1. sabah saat 03.02 de merkez üssü kocaeli körfezi - gölcük, şiddeti 7,4 olan, türkiyenin yaşadığı en büyük deprem.

    üzerinden 16 yıl geçince tüm acıların sadece sayılarla anılması çok acı ancak resmi rakamlara göre yaklaşık 18.000 kişi hayatını kaybetmiştir. resmi olmayan rakamlar ise 50.000 i bulduğunu söylüyor. depremde ölen ve denizde kaybolan yakınlarının çoğu kayıtlara geçmemiş biri olarak bu ikinci rakama daha çok inanıyorum.

    üzerinden bunca yıl geçse gözün önünden gitmeyen yüzlerce görüntü kulaktan silinmeyen onlarca çığlık olarak kaldı.

    şimdi yıldönümü yaklaşıyor sadece medyaya malzeme olacak "acımız büyük" reklamları. sadece deprem anıtları önündeki yakınını kaybetmiş kalabalık gösterilecek 15-20 saniye, değirmendere sahilinden göstermelik bir buketi denize atacak bir muhabir sonra her kanalda "büyük istanbul depremi ne zaman olacak" programları çıkacak. bu da medya malzemesi yapılacak.

    ama annesi babası enkazda bulunamamış -muhtemelen kepçeyle toplu mezara atılmış ve üzerine kireç dökülmüş birer "kimsesiz ceset" olan- bir çocuğun acısını hala kimse konuşmayacak.

    deprem aslında rakam değil. korku değil. televizyona bir malzeme hiç değil. deprem aslında bu.
  2. yıllar öncesinde bir bütün kenti yerle bir eden deprem tarihi.

    her yıl anmanın anlamı nedir? ölenleri hatırlamak mı? yoksa o günlerden bu günlere ne kadar değişiklik olduğunu göstermek mi? bir değişiklik var mı ki? o zaman anmanın da pek anlamı yok kanımca. kınamak gibi bir şey bu da. hiçbir şey yapma; kılını kıpırdatma, olanları kadere, kısmete bağla; sonra yıl dönümünde hayatını kaybedenleri anma günleri düzenle. harika! nasıl olsa milletin umurunda değil. millet ölmeyi bayılma sanıyor herhalde. yazık bize!

    hala depremden korkan bir halkımız var. sanırsın ki yer sallanınca insan ölüyor. anlatamadık yıllarca insanı öldüren yerin sallanması değildir. sallanırken yıkılanlar insanı öldürür. derneklere üye olduk, vakıflarda gönüllü çalıştık. bir avuç insanı bilinçlendirmekten öteye geçemedik. ulaştığımız insanlar da olanları kadere kısmete bağladılar. iyi dedik, naapalım. ölelim bari!

    deprem insanı öldürmez. insanı insan öldürür. her geçen yıl iyileşmesi gereken şartlar daha da kötüleşiyor. yılda bir kez bile olsa deprem riski taşıyan bölgelerdeki yapılaşmanın depreme dayanıklı olup olmadığını kontrol edelim. bu anma vesileleri ile depremin korkulacak bir afet olmadığını; insana insandan başkasının zarar vermeyeceğini anlatabilirsek ne mutlu!

    hala deprem riski olan bölgelerde depreme dayanıksız yapılaşma mevcuttur ve olası bir afetin felakete dönüşmesi beklenmektedir. iş işten geçtikten sonra; "bu kadar doluya zaten hiçbir altyapı dayanmaz." sözlerini sarfedenler ^:ankara balgat alt geçidi baskını^ yarın herhangi bir yıkımdan sonra da benzer bir müşkülpesentlikle yaklaşacaklardır konuya. böyle yıldönümleri ağlayıp sızlamak günleri olmasın. dünden ne farkımız var? ne kadar güçlendik? işte bunlar sorgulansın. belki o zaman hayatlarını talihsizce kaybedenlerin kemikleri sızlamayacaktır.

    bir daha olmasın!
  3. 8 yaşındaydım henüz, yalova'da küçük köy evimizde annem ve ablamla aynı odada uyuyordum. ilk hatırladığım şey annemin bizi korkutmadan uyandırmaya çalışırken korkudan bembeyaz kesilmiş yüzü. altında ahır ve yanında samanlık olan eski ahşap evimiz çok şiddetli bir şekilde sallanıyordu ve bahçeye çıkmakta zorlanmıştık hatta çıkana kadar deprem bitmişti. bütün akrabalar bahçede oturmaya başladık e tabi depremi bilmeyen bir çocuk olarak anlam veremiyordum. sadece annemin babama ulaşma çabasını ve çaresizliğini gözlemliyordum, artçılardan birini çok şiddetli hissetmiş olmalıyım ya da babama ulaşamamanın sıkıntısını kavramış olmalıyım ki mahalledeki diğer çocukların ağlamasına eşlik ettim. gece sokakta, bahçelerde tüm mahalle,akrabalar bir arada ayaklı başlı uyundu, büyükler sırayla nöbet tuttu. yan köydeki yakınından bile haber alamadı insanlar. hatlar yok,televizyon çalışmıyor. herhangi bir yerden herhangi bir haber alınamıyor; yollar kapalı. birkaç gün sonra babam istanbul'dan çıkıp yalova'ya gelebilmişti; yollar araçların geçmesine olanak sağlayacak duruma ancak gelmişti. belki görüntüler çok net kalmaz hafızada ama dönüş yolunda o kokuyu almamamız için alınan tüm önlemlere rağmen duyduğum ceset kokusunu hatırlıyorum. acının kokusu bu olmalı. tamamen yerle bir olmuş kentler, yerle bir olmuş hayatlar. tüm ailesini kaybeden çocuklar, çocuklarını kaybeden anneler, feryat figan...ömrümün sonuna kadar o kokuyla beraber hepsini hatırlayacağım,eminim.
    ne yazık ki bugün yaşananlara, o acıları yaşayan onca insana zerre saygısı olmayan pis siyasetçiler, iğrenç medya mecraları ve saçma ticari kuruluşların hepsi kuvvetle muhtemel ayın 16'sından itibaren (hatta kimisi bakın en çok biz önemsiyoruz diyip ellerini ovuştura ovuştura 03:02'de) paylaşım yapacaklar. tebrik ederim çok düşüncelisiniz. acaba kaçınız tüm ailesini kaybeden bir çocuğu alıp ona bir hayat kurdunuz? ilk 2 seneden sonra kaçınız yardım yaptınız?
    hadi bakalım fotoğrafları hazırlayın da sosyal medya hesaplarınızda kapak fotoğrafı, profil fotoğrafı falan yapın. canımsınız.
  4. alejandro zambra eve dönmenin yolları1985 şili depreminin anılarını anlatırken bir cümle kurmuş, çocukluğunun ömrü 17 ağustosta biten benim gibiler için kafada bir uğultu gibi dolaşan ama sözcüklere dökülemeyecek şeyleri söylemiş...

    "o zamanlar ölüm benim gibi çocuklar için görünmezdi, çıkıyorduk, o büyülü geçitlerde korkusuzca koşturuyorduk, tarihten muaftık. deprem gecesi her şeyin tepetaklak olabileceğini ilk kez düşündüğüm geceydi. şimdi bunun farkında olmanın iyi olduğunu düşünüyorum. her an bunu hatırlamanın gerekli olduğunu."

    ve evet her şey her an tepetaklak olabilir... bu çocuklar bunu bilir.
  5. türkiyenin başına gelmiş en kötü olaylardan biridir. elimizden sadece hayatını kaybedenlere "huzur içinde yatsın" gelmesi de malesef o canları tekrardan hayata döndürüp binlerce aileyi mutlu etmeye yetmiyor. bir de bunun üzerinden reklam ve propoganda yapılmasına da söyleyecek söz yok zaten. ayıp. vicdansızlık...
  6. üstünden 17yıl gibi uzun bir zaman geçmesine rağmen bugün aynı şiddette bir deprem olsa yine aynı sonuç alınır. can kaybı yine bu kadar üzücü rakamlarda olur. insanoğlu hiçbir şeyden ders almıyor.
  7. bir zamanın, bir sabahın kabusuydu. her şeyi gibi bunu da çabuk unuttuk. kaç ev yıkıldı, kaç hayal-hayat yerle bir oldu oysaki.

    yıllardan beridir gitmediğim memleketime gitme düşüncesi ne kadar mutlu ettiyse beni babam tarafından alelacele çağırılmak da o kadar üzmüştü. şimdi geçti gibi ama eskiden ayrı kalamama hali vardı. bir de okul öncesi ilk kez belkide bu kadar uzak kalmıştık. ama her şeyden öte o'nun hislerine olan saygım. el mahkum tabi yola düştüm ben hemen. asla unutamayacağım o ekmek ve üzümlü, dedemin bana kattığı yollukla.

    16 saat otobüs yolculuğu dile kolay. sabahın körü geliyorsunuz ama o gün yol yorgunluğunu atamamış oluyorsunuz haliyle. ben de geldiğim gece öyleydim ve zaten felaket ötesi bir sıcak rahat bir uykuya mani oluyordu. ardından bir nefes, bir ses işittim. "kızım kalk, deprem oluyor." o kadar ürkek ve sessiz, telaşsız bir sesti ki o... babamın ne işi var diyorum memlekette; artık nasıl bir uykuya dalmışsam. epey bir sarsması gerekti sonra ve ben anladım tabi. ayaktayken dengemi kurayamacağım kadar yer sallanıyordu o esnada.

    bir çoğunuza göre şanslıydım belki de. müstakil ve bahçeli bir evde oturmak sanırım o zamanın en büyük nimetiydi. kendimizi bahçeye zor attık. bu arada evdeki kuş, bahçedeki köpeğimiz ortalığı yıkıyor. öncesinde de haber vermeye çalışsalar da malum biz gibi pek çok kişi de bu habercileri anlayamadı. kendimizi garaja atıp bir şeyler öğrenmeye çalıştıysak da başarılı olamadık. o anki kaosu, sabaha nasıl vardığımızı anımsamak güç gerçekten. bir şeylerin kötü gittiğini anlamaksa bir o kadar kolaydı. derken herkes o anları anlatmaya başlamıştı. arkamızda duran koskocaman dağın gelip gittiğini görenlerden tutun da, bir ateş çemberinden bahsedenlere kadar. birbiri ardına devem eden artçılar sebebiyle eve girmek kabus gibi geliyordu. sanıyorum ilk o zaman panik atağın ne demek olduğunu anlamıştım. zira günlerce uyuyamadım. erkek kardeşlerimin yanına yatıyordum, ellerini ayaklarını sımsıkı tutuyordum ama uyuyamıyordum. sonrasında izlediğimiz görüntüler, anlatılanlar daha da durumu zorlaştırmıştı.

    şimdi bakıyorum üzerinden yıllar geçmiş; bana bıraktığı en mühim iz o panik atak.ufak sarsıntılar neyse de biraz abartı olunca dünyam kararıyor yine. tabi esas felaketi yaşayanların yanında devede sinek kalır biliyorum. yarın ne yaşayacağız bilmiyoruz, ders aldığımızı da düşünmüyorum ama bu derece bir felaket, tekrar yaşamasın dilerim ki..
  8. 17 Ağustos 1999 - Gölcük. Saatler gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarıya atarken sanki bir kıyameti yaşıyor gibiydiler. Daha sonra Ali Kırca nın yönettiği Siyaset Meydanı’ nda enkazdan kurtarılan bir bayan şunları söylemişti: " O gece ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi ".

    Bir iddiaya göre; depremden hemen önce Gölcük ten Avcılar a kadar geniş bir alanda görülen "ateş topu" ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Birtakım teoriler ortaya atılmaya başlandı. Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı. Kimine göre de; Yugoslavya ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçekleşmişti... Hatta bazılarına göre işi PKK bile yapmış olabilirdi.

    Nitekim CNN televizyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında "Depremin arkasında PKK mı var?" sorusuna "Sanmıyorum" cevabını vermişti! Oysa bu sorunun doğal cevabı "Siz ne saçmalıyorsunuz
    depremle PKK nın ne alakası var" olmalıydı. Bu soruya verilen cevap akıllara PKK nın deprem oluşturabilme ihtimali nin olduğunu düşündürdüğü gibi
    yapay depremlerin olabileceği sonucuna da getirmektedir.

    Fakat bu teoriler arasında en akla yatkın olanı Future Times da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan bir hikayeydi: Bu senaryoya göre; Silikon Vadisi nin de bulunduğu Kaliforniya’ daki San Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD; yer kabuğundaki değişimleri izleyerek daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak beklenen büyük depremi "küçük depremcikler haline dönüştürmenin" yolunu bulmuştu.

    Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bir bilim adamı olan ve elektrik mühendisliği konusunda uzun yıllar bazı esrarengiz yüksek gerilim deneyleri gerçekleştirdiği bilinen Nicola Tesla tarafından geliştirilen "düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli" tekniğini hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle; çok uzaktan hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak; Pentagon (ABD Savunma Bakanlığı) yıllardır çok güçlü bir silah geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi bir yandan da barışçı amaçlarla "depreme indirgeme" sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve bu işe ayrılan fonların devamlılığını sağlamak istiyordu... Bu nedenle proje önce Avustralya nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine sıra geldi. Değişik zamanlarda Kafkaslar da Okyanus tabanında ve Güney Amerika’ daki Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle "endüktif deprem yaratma" konusunda büyük adımlar atıldı.

    Bu araştırmalar Amerika da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinde yürütülüyordu. Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi-saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Ve gün geldi bu sistem Türkiye de denenmek istendi. (Çünkü Türkiye deki Kuzey Anadolu Fayı ile Kaliforniya’ daki San Andreas Fayı son derece benzer özellikler arz ediyordu) Ayrıca bölge zaten yıllardır bu amaçla sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrailli uzmanlara verilmişti. Gerekli makina ve donanım gizlice "denizaltılarla" Gölcük üssüne getirilerek oradaki yeraltı/denizaltı korunaklarına kuruldu.

    Depremden hemen sonra Türk Telekom un Türkiye nin sismik bilgilerini Pentagon a ileten NATO Üssü nün iletişimini aniden kestiğini ufak puntolarla gazetelere düşen haberlerden hatırlayacaklardır. ABD nin asıl hedefi
    Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değildi. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti.

    Bu amaçla "Gece Şahini Tatbikatı" nın 17 Ağustos 1999 gecesi saat 03:00 da başlatılması planlandı. Gece saat tam 03:00 da düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye alınacaktı. 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp aylardır oluşan büyük "basıncı" dışarı atacaklardı. Böylece beklenen büyük tekil bir deprem önlenmiş olacaktı! Ama o gece bir şeyler yanlış gitti! Doğa kendini yönetmek isteyenlerden bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren büyük ve tekil bir deprem tasarlananın on bin kat üstünde bir güçle gelmişti. Daha bir kaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler şimdi korkudan buz gibi donmuş hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan çoluk çocuk o enkazların altında can cansız yatıyordu veya can çekişiyordu. Bu tarihin "insan eliyle yaratılan" en büyük felaketiydi...


    İşte o andan itibaren çantalardan çıkan "k Planı" uygulanmaya başlandı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu.

    Taa Ankara da Cumhurbaşkanı Demirel bile sabahleyin "benim de telefonum kesikti" şeklinde garip bir açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı ve Başbakan şaşkındı. Saatlerce "üzgünüz" bile diyemediler.

    Depremin üzerinden 4 dakika bile geçmeden İsrail Başkanı Ehud Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Bill Clinton ile irtibat kuruldu.

    O anda İsrail de Ben Gurion Lod Askeri Havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’ na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6 ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul a çevirmek için Pentagon’ dan emir aldılar. Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi ancak panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı. İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük te ne arıyorlardı? Deniz Kuvvetleri’ nde bir devir-teslim töreni yapılacaktı ama bu her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi..

    Uluslararası bir niteliği yoktu. Bunun nedenini şimdi daha iyi anlıyoruz. Hiç kimse -bu güne kadar hiç katılmadıkları- bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü
    kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya yardım için geldikleriydi.

    Hemen bir hastane kurdular. Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeyi çıkartarak götürmekti.

    Biz de "Bak şu İsrail e ! Helal olsun
    hemen yardımımıza koştu" diyerek sevindik. Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı da bu hareketlilik yaşanırken bölgede çok hızlı ve çok gizli askeri hareketlilik hakimdi.

    Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu "olağanüstü gizli operasyondan" kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin kalıntılarını toplayıp havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı.
    Yer altı ve yerüstündeki tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen Rus araştırma gemisi sabah saat 06:30 da bölgeye vardığında "Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukurları ortaya çıkarılmasın" diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel in bölgeye gitmesine izin verilmişti.

    Amerika tüm imkanlarını seferber etti. Clinton Amerikan halkından Türkiye ye yardım etmesini istedi. Yakında Türkiye ye geleceğini ilan etti Başbakan Ecevit in de bu arada Amerika ya kendini ziyarete geleceğini haber verdi. (Clinton depremin ardından Kasım ayında Türkiye ye gelmiş ve ilginçtir o her zaman bildiğimiz "acaip korunan" bir Amerikan Başkanı olarak değil bölgede sanki "taşıdığı vicdani sorumluluğu" üzerinden atmak ister gibi bir edayla bölge halkının taa içine kadar giren sıradan bir adam gibi bölgeyi dolaşmıştı. Ve yine ilginçtir tarihte ilk kez bir Amerikan Başkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ de konuşacak kadar Türkiye’ yi önemsemişti ! Bunun nedeni sadece yaşanan deprem olabilir miydi acaba? Dönemin Sağlık Bakanı Osman Durmuş un "yabancılara tek bir hasta bile vermem" demesini ABD Deniz Kuvvetlerine ait yüzer hastanede tek bir hastanın bile tedavi edilmediğini tam 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin 3 gün süreyle gümrükte bekletilmesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz ? ? ? ?
    Eğer bu senaryo doğru ise ki olabilir. O zaman demek ki enkaz altında kalan binlerce vatandaşımıza
    Mehmetlere
    Haticelere
    Ayşelere
    Haticelere ve Alilere karşı bir vicdan borcumuz var. Onlar geride gözleri yaşlı on binlerce sevenlerini sıcaklıklarından mahrum bırakırken
    sırf Kaliforniya’ daki Johnlar Susanlar ve Aliceler yaşasın diye "yaşamdan çalındıklarını" dünya bilsin.


    Alıntıdır...
    Kaynak

    Aşık Mahzuni Şerif - Amerika Katil Katil
    ozumm
  9. 99'da daha 6 yaşındaydım fakat hafızam hiçbir şeyi unutmama izin vermiyor maalesef.
    sarsıntıyı, babamın beni ve kardeşimi kucaklayıp dışarı çıkardığını hatta merdivenleri nasıl tırmandığımı bile en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. insanların yüzlerindeki acı, aşağıdan gelen siren sesleri, çığlıklar ve kapkaranlık bir gölcük.
    bir bakıma şanslıydık biz. evimiz gözlemen tepe diye bilinen yüksekçe bir yerde olduğundan küçük hasarlarla atlattık depremi. asıl travma yaratan depremden sonraki bir aydı. yollar kapalı olduğundan hiç kimse bir yere gidemedi. sanki kocaeli çıkması olanaksız kocaman bir çukurdu. haliyle oradaki binlerce insan faciaya tamamıyla maruz kaldı, göğüs gerdi.
    şimdi herhangi bir yerde olsa insanları korkudan titretecek derecede artçı depremler her 10-15 dakikada bir olurken, yiyecek ekmek bulunamazken, ölü bedenlerin kamyonlarla önlerinden geçişini seyrederken, aylarca çadırlarda yatarken ve en önemlisi de göçük altındaki eşini, dostunu, akrabasını ararken insanlar ne düşünüyordu bir türlü anlayamadım yıllardır. nasıl katlanıldı, nasıl üstesinden gelindi ki bunun ?
    ve o koku..!
    sonrasında gelen yardımlarda az biraz ayakta kaldık. 1. sınıfa okulun bahçesinde kurulan çadırda başladım. kimse aylarca evlerine giremedi, bir kışı çadırlarda, tahta barakalarda geçirdik.
    sonuçta çok kötü şeyler gördük, yaşadık ama dediğim gibi biz şanslı olanlardık, hayatta kaldık.
  10. bilimin ve bilimsel düşüncenin toplum hayatının her aşamasında önemsenmesinin ne denli önemli olduğunu, yeni nesilleri neden bilimsel gelişmeleri özümseyecek biçimde yetiştirmemiz gerektiğini bize çok acı biçimde anlatan olay. depreme dayanıklı, bilimsel sonuçlara uygun yapılan binalar o gün ayakta kaldı ama bilimsel verileri göz ardı eden insanların yaptığı binalar maalesef içindeki insanlarımızla birlikte çöktü.

    yeni 17 ağustosların olmaması için kendinizi depreme ilişkin bilimsel verileri öğrenmeye adayın. öğrendiklerinizi eşinize, dostunuza, çocuklarınıza anlatın. deprem gerçeğiyle yaşamaları ve depremden etkilenmemeleri için ne yapmaları gerektiğini onlara öğretin. unutmayın o gün öldüren deprem değil, bilgiye önem vermeyen insanların yaptığı binalardı. deprem sadece bir sebepti. sebep-sonuç ilişkisinde siz sonuçlara hazırlıklıysanız ve sonuçları öngörebiliyorsanız sebebin varlığı dışında bir önemi kalmaz.

    o gün hayatını kaybeden canları rahmetle anıyorum. o dehşet gününden sağ kurtulanlara sağlıklı bir ömür diliyorum.