• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.00)
coco - lee unkrich, adrian molina
"12 yaşındaki miguel'in en büyük kahramanı efsanevi meksikalı gitarist ernesto de la cruz'dur. ancak cruz hayatını kaybetmiştir ve miguel'in onunla tanışma imkanı yoktur. her gün onun şarkılarını dinleyen miguel günün birinde ünlü müzisyenin gitarını bulur. ancak gitarı çalması onu bir anda ölüler diyarı'na götürüverir. çıkış yolunu arayan miguel, düzenbaz hector'la karşılaşır ve birlikte miguel'in aile tarihinin ardındaki gerçek hikayeyi keşfetmek için olağanüstü bir yolculuğa çıkarlar..." (beyazperde)


  1. renkleri, sevimliliği, müzikleri on numara animasyon filmi.

    hayallerin peşinden koşmak gerektiğini söylerken ailenin vazgeçilmezliğini de vurgulayışıyla çok da sıra dışı bir animasyon temasına sahip değil. fakat bunun yanı sıra ölümün bir son değil, aksine yeni bir başlangıç olduğunu söyleyişi ile hem yetişkinlere hem çocuklara hitap eden animasyonlardan farklılaşıyor. filmin ölüm, "öteki taraf" övgüsü yaptığını bile düşünmek mümkün açıkçası. yani, yanlış anlaşılmalara, anlaşılmamalara ve akıl bulandırmalara neden olabileceğinden filmin çocuk izleyiciler için uygun olmadığı görüşündeyim.

    çok animasyon sevdalısı bir izleyici olduğumu söyleyemem ama coco kendini bana bile zevkle izlettirdi. hem güldüren eğlendiren, hem de yer yer hüzünlendiren bu sevimli animasyonu tavsiye ederim. puanım 7, trailer
  2. tarzı grim fandango'yu hatırlatıyor. genel olarak ortalama bir animasyon olsa da pixar'ın en hüzünlü ve drama içeren filmi olmuş. çocuk izleyicilere rahatlıkla izletebilirsiniz, bir çocuğun aile bağlarını güçlendirebilecek en iyi animasyon bu filmdir sanırsam.
  3. genel anlamda rahat, keyifli bir film. biraz klişe geldi bana, iniş çıkışlar birçok animasyonda aynı oluyor sanki. (inişle başlayıp, sorunları bir şekilde aşıp, kurulan hayal konusunda şaşırtmaca yapıp, aslında hayal edilenden daha ruhani bir sonuca ulaşmak)
    abi
  4. disney her animasyon filminde farklı bir kültüre konuk ediyor seyircileri. meksika'da geçen bu hikâyede de başlangıcının azteklere dayandığı düşünülen ölüler günü ve bu yerel inançta ölümden sonrası arka fonu oluştururken; aile bağları ile hayallerinin peşinden koşmak arasında kalan bir çocuk başkahramanımız. dışarıdan kıpır kıpır ve neşeli içlerinde duygusal ve hüzünlü, müziklerinde de duygularını uç noktalarda yaşayan latin amerika insanının güzel yansımaları var filmde. juan rulfo ve gabriel garcia marquez'in eserleri koşunan ve iskelet hâlinde hayatlarına devam eden ölülerde yansıma buluyor adeta. ayrıca bir sürpriz karakter var ölüler arasında: frida kahlo. meksika ile amerika arasına duvarlar örmek isteyen bir başkana inat bu film amerikan çocukları ile meksika çocukları arasında bir köprü kurmuştur sanıyorum...
  5. korkutucu derecede iyi bir film. bu nasıl senaryodur kardeşim? iki dünyada birden ilerleyen bu derecede komplike bir hikayede bütün taşları yerli yerine oturtmak ve bunu izleyicinin kafasını hiç karıştırmadan anlatmayı becermek... takdir edilesi doğrusu. filmin yönetmeni hikayenin mucidi aynı zamanda. 2010 yılında hikayeyi konsept olarak şekillendirmeye başlamış ve 2011 yılında büyükçe bir ekiple birlikte detaylandirip senoryalaştırmış. filmin yapımı tam 6 sene sürmüş, 2011'den 2017'ye. animasyonlara bakıyorsunuz, tek kelimeyle mükemmel. mimikler, hareketler öyle yerli yerinde ki ve öyle doğal olarak yansıtıyor ki duyguyu, inanılmaz. film boyunca gülümseme yüzünüzden eksik olmazken filmin sonunda gözyaşlarına hakim olmak zor.

    şimdi filmin neden sadece iyi değil ama korkutucu derecede iyi olduğuna gelirsek... korkutucu olan, filmin arkasında çalışan soğuk mantık. 6 sene boyunca koca bir ekip, ayrı ayrı birimler halinde ve profesyonel bir disiplin çerçevesinde, çoğunlukla bilgisayarlar başında çizip silmişler, yapıp bozmuşlar ve düşünüp taşınmışlar ki biz, bu filmi izleyen kişileri nasıl sıkılmadan ekran başında tutabiliriz, nasıl ara ara güldürebiliriz, nasıl kararında ağlatabiliriz. bu soğuk bir mantık çünkü bize hissettirilmek istenen duyguların suni bir üretimi söz konusu. karşılaştırmak gerekirse, mesela bir yazar eseriyle uyandırmak istediği duygunun on katını yazarken yaşıyorsa; ya da bir aktör hissettirmek istediği duygunun beş katını oynarken kendi yaşıyorsa ancak sanatın tüketicisinde bir duygu uyandırabilir. diğer türlü bir çaba zaten ne etkileyicidir ne de kalıcı.

    halbuki bu film hem etkileyici hem de kalıcı (sanırım). ama arkasında müthiş disipline edilmiş bir üretim mantığı mevcut ve sıkıntım su: bir grup insanın sabah sekiz akşam beş mesaisinin tanımının, kendi hissetmese bile bende bazı duygular uyandırmak olması, bunun için kafa patlatıyor olması, ve dahası bu amaçladıklarını başarıyor olması tek kelimeyle korkutucu. seri üretim duygu imalinin bir meslek olması...

    yapay zekalar bu işlere el atınca bakalım ne yapacağız...