• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.50)
yüzünde bir yer - sema kaygusuz
gözüm!"
bir keresinde babaannen böyle diyerek okşamıştı seni, halk dilinden türeyen bu epeski sevgi sözcüğüyle. kendi görüp göremeyeceği her şeyi bir tek sen göresin diye mi üçüncü gözü kıldı seni? kendinden verdiği bu göz, bakışın, algının, ışığın ve tanıklığın çok ötesinde gizil bir mirassa eğer, ne zaman fotoğraf makineni bir dürbün gibi ona buna doğrultup yakın-uzak ayarı yapsan, bil ki bir mil batırıp içine akıtıyorsun onu. devraldığın gözü imha ediyorsun. çünkü daha bakarken değiştiriyorsun şeyleri. çerçeveye aldığın nesne her neyse, onu dünyadan koparıp kendi betimine buluyor, hayat sabitlediğin anlardan ibaretmiş gibi, evrenin zamandan münezzeh sıfatını önce insan yüzlerinde göreceğin yerde kendi yapıtında deniyorsun.

hiç olmazsa bir kerecik "gözüm" diyerek sevsen beni, alnında bir yere koysan billur cismimi, bir sürü çerçeveler bulsak seninle, yağmalamadan muhafaza etsek şeyleri, itham ve iltifat etmeden sonsuzluğunu bulsak saliselerin; alelade ya da özel, kaba ya da zarif bütün nitelikleri düzlesek, baktığımız yerde göremediğimiz bir şey de olduğunu itiraf edip sussak birlikte, bu ağzı sıkılıkla hiç övünmesek, ne güzel olurdu. yeter ki iste, sana feda olsun gözüm.
-kapak yazisi-


  1. sema kaygusuz'un okudugum ilk eseridir. once romanini okudum sonra harika oykuler dunyasina daldim. en sonunda da yuzyuze tanisip kendisinden feyz aldim. taniyinca ve konusmalarini dinleyince hele de o cok hosuma giden " karnindan yazmak" metaforunu ogrenince bir kez daha anlamlandi bu roman bende. butun kitaplarimi geride birakip cok uzaklara gittigim icin guc bela uzaklardan istettigim 3-5 kitap arasina ekledim. yeniden, yepyeni bir gozle okuyup asil yorumlarimi o zaman yapacagim. simdilik buraya yazarin kendisinin yazdigi ve 5. baskidan itibaren kitaba eklenen onsoz'un son bolumunu birakacagim.

    !---- spoiler ----!

    son olarak, yüzünde bir yer’i sadece türkçe değil, ağıt yakan herkesin diline niyetlenerek yazdığımı söylemek isterim. uygarlıklar boyunca baştan çıkarıp aynı anda mahveden, zehirleyen ve şifa veren, cezbesine kapılanlara ürküntü salan, kralların, firavunların, padişahların sofrasına bir mücevher gibi sunulan kardeşime bakarak, incir ağacından devşirdiğim incir lisanıyla da yazmaya niyetlendim. onun kıskançlık uyandıran serüveninden ve dirimsel gücünden yazıya pay ayırmak için. diyeceğim, bu roman boyunca hem katliamdan sağ çıkmış bir babaanneydim, hem torun, hem hızır, hem de sayısız çekirdeği olan incirdim. aslında her birimiz birbirini yazdı.

    !---- spoiler ----!
  2. o okudu diye okudum. belki yüzünde bir yer açılır diye. belki o yerde ben de kendime bir yer edinirim diye. belki bir yer açılır yüzümde ve bir gülüş gibi gelip yerleşir oraya diye. aynı cümleleri, aynı hikâyeleri okursak yüz yüze olamasak da belki yüzleşiriz içimizle diye. 

    ne çok neden... ne çok hikâye... hızır'ın dolaylarında gezinen ne çok söylence... 

    eliha, melkisedek, bese, ilyas, zülkarneyn, pepuk kuşu, idris peygamber, zurrek, munzur, ksanthos, çocuk buda, incir, zeytin, süleyman peygamber, üçüncü osman, kanuni, isidoros, ceysûr, isa ve daha ne çokları... 

    incire ve zeytine and olsun ki hızır'dan dilenen dört dilek benim de dileğimdir:

    - yak beni, küllerimle tanınmaz olayım.
    - beni anlamamaya alıştır, illa ki bileceğim diye çırpınmayayım.
    - hamlıktan arındır beni, kavrula kavrula saflaşayım.
    - başkasının imanıyla sofu olmayayım.

    bir fatihle bir peygamber ne zaman yan yana gelse kimse bir ishak'tan söz etmiyorsa da kişisel tarihimiz başka bir başlangıçla kurulsun, kurbanın olayım.