ursula k. le guin

Kimdir?

ursula kroeber le guin (d. 21 ekim 1929) abd'li yazar. bilim kurgu ve fantezi edebiyatının en önemli yazarlarından kabul edilen le guin, bu alanlardaki eserlerinin yanı sıra şiir, tiyatro, çocuk ve genç edebiyatı alanlarında da yazar ve çevirmen olarak katkıda bulunmaktadır. ilk romanı 1966yılında yayımlanan le guin'in eserlerinde ağırlıklı olarak jung'un, taoizimin, varoluşçuluğun ve yunan mitolojisinin etkileri görülmektedir. yazar, başta hugo ve nebula olmak üzere pek çok ödülün sahibidir.

yaşamı

ursula kroeber, abd'nin kaliforniya eyaletinde 1929 yılında dünyaya geldi. antropolog bir babayla (alfred kroeber) psikolog ve yazar bir annenin (theodora kroeber) kızıdır. ismini doğum tarihi olan azize ursula günü'nden aldı. ebeveynleri tarafından üç erkek kardeşi ile beraber kültürel çeşitlilik fikrinin hakim olduğu bir ev ortamında yetiştirildi. massachusetts-radcliffe college’da lisans eğitimini tamamladıktan sonra columbia üniversitesi'ni bitirdi ve yüksek lisansını “fransa ve italya’da orta çağ ve rönesans dönemi edebiyatı” üzerine yaptı. 1951’de tarihçi charles a. le guin ile evlendi. üç çocuk ve dört torun sahibi olan le guin, halen abd’nin oregon eyaletinde yaşamaktadır.

edebiyat hayatı

bilimkurgu türünde yazmaya 1960'li yıllarda başladı. ilk öyküsü 1962’de yayınlandı. pek çok üniversitede ders verdi, çeviri, derleme ve makaleleri yayınlandı. le guin, 1969'da yazmış olduğu "karanlığın sol eli" adlı romanıyla bilim kurgu dünyasının iki büyük ödülü olan hugo ve nebula ödüllerini aldıktan sonra ün kazanmıştır. ayrıca, 1974'te yazmış olduğu ütopik bilimkurgu romanı mülksüzler ile 1975'de yine hugo ve nebula ödüllerini almıştır.bilimkurgu ve fantastik kurgunun yanı sıra şiir ve çocuk kitapları da bulunmaktadır.

leguin, teknolojik gelişmelerin değil, politika, toplumbilim ve psikolojinin öne çıktığı ve alternatif toplum biçimlerinin sorgulandığı bilimkurgu yaklaşımının en önemli temsilcilerindendir.

eserleri arasında özellikle yerdeniz üçlemesi ya da sonradan eklenen dördüncü ve beşinci kitapla yerdeniz beşlmesi çok ciddi hayran kitlesine ulaşmıştır. bu serinin 3. romanı olan "en uzak sahil" (the farthest shore) kitabıyla 1973 yılında çocuk kitapları için verilen abd milli ödülü (national book award) kazamıştır.1990 yılında yeniden nebula ödülünü tehanu ile kazanmıştır.

ana temaları

temel feminist teoreme oldukça hakim olan le guin yazılarında teorisini gizlice vererek erkek okuru rahatsız etmez ve teoriyi okuyucuya gizlice zerk eder. anarşist eğilimli ya da anaerkil toplumlar yaratmaktan çekinmez. zaten hayatı boyunca asice hareket etmiştir. kadınlar, rüyalar, ejderhalar adlı makale denemesinde, bir yazısında zamanında playboy dergisinde bile yazdığını söylemektedir. pek çok okuru için bilge bir kadın tiplemesi olan leguin ged (çevik atmaca) karakteri ile de pek çok okurun kişiliğine etki etmiştir. yüzüklerin efendisindeki bilge ve ilk yaratılangandalf'ın aksine (gandalf tolkien mitosunda ilk yaratılan ve kutsal olan maiardandır. bkz. güç yüzüklerine dair adlı tolkien kitabı) leguin'in baş kahramanı ged gontlu bir keçi çobanı olarak başlayıp roke adası büyücülerinin en büyüklerinden olmuştur. yeraltı tanrılarının başrahibesi tenar ise sıradan bir kadın olmayı tercih ederek kendini bulmuştur. leguin'in her kahramanı, her romanı bir süreç, bir değişim anlatır. bilgeliği ve büyümeyi değişmekten korkmamakta bulur.

le guin'in karakterleri basma kalıp kahramanlardan uzaktır. genç mükemmel kadın ve erkekler yaratmayan yazarın kahramaları genellikle yaşlı adamlar veya koca karılar, cılız, sakat veya tecavüze uğramış ve intikam peşinde koşamayacak kadar çaresiz çocuklardan oluşmaktadır. bu haliyle le guin romanları çaresizliği, yaşama cesaretini vurgulayan mütevazi görünümlü gizli bir romantizim barındırmaktadır. oldukça sık kölelikten bahseder. öncelikle köleliği tüm şatafatlı sembollerinden arındırır. köleleri, bir kölenin yalın ve itirazsız, itaatkar dünyasında her hangi bir şeyi sorgulama yeteneğinden yoksun insanlardır. isyandan bahseder, ama yanlışlıkla köle sıfatı taşıyan soylu kurtarıcılardan yoksundur hikâyeleri. kadınlık ve erkeklik, çocukluk ve erişkinlik, kölelik ve sahiplik gibi zıtlıklara vurgu yapmaktadır. le guin yalın ama şiddet dolu bir evreni yansıtır. şiddeti adlandırmaktan çekinmez. özgürlük ve cesaret dolu bir dili vardır.



  1. her kitabını tekrar tekrar okuduğum, yarattığı dünyaların içinde kaybolurken kendimi bulduğum, en önemli şeyin denge olduğunu bana öğreten yazar.
    ged
  2. "Kitaplar, biliyorsunuz, sadece meta değildir. Kâr güdüsü, çoğu kez sanatın amaçlarıyla çatışır. Kapitalizm içinde yaşıyoruz. İktidarından kaçılamaz gibi geliyor. Kralların ilahi kudreti de öyle geliyordu. Her türlü insan iktidarına insanlar tarafından direnilebilir ve bu iktidar değiştirilebilir. Direniş ve değişim çoğu kez sanatta başlar ve daha da çok bizim sanatımızda -sözcüklerin sanatında- başlar." direniş ve değişim sanatta başlar
  3. bilim kurgu ve fantezi tanrıçası. insanın içindeki anarşist'i dürter durur kitaplarında.
  4. ursula k. le guin'in "omelas'ı bırakıp gidenler" öyküsünden bir bölüm. ben okurken çok heyecanlandım doğrusu. ursula'yı sevmemek elden gelmiyor.

    "omelas’ın yurttaşları nasıl betimlenebilir?

    mutlu olsalar da basit insanlar değillerdi, anlıyor musunuz? oysa bizler, neşe sözcüklerini pek söylemiyoruz artık. tüm tebessümler miladını doldurdu. böyle bir betimlemeyle karşılaşınca insan belli varsayımlar yapmaya meylediyor. böyle bir betimleme ile karşılaşınca gözler, soylu şövalyelerin etrafını çevrelediği muhteşem bir aygıra ya da belki de kaslı kölelerce taşınan altın kakmalı bir tahtırevana kurulmuş bir kral arıyor hemen. ama kral yoktu burada. kılıç da, kullanmıyorlardı, köleleri de yoktu. barbar değillerdi. toplumlarının kurallarını ve yasalarını bilmiyorum, ama pek az sayıda kural ve yasaları olduğunu sanıyorum. monarşi ve kölelik olmadan yaşadıkları gibi, işlerini borsa, reklâmlar, gizli polis ve bombalar olmadan da görüyorlardı. yine de tekrarlıyorum, basit insanlar değillerdi; kendi halinde çobanlar, soylu vahşiler, safiyane ütopyacılar değildiler. bizden daha az karmaşık değillerdi. sorun şu; ukalalarla züppelerin kışkırttığı kötü bir alışkanlığımız var bizim, mutluluğu aptalca bir şey gibi görüyoruz. sadece acı entelektüel, sadece kötülük ilginç geliyor bize. sanatçının ihaneti bu: kötülüğün sıradan ve acının müthiş sıkıcı olabileceğini bir türlü kabul edememek. onlarla baş edemiyorsan onlara katıl. canını yakıyorsa yinele. oysa acıyı yüceltmek sevinci lanetlemektir, şiddeti kucaklamak bütün diğer şeyleri elden kaçırmaktır. handiyse, hiçbir dayanağımız kalmadı; mutlu bir insanı betimleyemiyoruz artık, neşenin değerini bilmiyoruz. omelas’ın insanlarını nasıl anlatabilirim ben sizlere? saf ve mutlu çocuklar değil onlar; onların çocukları mutlu ama. onlar, yaşamları mahvolmamış, olgun, zeki, tutkulu yetişkinler."

    not: bu öyküyü bana tanıttığı için huzursuzseyirler'e çok teşekkür ederim.
  5. ursula k. le guin okurlarının hoşuna gideceğini düşündüğüm bir söyleşi:

    - edebi açıdan büyücülerle ilgilendiğiniz için sormak istiyorum: harry potter'ları okudunuz mu, okudunuzsa haklarında ne düşünüyorsunuz?

    - birinci harry potter'ı okudum. aşina olduğum iki biçimin hoş ve canlı bir karışımı gibi görünmüştü bana; bunlardan birincisi "iğrenç/aptal/zalim ebeveynlere sahip yetenekli/sevgi uyandıran çocuk" ikincisi de ingiliz "yatılı okul hikâyeleri". gerçi bu iki konunun eskiliği yüzünden kafam karışmıştı, çünkü kitap orijinal olduğu için övülüyordu. sıradan insanların aşağı görüldüğünü, adeta insandan sayılmadığını, o harika büyücü halkın ise şiddet de içerdiği söylenebilecek yarışmalar için yeteneklerini kullandıklarını görmekten pek hoşlandığımı söyleyemem. bu tema, özel güçleri olan özel bir gruba dahil olma yolundaki çocukluğa ait arzuya oynuyor, fakat ahlaki açıdan söyleyebileceğim en hafif şey, yaratıcı olmadığıdır.

    - anne-babanız seçkin antropologlardı. sizin yazmanız üzerindeki etkilerinden söz eder misiniz?

    - babam antropologtu, annem yazardı. okuma ve yazma, her ikisinden de büyük zevk alma konusunda bana çok iyi örnek oldular.
    ayrıca babam bana bir yazar olmak istiyorsam başka bir işten geçinmeye yeterli ücret kazanmamı ya da böyle bir ücret kazanan birisiyle evlenmemi öğütlemişti – çok değerli bir öğüt, tüm genç yazarlara aynı şeyi yapmalarını salık veririm.

    - 1929'da berkeley'de doğdunuz. berkeley'in radikal siyasi gelenekleri romanlarınızın temalarını seçmenizde etkili oldu mu? eğer olduysa, nasıl?

    - 1930 ve 40'larda berkeley küçük bir üniversite kasabasıydı, herkes herkesi bilirdi, büyümek için çok güzel bir yerdi. radikal olmaktan ziyade liberaldi diyebilirim. hitler ve mussolini'den kaçan pek çok sığınmacı oraya geldi (u.c. berkeley'in hoş karşılama basiretini gösterdiği entelektüeller). muhtemelen bazıları radikaldi, ama genelde antifaşisttiler. hepsi de harika insanlardı. en sevdiğim çocukluk arkadaşım alman-yahudi bir sığınmacı ailenin en küçük oğluydu. fakat sizin sözünü ettiğiniz radikal geleneğin oluştuğu 60'lardan çok önce ayrıldım oradan. sonrasında oregon'da, sessiz ve huzurlu bir şehir olarak bilinen portland'da oturdum. gerçi sık sık düzenlenen büyük protestolar yüzünden baba bush burayı "küçük beyrut" olarak adlandırmıştı ve oğul bush da ancak darth vader kıyafetleri içindeki korumalarla bu şehre girebiliyor.

    - biraz da gabriela mistral'den söz edelim. onunla ilgilenmeye nasıl başladınız? mistral'in şiirlerini çevirirken beklenmedik sorunlarla karşılaştınız mı?

    - arjantinli şair dostum diana bellessi bana mistral'in şiirlerinin toplandığı ince bir kitap gönderdi. okuyunca şiirlerine bayıldım.
    bir şairi çok beğeniyorsanız ve başka bir dilde yazmışsa, onu kendi dilinizde de okumak için çılgınca bir istek duyuyorsunuz – en azından ben duyuyorum. bu yüzden hayatım boyunca çeviri yaptım.
    ispanyolca'yı evde öğrendiğim düşünülürse, ispanyolca ile gabriela'yı birlikte öğrendim denebilir. (aslında düzyazı ile başladım. angelica gorodischer'in o muhteşem öykü kitabı kalpa imperial'i çevirdim.) ispanyolcayı epeyce okuyorum, ama konuşmayı becerebildiğim söylenemez.
    mistral kolay bir şair değil, kimi yerlerde neruda'dan bile daha çetrefil olabiliyor. bazen ingilizcede kesinlikle bir müzik yaratmayacağına kanaat getirdiğim şiirleri bıraktığım oluyordu. ama bu yıllar boyu aşkla yapılacak bir iş ve bana büyük keyif verdi. bu sayede gabriela'yı onu tanımayanlara da ulaştırabileceğimi umuyorum.

    - uçuştan uçuşa nasıl karşılandı?

    - insanlar benim mizah duygusuna sahip olduğumu fark ettiği için özellikle memnun oldum. yazdıklarımın çoğunun komik olduğunu sanıyorum … ama birçok kişi, "bilim kurgu" gördükleri zaman onun "kasvetli" olacağını düşünüyorlar ve siz ne yaparsanız yapın büyük bir ciddiyetle okuyorlar.

    - öykü yazmanın roman ya da şiir yazmaktan farkı nedir sizce?

    - birincisi: öykülerin yazması da okuması da şiirden (çoğu şiirden) uzun sürer ve romandan kısa sürer. bunu boşuna söylemiyorum. eserin gücü ve yapısı açısından büyüklüğü çok önemli ve bir eserin yazarın hayatının ne kadarını işgal ettiği de onun yazarlığı açısından değer taşıyor.
    ikincisi: genellikle öyküleri ve romanları baştan sona bir kerede yazarım ve sonra dönüp gerektiği kadar düzeltirim veya yeniden yazarım. şiirler çok kısa bir zaman içinde yazılabilir, fakat onlar üzerindeki çalışma -her seferinde birazcık, bir kelime, bir mısra- yıllar sürebilir. bu yüzden şiirler başka yükümlülüklerle dolu hayatımıza nispeten iyi uyum sağlarlar.
    düzyazı için zaman ayırmak ise daha zordur. çok daha uzun bir kesintisiz zaman dilimine ihtiyaç vardır. örneğin bir öykü için en az üç dört gün gerekir. roman aylar ya da yıllar alır, bu yüzden o uzunlukta bir iş için düzenli olarak boş zamana ihtiyacınız olur. mesela çocuklar küçükken geceleri yazardım. kocam da o saatleri işte geçirerek bana yardımcı oluyordu ve günde birkaç saatimi kitabımın dünyasında yaşamaya ayırabiliyordum.

    - bir yazar olarak en güçlü ve en zayıf yönlerinizin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

    - imla konusunda bilgisayarımdaki imla kontrolü programından daha iyiyim; dilbilgisi, sözdizimi ve yazdığım cümlelerin sesi konusunda da çok az kuşkularım var. tasvir etme konusunda iyiyim. olaylar dizisi yaratmak konusunda çok iyi olduğum söylenemez, olaylar genellikle hikâyenin yazımı sırasında beliriyor ve "sürekli aksiyon" yaratmak beni çok sıkıyor, bu yüzden hiç o şekilde yazmıyorum. bunun ötesini de okuyucularımın yargısına bırakıyorum.

    - geçmişe baktığınızda en iyi kitaplarınızın hangileri olduğunu düşünüyorsunuz? ya da en kötü kitaplarınız hangileriydi?

    - en iyi kitap daima bir sonrakidir.
    en kötüsü de tam ortasında olduğunuz kitaptır. kitabın ortasına geldiğinizde şöyle düşünürsünüz: "imdat! imdat! bunun içinden nasıl çıkacağım? ne yapıyorum? ne yapmayı planlamıştım?" ama bir süre sonra işler yine yoluna girer.

    - hangi yönünüzle hatırlanacaksınız? hangi yönünüzle hatırlanmak isterdiniz?

    - yazdıklarımla.

    not: ursula k. le guin aynı zamanda çok yetenekli ve titiz bir çevirmen (tao te ching'in çevirisi için 40 yıl uğraştı örneğin). zamanında kadri bilinmemiş büyük şilili şair gabriela mistral'ın şiirlerinin çevirisi de yakın zamanda yayımlandı.
  6. karanlığın sol eli, mülksüzler ve tapınaklı bişi vardı öyle bi kitabınj okudum. ursulayı yere göğe sığdıramıyorlar ama bana kendini çok tekrar ediyor gibi geliyor. yazdıkları hayal edilemeyecek şeyler değil, bilakis hayal sınırlarımı bile zorlamıyor.

    ama duruşunu sever beğenirim. iktidara karşı yarattığı söylemlerle gerçek aydın denilen bir şahıs kendisi.
  7. utopyalar imkansizdi,ama o yazdi.


    isiklar icinde uyu. seni hep ged’le hatirlayacagim.
    eale