime:

    Utanmasaydın ne anlatırdın/ne yazardın?

    Soğuk ama güneşli havaları çok sevdiğimi yazardım. Sonra çocukken bayıldığım Alman pastasının minicik ve çileklilerinin yapıldığını keşfedip tadına baktığımdaki mutluluğumu anlatırdım. Hatta belki ağzımda pasta ile poz verdiğim aptal bir fotografımı paylaşırdım arkadaşlarımla. Şu anda eşimin yanımda otururken kendisine yaptıgı kahveyi içmeden önce koklayıp derinden bir”ohh” demesindeki hazzı resmederdim.
    Cumartesi öğle vakitlerinde mutfaktan gelen çayın fokurdama sesi ile çamaşır makinesi sesinin karışmasının bana müzik tınısı gibi gelmesinin tuhaflığından dem vururdum. Bu sabah mevye suyu dolu bardağımın içine kamikaze dalışı yapan sineği bardaktan çıkardığımda hala yaşıyor olduğunu farketmemizdeki keyfi anlatırdım mesela.
    Ama utanıyorum,utanıyoruz. Sadece utanmak değil mesele tabii. Göremiyoruz bunları,farkedemiyoruz.. Vakit bulamıyoruz bunlara. Çünkü çocuklar sokaklarda dövülerek öldürülürken adalet gözlerini yumuyor bu ülkede.Çünkü Van’da bir çocuk yasadıgı köye ambulans gelmediği için ölüyor ve cenezesini ailesi bir çuvalda taşıyor. Çünkü heryer yalan heryer dolan… Çünkü umut o kadar az ki heryerde…
    Olsun ama ben yine de bu sabah şarkılardan, sineklerden,kahvelerden-çaylardan, ev işlerinden, mercimek çorbasından-yumurtalı ekmekten,kuşlardan ve havalardan bahsetmek istiyorum. Bugün diyorum kendi kendime bugün de böyle olsun. Bir gün çalayım ÜLKEM’den sadece bana-bize ait birgün. O’nu düşünmeden ve konuşmadan geçireceğimiz birgün….


    !---- spoiler ----!