1. bilimsel bilgi dışında bilgi türü bilmeyen kişinin yanlışlarından biri de, anlamı özne-nesne ayrımı yaparak, kendisini dünyadan bağımsız bir varlıkmış gibi ele almasıdır.

    sadece özneyi bilirsen, sadece mekanı bilirsen, sadece doğayı bilirsen hep bir tarafın eksik kalacaktır.

    kendin olmak, ele avuca sığmayan, ne anlama geldiği hakkında sonsuz tane fikrin öne sürülebileceği, muğlak, neresinden tutsan elinde kalan, mantığı, matematiği olmayan, başı sonu belirsiz bir kalıp. o yüzden zamanı daha kesin sonuçlara ulaşabileceğiniz şeylerle doldurun.

    zaman önemli. zaman geçiyor.
  2. felsefi bir argüman olmadığı gibi gerçekleşmesi de mümkün olmayan obsesif bir aklın, egoist hezeyanıdır.

    'kendi olmak' düşünsel bazda ancak 'kendini gerçekleştirme' olarak var olabilir ki o da zaten her yiğidin harcı olmadığı kadar algı kapılarını kapatmak suretiyle açmak demektir; dolayısıyla çift taraflı bir kaybetme söz konusu burada da. yani insanın özüne önce 'kendi' deyip sonra bu belirsizliğin içinde o belirsizlik olmaya çalışmasının elle tutulur bir yanı yok.

    laf-ü güzaf efendim, güzaf.
  3. kendini bilmeden olunabileceğine inanmamışımdır. hakkında bir sürü yazı latince " temet nosce" olarak yazılmıştır.
  4. yemek üzerinden örnek verecek olursak menemen olmuş bir kimsenin kendini sadece domates zannetmesini aşmasıdır. senin içinde soğan var, domates var, yumurta var, yağ var. ateşte pişmen var, seni hazırlayan, seni sunan, seni yiyen var. o yüzden kendin olmak istiyorsan bi zahmet toplumun seni var ettiğini kabul etmen ve üst kimliğinle barışman gerek.

    kendin olmak diye bir şey elbette vardır, senin çevresel faktörlerin, senin ihtimal zincirin dünyada senden başka kimsede yok merak etme. herhangi iki-üç olasılığı ele aldığında sen diye bir şey olduğu kesinleşir. örneğin sivas'ta doğup, youreads denilen sitede kendin olmak başlığına sabah sabah yorum giren benden başka kimse yok. herkesten farklıyım çünkü benim zincirim farklı beni meydana getiren ihtimaller, iradi eylemler farklı. önce kör gözü açıp kendini görmek lazım. toplumdaki, sosyal çevredeki seni sen yapan her şeyi bir bütün olarak masaya yatırmak gerek. ben dediğin şey zaten sosyal çevrede mevcut koşullarda ortaya çıkan düşünen bir et kemik yığını.

    örnek vermek gerekirse kendin olmak için ilk önce doğduğun toplumun diliyle konuşup, onların kelimeleriyle düşünüp, onların öğretileriyle var olduğunu kabul etmen gerek. yani sen diye bir şey zaten yok eğitilmiş, donatılmış bir birey var topluma entegre halde. 23-24 yaşına kadar toplumun seni besleyip, koruyup, büyütüp, eğittiğini de kabul etmen gerek. kendin olmadığını, kendin diye bir şey olmadığını anladığında kendin olursun.
    abi
  5. aynaya bakamıyorum son zamandır. beyazlarım başlamış, yüzüm biraz fazla kırışmış, çökmüş. peh, telaşıma bak. tek kaçışım aynadan olsa ya. kendime de bakamıyorum. korku değil bu. fısıldıyorlar kulaklarıma her bakmaya çalıştığımda. kimseye zarar vermeyeyim derken kendime vermişim en büyük zararı.

    oyunun farkındayım. ne içindeyim, ne de dışında. ama her raddesine hakimim. sanırım böyle aldım en büyük zararı. kasaba et lazım sonuçta. başkasından kesemiyorsan, kendinden keseceksin. sonra çiğnenen parçalar konuşuyorlar benimle. pişman değiller, memnun da. bazen gereksiz bir kahkahayla bölüyorum onları, bazen cık cık diye bir ayıplamayla. ama insanlar, yok mu o insanlar. parçalardan daha sessiz, daha tepkisizler. vakti gelince, iş başa düşünce de gökten çok gürlerler. kuşlardan çok uçar gibi...

    bunlar olur da insan akıllanmaz mı? ben ne akıllanırım, ne de akıl alırım. kendi içimde, kendi dünyamda bir ben kaldım. varsın eksileyim, en fazla gözlerimden düşer aynalar.
    tera
  6. 'kendin olmak' kavramı, diğer pek çoğunda olduğu gibi dilin hatalı kullanımından doğan - ne ki felsefe tarihinde çoğu problem içinde böyle -, ''kendini tanı'' ünlü öğüdünün çarpıtılmış, daha bayağı halidir. böyle bir kavramın geçerliliği, zaten her insanın kendisiyle özdeş olması gibi a priori öncüle dayanır; çünkü kişinin kendisinin, kendisi olmaması açık ki çelişki doğurur. yani kavramın göndermede bulunduğu çelişiğinin yadsınma durumu, zaten 'olanaksıza ergi' durumudur. o halde kavramın yarattığı spekülatif erozyon neden ileri gelir?
    bir örnekle kavramın asıl anlatmak istediği şey şudur; diyelim ki bir kimse ciddiyetsiz olduğu halde, entelektüel caka satmak için ciddi geçinirse, onun 'kendisi gibi olmadığı' söylenir. pratikte kimse böyle davranarak ciddi olmaz, burada herkes hemfikir; o halde söylenmek istenen dürüst olmadığıdır. ancak 'dürüst olmamak', bu durumda kendisi gibi olmamak değildi, çünkü bu nitelik zaten kendisine iyedir. bura da kendilik kavramı cins olarak - diyelim ki bu doğuştan gelen mizacı olsun- , ve ciddiyetsizlik niteliğini de - bu da deneyimle gelen 'karakter' olsun- tür olarak belirlendiğinde, aynı cinsin altına birbirini değilleyen iki nitelik gelemeyeceği için, -yani bir mizaçta hem ciddi, hem ciddiyetsizlik bulunamayacağı için- kılgısal da örnekteki kimseyi öğüt ile 'ciddi olmaya' davet edilir. elbette pratik dünyada cinsler ve türler yoktur, kavramın işaret ettiği dünyada da zaten olan her şey ontolojik bir zorunlulukla meydana gelir; yani bir kimse nasıl eylemiş olursa olsun, kendisi gibi olmuş olur. öyleyse anlaşmazlık, olgusal alanın, idealleştirilerek yeniden yorumlanmasında meydana gelir ve buna hegel'in diyalektik idealizmi en iyi örnektir.