• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (7.70)
müslüm - ketche, can ulkay
müslüm baba olarak bilinen müslüm gürses’in hayatını konu alan bir film.


  1. zaten müslüm babanın filmini çekebileceklerini düşünmüyordum. müslüm gürses efsane bir yorumcudur, türkücüdür, uzun havanın tillahını okur. filmi daha çok başka birinini hikayesi gözüyle izledim o bakımdan fena değildi. teknolojinin gereklerini yerine getirmişler. sevda yüklü kervanlar iyi seçimdi ama uzun havalar ve türküler yeterli değildi. film boyunca babanın sesine hasret kaldık eve koşarak gidip orjinalden dinledim rahatladım. kimse müslüm babaya benzeyemez benzemeye çalışanlar da saçma oluyor.
    abi
  2. son donemin merak ettigim filminlerinden biri de bu yapim ama izlemem uzun zaman alacak. bohemian rhapsody - bryan singer ile ayni donemde vizyona girmesi ile de ilginc bir durum oldu benim icin.
    freddie mercury biyigi vs muslum baba biyigi
  3. türk sinemasının ortalama seyircisinin zevkine fazlaca uydurulmuş, belli ki "seyreltilmiş" bir yaşam öyküsünün anlatıldığı 2018 yapımı film. bana mahsun kırmızıgül'ün yönetmen koltuğunda olduğu -teaserlar dahil- filmleri anımsattı. geniş geniş açılar, tee gökyüzünden yapılmış "kameranıza sağlık" dedirten çekimler, camili tarlalı şehir manzaraları, ordan oraya can havliyle koşuşturan sevimli çocuklar... tıpkı onun filmleri gibi oldukça hüzünlü, gözleri de yaş ile dolduran türden.

    kötü bir film değil, epeyce emek verildi çok açık. ama müslüm gürses olmak da, onun şarkılarını söylemek de; onun dinleyicisini, dinleyicisiyle olan temasını anlatmak da çok zor işler. öyle kolayca altından kalkılamıyor belli ki.

    müslüm gürses'in sesinden iki kuple bir şey dinletmemeleri büyük bir kayıp, filmin tırmanacağı noktalarda müslüm gürses'e hayat veren timuçin esen'in sesi -doğal olarak-yetersiz kalıyor. müslüm gürses'in yerinin doldurulmazlığının da açık bir ifadesi olacak şekilde kendi sesine yer verilmeliydi kanısındayım.

    illa da sinemada izlenecek bir film değil, bir ara izlenebilir fikrindeyim. trailer
  4. oyunculuk performansları açısından sinemamıza katkı sağladığını iddia edebilme şansımız bulunan bir filmdi; ancak müslüm baba'nın şarkılarını duyma hasreti çekmemize neden olmasınıysa aşırı itici buldum. filmi izlerken sıktım karanlıktaki yumruğumu ve "ayıp etmişler" dedim. yorumları okuduğumda bu noktada yalnız olmadığımı görmek de güzel. müslüm baba'nın orijinal sesine dair bir özlem oluşturacak denli bir yadsıma eylemiyle karşı karşıya kaldık. ilk kısımlarını daha çok beğendim bu yönden. daha samimi buldum.


    "‘Müslüm’ var, ‘Baba’ yok!" isimli yetkin bir analiz yazısını da aşağıda nakledeyim:

    "

    Bu hafta gösterime giren ve büyük ilgi görmeye aday “Müslüm” filminin afişi bir bakıma filmin de özeti gibi duruyor. Şöyle ki, afişte büyük puntolarla “Müslüm” yazısı dikkat çekiyor. Bu yazının sağ alt köşesinde ise belli belirsiz “Baba” ibaresi konulmuş. Filmin durumu da tıpkı bu afişteki gibi. Yani filmde “Müslüm” var, fakat “Baba” yok!

    Müslüm Gürses, hiç kuşku yok ki Türkiye müzik tarihinin en önemli isimleri arasında. Yalnızca yaptığı müziğin bir döneme damga vurması nedeniyle değil, aynı zamanda o dönemi anlamamızda önemli bir figür olduğu için de. Ayrıca hayat hikayesiyle de çok özel birisi olduğu kesin. Büyük bir yoksulluğun içine doğduğu Urfa’nın ardından ailesinin Adana’ya taşınması, annesi ve henüz bebek olan kız kardeşinin babası tarafından öldürülmesi, erkek kardeşinin başına gelenler, geçirdiği trafik kazasının ardından öldü denilerek morga bırakılması, yeniden hayata dönüş, kendisini sıfırdan kurması, kurdukça yeniden yıkması, yıktıkça yeniden ayağa kalkması… Bir sinema filmi için bulunmaz nimet şüphesiz. Buna kendisi gibi zorlu bir hayatın içinden gelmiş Muhterem Nur ile yaşadıkları büyük aşkı da eklediğimizde ana akım sinema için önemli bir kaynak Müslüm Gürses’in hayatı.

    Öte yandan Müslüm Gürses bir sosyolojik durum aynı zamanda. Türkiye’nin ‘alt kültürü’nün kodlarını anlamamızda, 80 darbesinin yıkıntıları altında kalan en alttakilerin ona tutunacak bir dal gibi bakıp bir anda ‘Baba’ mertebesine yükseltmelerinin nedenlerini sorgulamamızda önemli bir isim. Müslüm Gürses’in üçüncü sınıf pavyonlardan çay bahçelerine, Gülhane’de on binlere verdiği konserlerden Harbiye Açıkhava’da dev bir orkestra eşliğinde orta-üst sınıflarca taltif edilmesine uzanan süreç Türkiye’nin de tarihi özetlerinden birisidir aynı zamanda.

    Hakan Günday ve Gürhan Özçiftçi’nin senaryosunu kaleme aldığı “Müslüm” filminin çekileceği duyurulduğunda merak da arttı haliyle. Senaryoda Hakan Günday imzasının yanında yönetmen koltuğunda ise ilgi gören ana akım işlere imza atan ve Ketche mahlasını kullanan Hakan Kırvavaç’ın oturacak olması da beklentileri yükselten etmenlerdendi. Ancak bir süre sonra Ketche’nin filmin büyük bölümünü çektikten sonra işi bıraktığı haberleri sızdı. Onun çekemediği sahneleri “Ayla” filminden tanıdık Can Ulkay tamamladı. Öncelikle ‘birlikte tasarlanmamış’ bu ikili yönetimin filmde kendisini belli ettiğini, ton, renk ve estetik farkının açıkça bariz hale geldiğini belirtmek gerekiyor.

    “Müslüm”, daha çok karakterin biyografik hikayesini takip ediyor. Çocukluk yıllarından başlayarak Halk evinde müzikle tanışmasına, küçük sahne deneyimlerinden Adana’dan çıkıp İstanbul’un yolunu tutmasına, şöhretle birlikte büyüyen çocukluk travmalarına, Muhterem Nur ile tanışıp büyük bir aşka yelken açmalarına uzanan bir hikaye bu. Süresini biraz uzun tutmasına rağmen filmin işin bu tarafını layıkıyla yerine getirdiğini söylemek gerek. Seyircinin bam teline dokunan bir hayat hikayesinin, efkârlı sesin arkasındaki acı dolu geçmişin izlerini film boyunca görmek mümkün. Bu bakımdan seyircinin ilgisine mazhar olacağını söylemek mümkün. Buna bir de farklı yönetmenlik tarzlarından kaynaklı olduğunu düşündüğüm kimi iniş çıkışlar yaşamasına rağmen Timuçin Esen’in etkili Müslüm Gürses oyununu da eklediğimizde filmin bir ayağı sapasağlam gösteriyor kendisini.

    Bir türlü yerine oturamayan ise ‘Müslüm’ fenomeninin diğer özellikleri. Karakterin barındırdığı malzemenin ana akım seyirciyi çekmek için oldukça bereketli olduğunu bilen filmin yaratıcılarının yalnızca bu özelliklere yüklenmeleri ‘ticari’ olarak anlaşılır bir durum. Ancak Müslüm Gürses’i “Baba” statüsüne yükselten sosyolojik arka planı filmde göremiyoruz. Gürses’in kendisini var eden kitle ile Gülhane konseri sahnesine kadar herhangi bir temasını görme fırsatımız da olmuyor. Gayet steril, ana akım sinema estetiğini uygun bir biçimde aydınlık, ferah feza mekanlarda geçen bir hikaye bu. Müslüm Gürses gibi bir ‘yeraltı’ figürünü bu kadar parlak renkler, tiril tiril dönem kostümleri içinde anlatmayı tercih etmek ana akım seyirci alışkınlıkları için anlaşılabilir kuşku yok ki. Ancak, bu tercih Müslüm Gürses evrenini ve onunla bağ kuran sevenlerini temsil etmek yerine ‘izlenilir’ kılmaktan öteye bir işlev taşımıyor maalesef. Bu bakımdan filmin Müslüm yorumunun onu ortaya çıkaran atmosfer ve sosyolojik bir vaka haline getiren kitlelerin değil, 2000’li yıllar sonrası bir anda onu keşfeden ‘kent elitleri’nin gözünden olduğunu söylemek mümkün.

    Oysa Müslüm Gürses, özellikle de 12 Eylül sonrasında bir araya gelmeleri, yan yana durmaları yasak olanların, Zeytinburnu’nun kokuşmuş deri atölyelerinin hastalıklı çocuklarının, sanayi sitelerinin ve yoksul semtlerin afili delikanlılarının, gururu kırılmış babaların gadrine uğrayıp onunla teselli bulmuş yüz binlerin ellerinde ‘Baba’ mertebesine yükseltildi. Örseleyen, hor gören, itip kakan, aşağılayan, hak ettiği değeri vermeyen ‘devlet baba’nın görüp de görmezden geldikleri; buyurgan babaların evlatları, o hiç istemediği halde, baba olarak seçtikleri Müslüm ile birlikte söylediler şarkılarını. Filmde hikayenin bu tarafını görmek mümkün olmuyor ne yazık ki. "
    kaynak
  5. pek çok yorum iyi olmasının dışında yine pek çoğu acımasızca eleştirmiş. i̇nsanlar neden mutlu olmuyorlar anlamıyorum. yapılan şeyler neden hep öfke ve memnuniyetsizlikle cezalandırılıyor. müzikalite açısından çok başarılı buldum ben filmi, görüntü ile birlikte çok güzel anlatılmış. timuçin esen efsanevi bir oyunculuk sergilemiş ki genel olarak beğendiğim oyunculukları, her birini ayakta alkışlamak gerekir

    aktarılan hayat zaten zor, ses bir deha, kişilik desen kendine münhasır. böyle bir karaktere üstelik sesiyle can vermek, hikayeyi böylesine aktarmak muazzam bir iştir. emeği geçen herkese teşekkürler. yaşarken gülmemiş insan, ruhun şad olsun. aşkınıza da hayran kalmamak elde değil.
  6. Bugün nihayet izleyebildiğim ve şu durumum devam etmesine rağmen azmedip sim kartsız telefondan buraya hakkında yorum yazacağım film :)

    Yorumların çoğuna katılıyorum ; Timuçin Esen'in, gençliğini oynayanların ve diğer oyuncuların oyunculuğu çok iyiydi, Müslüm Gürses'in baba kitlesi edinme süreci daha iyi aktarılabilir, daha bilindik şarkıları seslendirilebilirdi. Sonu için daha az alelacele bitirilmiş hissi verilebilirdi. Filmle ilgili sahnelerin sosyal medyada ve magazin programlarında paylaşılması dışındaki takıldığım kısımları spoilerda vereyim.
    !---- spoiler ----!

    Filmde 1978'de trafik kazası gösterildikten sonra yaşadığı travma uzunca gösterilip, 3 yıl sonra sahneye çıktığı gösteriliyor. Bundan birkaç dk sonra ise 1979'da geçen bir film seti sahnesi var ve hiçbir şey olmamış gibi :/ Hayatını araştırmadım açıkçası ama kopuk geldi bu kısım.

    Ahmet'in öldüğü kısmın anlatımı da garip geldi, Muhterem Nur'a resmi gösterip "burada bir ben kaldım" dediğinde bir boş baktık, bir sonra geçtiği yerde flashback oldu.

    Muhterem Nur'u dövme konusuna girmezler sanıyordum ama girilmiş, şaşırdım.

    Babası rolündeki adam da çok iyi oynamış, gerçekten nefret ettim izlerken,dalasım geldi. Ayça Bingöl'ü de nerede izlesem koca şiddeti çekiyor :/

    Müslüm Gürses'in sol kulağının işitmediğini bilmiyordum, karşılaştırmak pek doğru olmayabilir ama adam yıllar önce İbrahim Tatlıses'in yaşadığı gibi bir süreci o dönemin imkanlarına rağmen atlatıp hayatına öyle ya da böyle devam etmiş,gözümde yüceldi bu açıdan.

    Muhterem Nur'un şarkıcılıktan geldiğini, aile durumunu, Müslüm Gürses'le aralarında bu denli yaş farkı olduğunu da bilmiyordum.

    !---- spoiler ----!
  7. 2018 yılı yapımı, başrollerinde timuçin esen, zerrin tekindor, ayça bingöl gibi isimlerin oynadıkları 136 dakikalık bir türk filmi. filmin yönetmeni olarak hakan kırkavaç-nam-ı diğer ketche-başlamış ve can ulkay filmi bitirmiştir.

    film kabaca müslüm gürses'in hayatını konu edinmiştir. şahsi fikrim olarak filmde irdelenmesi gereken tonla nokta mevcut. müsaade ederseniz bunlardan bahsetmek isterim. buyrun:

    !---- spoiler ----!

    öncelikle türk filmlerine olan ön yargımdan bahsetmek isterim. yıllarca türk filmlerini benim yüzümü kızartacaklar, ön yargımı yıkacaklar diye seyrediyorum. gelin görün ki bir-iki film dışında bunu gerçekleştirebilen olmadı. yani bizim sinemamızda bir şeyler eksik kalıyor. teknik olarak mı bir sorun var yoksa nedir bilemiyorum; fakat bu kadar konu bolluğu olan başka bir ülke de olmasa gerek. her taşın altından cevher gibi konu fışkırıyor. ama bizim sinemacılar bu güzel işleri sahneye aktarmakta biraz sıkıntı yaşıyorlar kanımca. nasıl ve neden mi?

    her şeyden önce bizim sinemamızda seyirciye yönelik bir yapım mevcut. yani tribünlere oynanıyor. bu filmde de bunu açıkça görmek mümkün. film resmen seyirciyi ağlatmak üzerine kurulmuş. halbuki müslüm gürses'in hayatı zaten komple hüzün. senin buna herhangi bir şey katmana gerek yok ki. seyirci konuyu özümseyebilirse zaten ağlar. ille de ağlatacam diye üstüne gitmeye gerek yok. sanırım bu sinema iç güdüsü yeşilçamdan yadigar. neredeyse tüm yeşilçam filmlerinde ağlak bir iki sahne bulabilirsiniz ve hala devam ediyor bu furya. bizi ağlatmayın demiyorum; fakat ille de ağlansın diye de uğraşmayın. insanın içine işleyen bir sahne gerektiğinde ağlatabilir de izleyicisini. ama öyle sahneler yapıyorlar ki yapılacak tek şey ağlamak oluyor. bu sinemacı anlayışını hiç anlamadım ben yıllarca. hala da devam ediyor. bi salın bizi artık. biz zaten ağlarız.

    diğer bir husus yönetmen ikilemi! zaten film ağır bir film, koskoca bir çınarın filmini çekiyorsunuz, bir de kalkıp işi yarım bırakıyorsunuz. bu filmi iki ayrı yönetmenin çektiği çok belli oluyor. ilk bölümde-gürses'in gençliği bölümü-daha sade bir anlatım, geçişler daha iyi, seyirciyi içine alan bir anlatım var. ikinci bölümde film resmen kopuyor; kaza oluyor, öldü sanılıyor, sonra sahneye çıkıyor, eşiyle tanışıyor, konserler, konserler, gülhane konseri, istiklal marşı ve kapanış!

    müslüm gürses bu ülkede "arabesk" müziğin babalarından biridir. boşuna kendisine "baba" denmemektedir. arabesk müziğin yükseldiği 70'lerin sonları 80'lerin başlarındaki siyasi ortamın hiç mi etkisi olmamıştır müziğe ve karakterin kendisine? bu yıllardaki tarihsel gelişmeler tabiri caizse "müslümcü" tayfayı yaratmamış mıdır? bu tayfa müslüm'ü sırtında taşımamış mıdır? bu güruh kendiliğinden mi oluşmuştur? yıllarca türk halk müziği söyleyen bu müzik adamının böyle bir seyirci kitlesine hitap etmesine sebeb olan sadece ses tonu mudur? insanlar neden kendilerini jiletlemektedirler? peki bu insanlar hangi "çay bahçesi"nden türemişlerdir?

    şunu kabul etmek gerekir ki film bir biyografi değildir. bir karakterin tüm hayatını detayları ile sahneye aktarmak sinemanın işi değildir; fakat yine de karakterin hayatını resmederken bir bölümüne sadık kalmak, bir yerinden tutmak gerekir. film hiç bir yerinden tutmadığı gibi karakterin tüm hayatını resmetmeye çalışırken büyük sıkıntılara giriyor. filmin ikinci bölümü tamamen dağınık ve gelişigüzel. bu kadar güzel bir insan bu kadar darmadağınık bir şekilde anlatılmamalıydı kanımca.

    oyunculuklar iyi; timuçin esen rolünün hakkını veriyor. fakat sağlam bir konu varken bizim oyuncuları konuşuyor olmamız bile filmin ne kadar zayıf kaldığını gösteriyor. oyunculuklarla örtülmeye çalışılan bir film var ortada.

    bir diğer husus da müziklerle ilgili. filmde parçaların hepsini dinledik; yani ekranda icra edilenlerin hepsi çalındı sonuna kadar. bu da bir tür zaman çalma gibi geldi bana. bu bir tv dizisi değil ki şarkılarla dolduruyorsunuz. çay bahçesinde çıkıyor müslüm; şarkıyı komple dinliyoruz. bir yere bağlanmıyor da parça. pavyonda çıkıyor müslüm, komplesini dinliyoruz yine. hem de kendi sesinden de değil. bari orijinalini koysaydınız, kendi sesinden. ona sesimiz çıkmazdı; ama timuçin esen konserine döndü bir süre sonra. timüçin esen'in de ne kadar iyi söylediğinin felan bir önemi yok. müslüm gürses filmi yapıyorsunuz, nasıl taklit edebilirsiniz ki bu koskaca sesi? belki bir iki parça seslendirirsiniz; fakat orijinalini duymak iyi olabilirdi. filmi kurtarır mıydı? bilemem, ama iyi olabilirdi.

    bu kadar yerden yere vurduğuma bakmayın. ben daha iyi olabileceğine inanmasam bu kadar söylenmem. bir sinema eleştirmeni değilim; kendi halinde bir seyirciyim. fakat olan bitene seyirci kalamıyorum. elimizde en az bunun kadar değerli şahsiyetler ve konular var. böyle çekmeye devam edersek onlardan da pek bir iş çıkmayacaktır sanırım.

    !---- spoiler ----!

    filmin imdb puanı 8,3/10 olarak görünüyor. pek oylayan olmadığından sanırım oylar yüksek. şahsi puanım 6/10 olacaktır filme.
  8. Mustafa Uslu'nun bir rivayete göre Müslüm Babanın vasiyetini ihlal ederek çektiği film. Ben de sanki bu yaşadıklarının bilinmesini istemediği için filminin çekilmesini istemediğini hatırlıyorum ama Muhterem Nur öyle bir vasiyetinin olmadığını söylüyor. Bilemedim.

    !---- spoiler ----!

    Film vizyona girdikten sonra en çok, baba Memo'nun küçük kızını öldürme sahnesi eleştirilmişti. Yapımcı, şu fotoğrafla kendini savunurken sonradan ortaya çıkan gerekçeli kararda sanık Mehmet Akbaş'ın iki çocuk babası olduğu ortaya çıkıyordu (zaten Müslüm'ün sonradan ölen bir erkek kardeşi de var, al sana iki çocuk). Tartışma konusu, ama Müslüm baba sağlığında da bu konuyu hiç açmadığı için gerçekler hiç bilinmiyordu. Nitekim mahkeme kayıtları ortaya çıkana kadar cinayetin nasıl olduğunu bile bilmezdik, "Adana Taşköprüde döverek öldürmüş" veya "tüfekle vurmuş" gibi varyantlarını da duydum ben. Muhtemelen kız çocuğu daha önce ölmüştü ki, karakolda ifade verirken Mehmet Akbaş "iki çocuk babası" olduğunu söylemiş.

    Filmde Müslüm'ün Muhterem anaya şiddet uyguladığı sahneler de epey eleştirilmişti. Evet; dayakçı ve agresif bir babayla büyüdüğü için mi bilmem, babanın kendisi de özellikle alkollüyken Muhterem Nur'u dövüyordu. Muhterem Nur da travmatik bir geçmişe sahip olduğu için midir bilmem (öz anne babasını hiç tanımamış, 13 yaşında tecavüze uğramış, sinemaya girince de itilip kakılmasın saygı görsün diye adını Muhterem yapmış) bu duruma pek ses çıkarmıyordu, Baba'nın ölümünden sonra yazdığı anılarında da biraz övünerek bahsetmişti. Ha, her şeye rağmen severlerdi birbirlerini o ayrı (paradoks).

    !---- spoiler ----!

    Son olarak, baba Mehmet Akbaş için filmde hamallık yaptığı söylense de gerçekte Adana Hürriyet Mahallesi'nde çaycılık yaptığını hatırlıyorum. Hapisten çıktıktan sonra Urfa'ya yerleşmiş ve orada da çaycılık yapmaya devam etmişti. Son zamanlarında bir magazin figürü idi, Ebru Gündeş'in babası gibi paparazzilerce sık sık bilgisine başvurulur, "avradı vurdum, dokuz sene yatıp çıktım" diye anlatırken Müslüm için "beni hiç arayıp sormuyor, öyle bir oğlum yok" der ve filme göre ölümüne sebep olduğu küçük oğlu Ahmet için (bunun da aslı belirsiz, kan davasında öldü diyen de var solcu diye vuruldu diyen de) gözyaşı dökerdi.