ayn rand

Kimdir?

ayn rand (2 şubat 1905 – 6 mart 1982, ilk adı alisa zinovyevna rosenbaum), kurduğu objektivizm felsefesi ve yazdığı yaşamak istiyorum (we the living), ben (anthem), hayatın kaynağı (the fountainhead) ve atlas silkindi (atlas shrugged) kitapları veobjektivizm felsefesiyle tanınan düşünür-yazar.

felsefesi ve kitapları kendi bireycilik, rasyonel bencillik ve kapitalizm mefhumlarını vurgular. devletin özgür bir toplumda yasal ama minimal bir role sahip olduğuna inanan rand sıkı bir minarşisttir. liberteryenler ve amerikalı muhafazakarlar arasında önemli bir etkisi olmuştur.

romanları kendisine özgü oluşturduğu bir kahramanın tanıtımını merkez alır, kahraman kendi yeteneği özgünlüğü ve bağımsızlığı yüzünden toplumla çatışır, ama bu çatışmalar onun hataları yüzünden değil, rasyonel davrandığı ve yürekten gelen bir şekilde kendi çıkarı için çalıştığı için olur. rand'a göre rasyonel düşünen akıllar için çatışma söz konusu değildir. kahraman yine de idealleri doğrultusunda devam eder. rand bu kahramanı ideal insan olarak görür ve literatürünün bu tip insanlar için bir tanıtım yeri olmasını amaç edinir.

o'na göre,

insan değerlerini ve hareketlerini mantık kullanarak seçmelidir, bireylerin kendilerini başkaları için feda etmeden ve aynısını başkalarından beklemeden kendi amaçları için yaşamaya hakları vardır, kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini empoze etmeye hakkı yoktur.

biyografisi gençlik yılları

ayn rand rusya'da saint petersburg'da doğdu. yahudi bir ailenin üç kızının en büyüğü idi. ailesi agnostik ve dine karşı ilgisizdi. küçük yaşlarından itibaren edebiyat ve sinemaya ilgi duydu. yedi yaşındayken hikâyeler ve oyunlar yazmaya başladı. annesi ona fransızca öğretme görevini üstlendi ve çocuklar için hikâyelerin bulunduğu bir dergiye abone oldu. bu dergilerde rand ilk çocukluk kahramanını buldu: rudyard kipling tarzı bir hikâye olan gizemli vadi'de yerli bir subay, cyrus paltons.

gençlik yılları boyunca sir walter scott, alexandre dumas ve diğer romantik yazarların kitaplarını okudu ve genel olarak romantizm akımına karşı tutkulu bir sevgi besledi. 13 yaşında victor hugo'yu keşfetti ve romanlarına aşık oldu. sonraki yıllarda rand onu en sevdiği, dünya edebiyatının en büyük roman yazarı olarak adlandırmıştır.

petrograt üniversitesi'nde felsefe ve tarih okudu. üniversite yıllarında yaptığı en büyük keşifler edmond rostand, friedrich schiller ve fyodor dostoyevski oldu. rostand'a zengin, romantik hayal gücü, schiller'e de büyük, kahramansı etkisi yüzünden hayranlık besledi. dostoevsky'e kurduğu drama ve yaptığı derin ahlaki analizler yüzünden hayrandı, ama felsefesine ve hayat anlayışına derinden karşıydı.

kısa öyküler ve oyunlar yazmaya devam etti, ve yoğun bir şekilde anti-sovyet fikirler içeren düzensiz bir günlük tuttu. nietzsche ile de tanıştı, zerdüşt böyle diyordu'daki kahramanca ve özgür adamı yüceltişini beğendi, ama aynı zamanda felsefesine romanlarının önsöz kısmında haşince eleştirecek kadar karşı oldu.

rand'ı açık ara en çok etkileyen isim özellike mantık adlı eseriyle aristoteles'tir, onu gelmiş geçmiş en büyük filozof olarak gördü ve sonradan etkilendiği tek filozof olduğunu söyledi.

sonradan 1924'te devlet sinema sanatları enstitüsüne girdi ama 1925'te kendisine amerika'daki akrabalarını ziyaret etmek için bir vize verildi. şubat 1926'da 21 yaşında abd'ye geldi ve akrabalarıyla chicago'da geçirdiği kısa bir süreden sonra bir daha hiçbir zaman sovyetler birliği'ne geri dönmemeye karar verdi. senarist olma hayali ile hollywoodyollarına düştü.

sonradan ismini ayn rand olarak değiştirdi. ismini remington rand daktilosundan aldığına dair bir rivayet vardır ama o ayn rand ismini daktilo piyasaya çıkmadan önce kullanmaya başlamıştır. ayn adını finlandiyalı bir yazardan etkilenip aldığını söylemiştir. bu finlandiya-estonyalı bir yazar olan aino kallas olabilir, ama fince konuşulan ülkelerde bu isme ve varyasyonlarına sıklıkla rastlandığı için kesin olarak bilinmiyor.

önemli eserleri

başlangıçta hollywood'da bocaladı ve basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tuhaf işlere girdi. ek olarak cecil b. demille'in king of kings'inde çalışırken gözüne çarpan hırslı, genç bir aktörle tanıştı, frank o'connor. ikisi 1929 yılında evlendiler. 1931 yılında rand amerikan vatandaşlığına kabul edildi.

edebi ilk başarısını 1932 yılında red pawn adlı senaryosunu universal stüdyolarına satarak yakaladı. ardından 1934'te 16 ocak gecesi (night of january 16th) adlı eserini yayımladı ve bu eser büyük ölçüde başarılı oldu. sonra 1936'da yaşamak istiyorum (we the living), 1938'de de ben (anthem) adlı romanlarını yazdı.

yaşamak istiyorum amerikalı eleştirmenlerden orta, ingiltere'de ise iyi bir tepki aldı, ama anthem tuhaf yayımlanma hikâyesi yüzünden sadece ingilterede ama önemli bir beğeni kazandı. rand amerikayı o yıllarda etkisine alan kızıl dönem'e (the red decade) son derece karşıydı ve aslında anthem amerikada yayıncı bile bulamadı, ilk baskısı ingiltere'de yapılmıştır. bunun yanında, rand hala edebi üslunu tam olarak geliştirememişti ve romanları hala gelişmesini tamamlamamıştı.

roma'daki scalara film şirketi tarafından 1942'de ayn rand'ın haberi olmadan yaşamak istiyorum kitabı üzerine 2 film yapıldı: noi vivi veaddio, kira. benito mussolini yönetimindeki italyan hükümeti ikisini de sansürledi fakat anti-sovyet içeriği yüzünden yayınlanmasına izin verdi. filmler başarı kazandı ve halk çabucak filmlerin komünizm'e olduğu kadar faşizm'e de karşı olduğunu anladı, kısa süre sonra da hükümet yasaklamaya karar verdi. sonradan filmler elden geçirildi ve rand'ın onayı ile we the living adı ile 1986 yılında yayınlandı.

rand'ın profesyonel anlamda ilk büyük başarısı yazımı 7 sene süren ve 1943 yılında yayınlanan hayatın kaynağı (the fountainhead) romanı oldu. roman 12 yayıncı firma tarafından "fazla entelektüel ve amerikan düşünce tarzına karşı" olması gerekçesiyle geri çevrildi, "bu kitabı okuyacak bir kitle yok" 'tu. sonunda kitap archibald ogden'in kitabı beğenmesi ve editörlük kurulunda kabul ettirmesi sayesindebobbs-merrill company yayınevi tarafından basıldı. ilk zorluklara rağmen hayatın kaynağı dünya çapında bir başarıya kavuşarak ayn rand'a ün ve ekonomik rahatlama getirdi.

hayatın kaynağı'nın teması "insanın ruhundaki bireycilik ve kollektivistlik"tir. beş ana karakteri konu alır. başkahraman howard roark, rand'ın idealidir, yüce ruhlu, kendi fikirlerine ve ideallerine güçlü biçimde bağlı, hiçkimsenin bir başkasının tarzını herhangi bir alanda, özellikte mimaride kopya etmemesi gerektiğini düşünen bir mimar. romandaki diğer tüm karakterler yoğunluğu değişmekle birlikte ondan değerlerinden feragat etmesini talep ederler ama o kararlılığını muhafaza eder. roark'ın ilginç bir başka yönü de, bu savaşını alışılagelmiş diğer kahramanlar gibi özgünlüğü ve dünyanın adaletsizliği ile ilgili uzun ve tutkulu monologlara girerek değil, aksine kibirli, neredeyse küçümseyici bir suskunluk ve birkaç küçük söz ile yapar.

rand'ın "magnum opus"u, en büyük eseri atlas vazgeçti'dir. (atlas shrugged) 1957 yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir bestseller olmuştur. (kitabın adının türkçe karşılığı "atlas silkindi"'dir. dünyayı sırtında taşıyan atlas'ın artık vazgeçtiğine yapılan bir göndermedir. türkçe çevirisinde "atlas vazgeçti" ismi kullanılmıştır.) atlas vazgeçti, ayn rand'ın objektivist felsefesini en iyi ve bütün şekilde anlattığı romanıdır. kitapta yer alan şu sözleri düşüncesini özetler:

"benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegane amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir insan konseptidir."

atlas vazgeçti'nin ana teması "insan aklının toplumdaki rolü" dür. rand sanayiciyi tüm toplumlardaki en değerli organ olarak görür ve sanayicilere karşı duyulan genel kızgınlığı son derece sert bir biçimde eleştirir. bu duyguları onu amerikalı sanayicilerin greve gittiği ve dağlık bir alanda saklanmayı seçtiği bir roman yazmaya iter. toplumun sömürücü olarak gördüğü, aşağıladığı ve suçladığı bu idealist, yaratıcı insanların kaçmasıyla amerikan toplumu ve ekonomisi genel anlamda çöküşe girer. hükümet sanayi üzerindeki zaten boğucu olan kontrollerini artırarak tepki gösterir. roman her ne kadar politik bir temayı merkez almışsa da seks, müzik, tıp ve insan yetenekleri gibi birçok farklı ve kompleks meseleyi irdeler.

nathaniel branden, karısı barbara, alan greenspan ve leonard peikoff gibi başkaları ile birlikte ayn rand, felsefesini tanıtmak ve yaymak üzere objektivist hareketi başlatır.

objektivist hareket

1950'de rand new york'a taşındı ve 1951'de 19 yaşında genç bir psikoloji öğrencisi olan nathaniel branden ile tanıştı. 14 yaşındayken hayatın kaynağı'nı okuyan branden rand'ın açığa çıkan objektivist felsefesini kendisiyle tartışmaktan zevk alıyordu. branden ve bazı arkadaşları ile birlikte bir grup oluşturdular ve ileride birleşik devletler merkez bankası başkanı olacak alan greenspan'ın da katılımından faydalandılar. yıllar sonra her ikisi de evli olmasına rağmen rand ve branden'ın arkadaşlıkları romantik bir ilişkiye dönüştü. eşleri tarafından kabullenilmesine rağmen bu ilişki branden'ın önce eşinden ayrılmasına sonra da boşanmalarına sebep oldu. 60 ve 70'li yıllarda rand objektivist felsefeyi kitaplarıyla ve çeşitli üniversitelerde yaptığı konuşmalarla geliştirip yaydı. konuşmalarının çoğunu nathaniel branden'ın felsefeyi yaymak için kurduğu nathaniel branden estitüsü'nde (nbi) yaptı.

1968'de karmaşık bir dizi ayrılma-birleşmeden ve nathaniel branden'ın patrecia scott ile olan ilişkisini öğrendikten sonra hem kendisi, hem de karısı barbara branden ile olan münasebetini kesin bir şekilde bitirdi. (bu ilişki rand-branden ilişkisiyle çakışmamıştır.) rand nbi ile ilişkisini bitirdi ve "the objektivist" dergisinde yayınladığı bir mektupla branden ile olan ayrılıklarını duyurdu. birdaha biraraya gelmediler ve branden objektivist harekette bir "persona non grata" oldu.

sonradan başka ayrılıkların ve kocasının 1979'daki ölümünün de etkisiyle objektivist harekete yönelik aktiviteleri azaldı. son projelerinden biri atlas vazgeçti'nin bir televizyon uyarlamasıydı.

rand yakalandığı kanser hastalığını yendikten sonra 6 mart 1982'de kalp krizinden öldü. mezarı valhalla, new york'takikensico mezarlığı'ndadır.



  1. şu mektup kendisine aittir ;

    'sayın yoldaş spassky:

    bobby fischer ile yapmakta olduğunuz dünya satranç şampiyonluğu maçını büyük bir ilgi ile izliyorum. satranç meraklısı değilim ve hatta oynamam da ve oyunun sadece temel kurallarını biliyorum. ben mesleği romancı-felsefeci olan birisiyim.

    fakat televizyonda hamle hamle yeniden verilen bir oyununuzu izledim ve onları bir satranç oyuncusunun ihtiyaç duyduğu müthiş düşünce ve planlama karmaşıklığının gerçek bir ispatı olarak gördüm. bu bir satranç oyuncusunun kaç şeyi aklında tutması gerektiğinin , kaç şeyi entegre etmesi gerektiğinin, ne kadar ileriyi görmesi ve planlaması gerektiğinin bir ispatıydı. sizin ve rakibinizin sıradışı bir entelektüel kapasiteye sahip olması aşikardı.

    sonra ,oyunun kendisinin ve oyuncuların zihni marifetinin onların uğraştıkları realitenin metafiziksel mutlaklığı sayesinde mümkün olduğunu fark ederek sarsıldım oyuna kimlik kanunu ve onun sonucu olan nedensellik kanunu hakimdir. her şey olduğu gibidir: bir vezir bir vezirdir, bir fil bir fildir, ve her birinin yapabileceği hareketler onların niteliğiyle belirlenir: bir vezir doğrusal ya da diyagonal herhangi bir açık çizgide ilerler, bir piyon ilerleyemez; bir kale satranç tahtasının bir kenarından diğerine ilerler, bir piyon ilerleyemez, vs. onların kimlikleri ve hareketlerinin kuralları sabittir - ve bu durum oyuncuların aklının karmaşık, uzun vadeli bir strateji geliştirmesini mümkün kılar, bu nedenle oyun sadece kişinin (ve rakibinin) marifetine bağlıdır.

    bu durum beni size sormam gereken bazı sorulara götürdü.

    1. ıki saatlik beyin çatlatan bir emekten sonra - rakibinizi köşeye sıkıştırdığınız - kritik bir anda,bilinmeyen, keyfi bir kuvvet aniden diyelim rakibinizin filinin vezir gibi oynamasını sağlayacak şekilde oyunun kurallarını rakibinizin lehine değiştirmiş olsa, oynayabilir miydiniz? oynayamaz mıydınız? ancak gerçek hayatta, bu sizin ülkenizin kanunudur ve bu oynamak için değil, fakat yaşamak için sizin ülkenizin vatandaşlarının içinde bulunduğu durumdur.

    2. satrancın kuralları diyalektik bir realiteye uygun olacak şekilde zıtların bir araya gelebileceği şekilde yenilense, böylece kritik bir anda sizin veziriniz beyazdan siyaha dönüp, rakibinizin veziri olsa ve sonra da her ikinize de ait olan griye dönse, oynayabilir miydiniz, oynayamaz mıydınız? ancak gerçek dünyada, bu sizin vatandaşlarınızın kabul etmesi, içselleştirmesi ve onlarla yaşaması öğretilen realite görüşüdür.

    3. bir ekip halinde oynamak zorunda olsanız - yani kendi başına düşünmeniz ve oynamanız yasaklansa ve bir grup tavsiyeci ile değil fakat her hareketinizi oylamayla belirleyen bir takım ile birlikte oynamak zorunda olsanız- oynayabilir miydiniz? bir şampiyon olarak takım içindeki en iyi beyin siz olacağınızdan, takımı sizin stratejinizin en iyi olduğuna ikna etmek için ne kadar çaba ve zaman harcamak zorunda kalırdınız? başarmanız mümkün olur muydu? eğer bazı faydacı, sadece içinde bulunduğu anı düşünen zihniyetler rakibinizin atını sizin üç hamle sonra şah mat olmanıza yol açma pahasına alsa ne yapardınız ? devam edebilir miydiniz ? ancak gerçek dünyada, bu sizin ülkenizin teorik idealidir, ve bu ülkenizin (bir gün) bilimsel çalışma, sanayi üretimi ve insanoğlunun hayatta kalması için gereken herhangi bir diğer aktiviteyle uğraşmada önerdiği metottur.

    4. hantal bir takım çalışma mekanizması söz konusu olsa ve hareketleriniz basitçe arkanızda duran - hiçbir şeyi açıklamayan veya tartışmayan, tek argümanı ve niteliği silahı olan bir kişi - tarafından sırtınıza dayalı bir silahla size dikte ettirilse, oynayabilir miydiniz? oyuna devam etmeyi bir tarafa bırakın, başlayabilir miydiniz? ancak gerçek dünyada, bu sizin ülkenizde insanların yaşadığı (ve öldüğü) uygulamadaki politikadır.

    5. oyunun kuralları farklılaştırılsa ve siz 'proletaryaci' kurallarla oynarken rakibinizin 'burjuva' kurallarla oynadığı, bir uluslararası satranç federasyonu profesyonel anlayış, ilgi ve yaklaşımından hoşlanır mıydınız, bu şartlarda oynayabilir miydiniz ? böyle bir 'çok kurallı' sistemin çoklu mantıkçılıktan daha saçma olduğunu mu söylerdiniz? ancak gerçek dünyada, sizin ülkeniz diğer ülkelerin 'burjuva' mantığı veya 'aryan' mantığı , ya da 'üçüncü dünya' mantığı vs. izlediklerini iddia ederken kendisinin 'proletarya' mantığı izlediğini ve küresel uyum ve anlayış peşinde koştuğunu ifade etmektedir.

    6. oyunun kuralları bir istisna ile bugünkü gibi kalsa, yani (kitleleri temsil ettikleri için) piyonlar daha etkili taşları (bireyleri) kurban verme pahasına korunmaları gereken en değerli ve en harcanamaz taşlar olarak ilan edilse, oynayabilir miydiniz ? bu sorunun cevabının berabere olduğunu iddia edebilirsiniz, çünkü bu tür bir ahlak kuralını kabul eden sadece sizin ülkeniz değil tüm gerçek dünyadır.

    7. oyunun kuralları aynı kalsa fakat eşitlikçi prensibe uygun olarak ödüllerin dağıtımı değiştirilse, yani ödüller, onur ve ünvan, kazanana değil fakat kaybedene verilse, kazanmak bir bencillik belirtisi olarak kabul edilse ve kazanan, üstün bir zekaya sahip olması nedeniyle diğerlerine şans tanımak için bir yıl oyundan men etme cezasıyla cezalandırılsa, oyunu oynamaya dahi tenezzül eder miydiniz ? siz ve rakibiniz kazanmak için değil fakat kaybetmek için oynamaya çalışır mıydı? bu sizin aklınızı nasıl etkilerdi?

    bana cevap vermek zorunda değilsiniz, yoldas. konuşma ve hatta bu gibi soruları düşünme özgürlüğüne dahi sahip değilsiniz ve ben de zaten cevapları biliyorum. hayır, yukarıdaki şartların hiçbirnin altında oyunu oynayamazsınız. satranç dünyasına kaçmış olmanız bu tip olaylardan kaçmak içindir.

    evet, yoldaş,satranç bir kaçıştır,realiteden bir kaçıştır. satranç, yaşamaktan korkan ortalamanın üstünde zekaya sahip olan,fakat aklını meşgalesiz tutamayan ve onu gerçek olmayan bir şeye adamış olan ve böylece reddetmiş olduğu canlı dünyayı anlaşılması çok güç olduğu için başkalarına teslim etmiş bir insan için bir 'çıkıştır'. bir 'uydurma oyun'dur.

    lütfen bunu bu tip oyunlara karşı olduğum şeklinde algılamayın: oyunlar insanın hayatında önemli bir yere sahiptir, gerekli olan dinlenmeyi sağlarlar ve satranç sürekli amaca yönelik çalışma baskısı altındaki insanlar için bu işi görür. ayrıca, -spor yarışmaları gibi- bazı oyunlar bazı insan hünerlerinin bir mükemmellik seviyesine ulaştığını görme fırsatı sunar. fakat, gerçek dünyada tekerlekli sandalye ile dolaşan bir dünya koşu şampiyonu hakkında ne düşünürsünüz? ya da dört ayağı üzerinde emekleyen bir yüksek atlamacı hakkında? siz satranç profesyonelleri insan marifetlerinin en üstünü olan entelektüel gücün ifadesi olarak algılanmaktasınız- ancak bu güç altmış-dört kareli satranç tahtasının sınırları ötesinde sizi terk eder ve aklı karışık, endişeli ve ilgisi dağılmış halde bırakır. çünkü siz bilirsiniz,satranç tahtası bir eğitim alanı değil, gerçeğin yerine konan bir şeydir.

    yetenekli, erken gelişmiş bir genç kendini dünya karşısında sersemlemiş halde bulur: onun anlayamadığı insanlardır, onu korkutan insanların anlaşılmaz, çelişkili, dağınık davranışlarıdır. doğru teşhis ettiği, fakat mücadele etmeyi tercih etmediği düşman insan irrasyonelliğidir. aklının takdir edileceği bir sığınak arayarak geri çekilir ,pes eder ve kaçar- ve satranç bubi tuzağına düşer.

    siz satranç profesyonelleri özel bir dünyada yaşıyorsunuz; emniyetli, korunan, düzenli bir dünyada. bu dünyada varoluşun tüm önemli ve temel prensipleri öylesine açık ve sağlam yerleşmiştir ve uyulmaktadır ki onların farkında olmak zorunda bile değilsiniz.(bunlar benim yedi sorumdaki prensiplerdir.) bu prensiplerin oyununuz için ön şartlar olduğunu bilmezsiniz - ve siz onlarla karşılaştığınızda, realitede onları veya onların ihlallerini tanımak zorunda değilsiniz. sizin dünyanızda, onlar hakkında endişelenmek zorunda değilsiniz, tek yapmanız gereken şey düşünmedir.

    düşünme işlemi insanoğlunun asıl hayatta kalma yoludur. bu işlemi başarılı bir şekilde gerçekleştirmenin hazzı -kişinin kendi aklının faydasını yaşaması- insan için varolan hazların en önemlisidir, ve bu ister büyük, ister küçük herhangi bir zeka seviyesindeki insanların en derin ihtiyaçlarıdır.bu nedenle, sizi satranca çeken şeyin ne olduğu anlaşılabilir: tüm gereksiz engellerden arınmış ve aklınızın gücünün muzafferane kullanımı dışında hiçbir şeyin önemli olmadığı bir dünya bulduğunuza inanıyorsunuz.fakat bunu buldunuz mu yoldaş?

    aritmetiğin aksine,satranç zihinsel çabanın temel eğilimi olan soyutluğu temsil etmez; onun zıddını temsil eder:zihinsel çabayı bir takım somut şeyler üzerinde odaklar ve bir aklın başka hiçbir şeye yeri kalmayacak şekilde karmaşık hesaplamalar yapmasını talep eder. bir hareket ve mücadele illüzyonu yaratma yoluyla, satranç profesyonel oyuncunun aklını hayata karşı kritik olmayan,önem vermeyen bir pasifliğe indirger. satranç,entelektüel çabanın motorunu yani "ne için?" sorusunu ortadan kaldırır ve bir ölçüde korkutucu bir şey bırakır: amacından soyutlanmış entelektüel çaba.

    eğer -psikolojik veya varoluşsal nitelikteki belli sayıda sebepten dolayı-bir insan gerçek hayatın kendisine kapalı olduğuna,başaracak veya peşinde koşacak hiçbir şeye sahip olmadığına, hiçbir hareketin mümkün olmadığına inanmaya başlarsa,bu durumda satranç onun panzehiri olur, yani buna tamamen inanmayı ve hareketsiz durmayı reddeden kendi asi zihnini uyuşturma metodu olur. yoldaş, satrancın sizin ülkenizde şu an ki rejimden önce ve sonra her zaman bu kadar popüler olmasının ve neden çok sayıda amerikalı satranç ustasının olmamasının sebebi işte budur. gördüğünüz gibi,bu ülkede insanlar hala hareket özgürlüğüne sahiptir.

    sizin ülkenizin liderleri bu şampiyonluk maçını bir ideolojik konu, rusya ve amerika arasında bir yarış olarak ilan ettiği için bobby'nin kazanmasını istiyorum, tüm arkadaşlarımda böyle. bu maçın ülkemizde beklenmeyen bir ilgi uyandırmasının sebebi amerikan halkının, sizin ülkenizin saldırı, kışkırtma ve holigan küstahlık politikasına ve kendi hükümetimizin aşırı hoşgörülü ve aşırı nazik sabrına olan uzun süreli kızgınlığının ve öfkesinin sonucudur. hepimiz yüzsüz, isimsiz kollektif yığınlar arasındaki (bize bir iyi-kötü mücadelesi yapan iki şövalyenin ortaçağ mücadelesine çok benzer gibi görünen) küresel çatışmalardan yorgun ve bıkkın olduğumuzdan, ülkemizde sovyet rusya'nın herhangi bir tarzda, herhangi bir bakımdan ve herhangi bir şekilde yenilgiye uğratılmasını görme yönünde yaygın bir arzu vardır.(fakat tabii ki bu bir semboldür,siz şeytanın gönüllü bir savunucusu değilsiniz,belki de hepimizin bildiği gibi dünyanın geri kalanı olduğu gibi onun bir kurbanı durumundasınız.)

    ancak bobby fischer'in davranışı sembolizmi bozmaktadır; fakat bu bir satranç uzmanının aklı ile realite arasındaki çatışmanın açık bir örneğidir. kendinden emin,disiplinli ve parlak olduğu aşikar olan bir oyuncu gerçek dünya ile uğraşmak zorunda kalınca çökmektedir. o bir çocuk gibi aksilikler yapmaktadır,anlaşmaları bozmaktadır,rasgele taleplerde bulunmaktadır ve bir lise turnuvasındaki satranç oyununda kendini diskalifiye edecek olan bir tarzda kapris tavırlarına girmektedir. bu nedenle o gerçek dünyaya,kendisini ondan kaçırtan şeytanı yani irrasyonelliği getirmektedir. bir mektup imzalamaktan,herhangi bir ciddi sorumluluk almaktan korkan,hayatını nasıl yaşayacağını öğrenmek için mistik bir mezhebin keyfi fermanlarının rehberliğini arayan bir adam, muhteşem, kendinden emin bir adam değil, fakat anlık kızgınlık ve belki de bir hainlik hissiyle hırpalanmış trajik derecede çaresiz bir kurbandır.

    fakat akıl prensiplerinin bir satranç tahtasının sınırları ötesinde uygulanamayacağını, onların sadece bir insan icadı olduğunu,dışarıdaki kaosa karşı yetersiz olduklarını,gerçek dünyada hiçbir şansları olmadığını söyleyebilirsiniz. bu doğru olsa, hiçbirimiz hayatta kalmazdık ve hatta doğmazdık, çünkü insan türü uzun zaman önce yok olurdu. eğer yukarıda bahsettiğim türden irrasyonel kurallar altında, insanlar bir oyun dahi oynayamazsa nasıl yaşayabilirler? bir insan icadı olan - daha doğrusu insanın hatası olan - akıl değil, akıl dışılıktır.

    tabiat (realite) satranç kadar mutlakçıdır ve onun kuralları (kanunları) da o kadar çok (hatta daha fazla) değişmezdir - fakat onun kuralları ve kuralların uygulamaları çok,çok daha karmaşıktır ve insan tarafından keşfedilmek zorundadır. ve tıpkı bir insanın satranç kurallarını ezberleyebileceği, fakat onları uygulamak için kendi aklını kullanmak zorunda olması gibi her insan tabiatın kurallarını uygulamak için, yani başarılı bir şekilde yaşamak için, kendi aklını kullanmak zorundadır. uzun bir süre önce tüm ustaların büyük ustası bize tabiatın ve hayatın niteliklerinin temel prensiplerini vermiştir. onun adı aristo idi.

    aristo prensipleri'ne dayalı bir toplumda yaşasanız, satranca kaçmak ister miydiniz? bu ülke, sizin aklınızın gücünü istediğiniz bir boyutta,sonuna kadar kullanabileceğiniz, başarılarınızın ödüllerini alacağınız ve akıl dışı olmayı tercih eden insanların sizi durdurmaya güçlerinin olmadığı ve kendilerinden başka kimseye zarar veremeyecekleri, kuralları nesnel, sıkı ve açık olan bir ülke olurdu. böyle bir sosyal sistem geliştirilemez, diyorsunuz değil mi? fakat o geliştirildi ve tam varoluş noktasına yaklaştı - sadece seviyesiz zihniyetler,silahları olan insanlar ve onların cadı doktorları insanların onu bilmesini istemediler. ona kapitalizm adı verilmiştir.

    fakat yoldaş, bu konuda berabere kaldığımızı söyleyebilirsiniz: sizin ülkeniz bu kelimenin anlamını bilmez, ve bugün bizim ülkemizdeki çoğu insanda onu bilmez.

    saygılarımla

    ayn rand '

    tamamen canice. hiç kimse feda edilecek bir piyon değildir, bu benzetmeyi ben kabul etmiyorum
  2. "...güzel bir kadına, güzelsin dersen, ona ne şunmuş olursun ki? yalnızca gerçeği. bunun hiçbir maliyeti yok. ama çirkin bir kadına güzelsin dersen, güzellik kavramını onun uğruna çarpıtmakla, ona büyük bir saygı sunmuş olursun. bir kadını iyi yanları için sevmek anlamsızdır. bunu zaten hak etmiştir, bu bir ödemedir ama armağan değildir ama onu günahları için sevmek gerçek bir armağandır, çünkü hak edilmemiş; kazanılmamış bir şeydir. onu kusurları için sevmek, tüm iyilikleri onun uğruna feda etmektir. aşkın asıl işareti budur çünkü; vicdanını, mantığını, dürüstlüğünü ve o paha biçilemez kendine olan saygını kurban etmiş olursun..."

    ayn rand- atlas shrugged
  3. Neredeyse (Ayn Rand'a Mektuplar, Romantik Manifesto okuyamadıklarım arasında) -ne yazık ki neredeyse- bütün kitaplarını okuduğum, zihnimi bana yeniden anlatan, beni bana tanımlayan yazardır...

    Özellikle Atlas Vazgeçti serisi kerelerce okunması elzem bir eserdir...
    Bir de Hayatın Kaynağı adlı eserindeki Elsworth Toohey'i görünce etrafımda bunlardan ne çok var demiştim...

    Okuyun, okutturun; pişman olmak şöyle dursun teşekkür etmekten yorulursunuz tavsiye edene...

    Happy Birthday Edit: Bugün (2 Şubat) Ayn Rand'ın doğum günüymüş niye söylemediniz, hep böyle yapıyorsunuz olmuyor.
    Bu da şahane olmuş bir video, doğum günü şerefine:
    https://www.facebook.com/AtlasSociety/videos/10154806985615351/