1. postmodernizmi “sanat ile gündelik yaşam arasındaki sınırların silinmesi, elit ve popüler kültür arasındaki sıra-düzen ayrımının çökmesi, biçimsel eklektizm ve kodların karışımı” olarak özetleyen madan sarup , “yapısalcılığa ve marksizm’e karşı oldukça eleştirel, bunun yanında da örtülü olanın açığa vurulmasının ötesine geçen her türlü kurama düşmandırlar” diyerek postmodernizmin akımlara olan bakışını yansıtmıştır. buradan da anlaşılacağı gibi postmodernler, modernlerin yanında ama her şeyi olduğu gibi veren realistlerin tam karşısında yer alırlar. ayrıca postmodernler, içerikten ziyade biçime ve biçeme önem verirler. bu onların modernlere yakın olduklarını göstermesinin yanında, lyotard’ın da vurguladığı postmodernizmin modernin bir parçası olduğu yönündeki savı kuvvetlendirir. ancak postmodernleri modernlerden ayıran çeşitli noktalar vardır. bunların ilki çoğulculuk ilkesini uygulayış/algılayış biçimidir. modernlerde farklı düşünce ve biçemlerin belli bir senteze ulaştırma çabası varken, postmodernler o farklılıkları yan yana koyma eğilimindedirler. postmodernizmin üç temel ilkesi vardır:

    çoğulculuk

    postmodernizmin üç temel öğesinden biridir çoğulculuk. her postmodern yapıtta en az iki farklı biçem, iki farklı yazınsal tür, anlatıcı ya da uzam vardır. bu postmodern romanın olmazsa olmazlarındandır adeta. şiir, öykü, deneme, makale gibi farklı türler kurgusal bağlamda bir arada bulunabilir. “postmodern düşünce kaynağını çoğulculuktan alır; onda tek ve mutlak olana yer yoktur” (1). örneğin orhan pamuk’un kara kitap adlı romanı çoğulculuk ilkesinin uygulanması açısından oldukça iyi bir örnektir. romanda makale, gazete yazıları, öyküler, bir arada ve kurgusal bir bütünlükle yer alır. bunun yanında hasan ali toptaş’ın bin hüzünlü haz adlı romanı da yine çoğulculuk ilkesinin uygulanışı açısından önemli bir romandır. zira romanda birden fazla anlatıcının bulunmasının yanında, metinlerarası öğelerin de kullanılışı da romanın postmodern göstergelerinden biridir.

    1- türk romanında postmodernist açılımlar, yıldız ecevit, sf. 68.

    üstkurmaca

    klasik edebiyat 20. yüzyıl başlarında can çekişirken, dış dünyayı birebir yansıtma anlayışı da onunla birlikte geride kalır. artık yazarlar klasik kalıpları kırmaya başlamış ve realist gözlemler yerine psikolojik betimlemeler ya da teknik yenilikler arayışına girişmişlerdir. öte yandan okuyucuyu da yapıta dahil etme fikri yüzyıllardır süregelen bir gelenek olduğu halde, realizm ve natüralizm akımları etkisiyle uzun süre rafa kalkmış bir uygulamadır. kökleri italyan şair dante’nin “yeni hayat” adlı yapıtına kadar gidebilen üstkurmaca, postmodernizmin doğuşu ve gelişimiyle birlikte romanlarda anlatı içinde anlatı oluşturma geleneği yeniden canlanmıştır. burada yazar yapıtını kurgularken, yapıtının da yazım sürecini ve biçimini okuyucuya sunar. yazma/bozma, üretim/yeniden üretim gibi eylemler yapıtın kurgusu dahilindedir. hatta bazen yapıtın yalnızca oluşum süreci verilebilir ve böylece ortaya çıkacak eser, okuyucu nezdinde bir yeniden üretim olacaktır. yani bu tip anlatılar bazen temel anlatının kendisini oluşturur. netice de okur da yazar da ve hatta yazım süreci de yapıtın temel kahramanlarına dönüşebilir. başka bir deyişle, burada amaç neyin anlatıldığı değil, nasıl kurgulandığıdır. bu da postmodernizmin modernizmle olan ilişkisinin yakınlığını göstermesi bakımından önemlidir. ancak cervantes’in don kişot’u ya da diderot’nun kaderci jacques ile efendisi gibi klasik yapıtlardaki kurgulayım sürecinin verilişi, postmodern romanlarda biraz daha farklılık göstermektedir. örneğin orhan pamuk’un beyaz kale ya da dante’den esinlenerek yazdığı ve adını koyduğu yeni hayat romanlarında, kahramanlara okuttuğu kitabın okuyucunun elindeki yapıt olduğu izlenimini verir. böylece romana hem “postmodern gerçeklik” katmış olur, hem de kurmacanın kurmacasını vererek postmodern bir metin ortaya çıkarır. bu durumda kahraman ve okur özdeşleşir, okur ile yazar arasındaki fark azalır. zira artık okur da yazım sürecinin bir müdahili durumuna getirilerek kurguda kendisine yer bulur. okuyucuya seslenmeler de klasik anlatılarda olduğu gibi postmodern anlatılarda da vardır ve bu onları modernden ayıran klasiğe yaklaştıran noktalardan birini gösterir.

    metinlerarasilik

    metinlerarasılık, postmodernizmin en belirleyici ve en temel özelliklerinden birini oluşturur.
    özellikle bulgar asıllı fransız eleştirmen julia kristeva’nın üzerinde önemle durduğu metinlerarasılık, kristeva’nın deyimiyle “alıntılar mozaiğidir”. metinlerarasılıkta, her metin farklı metinlerden alıntılar içerir ve dolayısıyla alıntıladığı metne göndermelerde bulunur. ancak metinlerarasılıkta da postmodernizm tanımlamasında olduğu gibi farklı görüşler ileri sürülmüştür. “kimileri onu bir kaynak eleştirisinin, kimileri bir alılmama estetiğinin bir parçası olarak algılar; kimileri ise metinlerarasılığı, içerisinde başka söylemsel kılgılarla karıştığı toplumsal ve tarihsel bir bilgi kuramının ortasına, kimileri ise tarihselliğe pek aldırmadan freudien bir yorumbilimin içerisine yerleştirir. kimilerinde kavram temel bir yer tutarken, kimileri onu sıradan bir sözcük olarak kullanırlar. kimileri ise, kavramı yeni adlar altında yeniden tanımlamaya girişirler (1)”.
    genellikle iki tür metinlerarası ilişki olduğu kabul edilir: iki ya da daha çok metin arasında kurulan “ortakbirliktelik ilişkisi”ne dayanan metinlerarası ilişkiler; “türev ilişkisi”ne dayanan metinlerarası ilişkiler. farklı metinlerarası yöntemler açık ve kapalı olmak üzere iki farklı bölüme ayrılabilir. bir metne yapılan gönderge, yapıtın ya da yazarın adı açıkça bildirilerek ve alıntılanan kesitler belirtilerek açık ilişkiler; bir yapıtta ayrışık unsurlara yer verildiği konusunda hiçbir belirti, ipucu verilmeden kapalı ilişkiler kurulabilir. bu durumda metindeki ayrışık unsurları saptamak okura düşer. alıntı, gönderge, açık/ gizli alıntı ve anıştırma, kapalı metinlerarası ilişkiler; parodi, pastiş, alaycı dönüştürüm ise bir türev ilişkisine dayanan ve açık metinlerarası biçimler sayılırlar.
  2. ii. dünya savaşıyla beraber modernizmin ortadan kalktığı en azından büyük darbe aldığı bilinir. artık dünyayı tanimlamak için batı-doğu, akıl-beden dikotomileri işe yaramamaya başlamıştı. insanlar daha güvenli bir ortamda yaşamak istediklerinden daha bütüncül bir anlayış geliştirilmeye çalışıldı.nasıl birden fazla kültür varsa birden fazla gerçeklik de olabilirdi. her dil nasıl kendi kültürünü kuruyorsa kendi realitesini de kurabilirdi. işte postmodernizm, dünya üzerinde belirli bir yaşam tarzı oluşturmak isteyen modernizme karşı bu şekilde doğmuş oldu. ancak postmodern paradoks denen kavramı da beraberinde getirdi. çünkü globalleşen dünyada insanlar kendi milliyetlerini ırkçılık düzeyinde savunmaya başladılar. etnosantrizmin yükselişi milliyetçiliği beraberinde getirdi. maalesef dünya vatandaşı olma fikri işe yaramadı.
  3. bilimsel aklın nesnelliği ile üstün-insan hezeyanına kapılan avrupalı'nın suçluluk psikolojisinin bir sonucu. bu adamlar kriz yönetiminde usta ama, haklarını vermek lazım.

    (bkz: adolf hitler)

    bir de önüne "post" koymuşlar. ben bunu afrika'daki padişahların ülkelerinin başına "demokratik", "cumhuriyet" gibi cici sıfatlar koymasına benzetiyorum.

    sen sıçıp sıvamışsın işte. batırmışsın. neyin post'undan bahsediyorsun.

    akıl dedin, bilim dedin, teknik dedin, felsefe dedin... sonra franco dedin, hitler dedin, mussolini dedin...

    türk genci yer mi lan bu oyunları ?
  4. modernizme yönelik eleştiriden doğmuş akım/yaklaşım. postmodernizm, salt sanata ilişkin değil hayatın her alanında modernizme ilişkin eleştirel bir duruş sunar.

    thomas kuhn'un paradigma kavramı, izafiyet teorisi gibi farklı alanlara ait düşünüşü etkileyen kavram ve kuramlardan beslenmiştir. postmodernizmin kendi öngördüğü bir düzen ya da sistem yoktur zaten olmamalıdır. bu varoluşlarını anlamsızlaştıracaktır. ön ekinde "post" olsa da modernizmden sonra ortaya çıkan yeni bir süreci betimlemez, modernizmi eleştirir ortada bırakır, yeni bir sistem sunmaz, bu yönüyle modernizmin bir parçasıdır.

    postmodernizme göre, modernizm hayata dayattığı ve değiştirilemez, kat'i kural olarak görülen şeyler safsatadır, değişebilir. tek doğru yoktur, binlerce doğru vardır mesele bu doğrular arasında ahengi tutturabilmektedir. bütünü değil parçalılığı, öznelliği savunur. "işçiler" demez "ankara'da falanca fabrikanın filan bölümünde çalışan ahmet usta" der, bireye, özneye indirger.

    kurallar, sistemler, düzenler varoluşu kısıtlar, insanın kendi potansiyelini ortaya çıkarabilmesini ve özgürlüğü engeller. insan kendi yarattığı üst aklın esiri olmuştur.

    postmodernizm, moderniteyi eleştirirken neredeyse modernizmi yıkar ancak ortaya bir sistem, düzen sunmaz bu yönüyle eleştirel bir duruş, modernizmin yırtıklarını yamalama işlevinden öteye gidemez. ötelere gitmeye çalışan destekçileri vardır ancak bunların da ortaya bir düzen sunması nedeniyle postmodernistliği eleştirilir. kendi içerisinde paradoks ve çıkmazlar barındırır.
    ozee
  5. okuduğum kadarıyla, modernizmi dayanılır kılan umudun ve düşlerin de ortadan kalktığı bir modernizmden başka bir şey değildir diyor john zerzan. hak vermek gerek
  6. Postmodern felsefe, genel olarak tanimlanmak istenirse, Aydınlanma düşüncesinin temelini oluşturan rasyonalizmin, yani nesnel bilginin akıl yoluyla edinilebilir olduğuna duyulan kesin inancın sarsılması ile birlikte başlayan ve bir bütün ”modern felsefenin” temel kategorilerinin sorunsallaştırılması ve bu kategorilerin işletildiği epistemolojik ilkelerin yerinden edilmesi ile sonuçlanan felsefe eğilimi seklinde belirtilebilir. “Özcülük”, “temelcilik”, “gerçekçilik”, “nesnellik”, “özne” ya da “ben” gibi modern felsefeye içkin ve aydınlanma düsüncesinin temel dayanakları olan kavramlar burada artık tümüyle işletilemez bir hale gelir.

    kaynakları

    Bu, bir tür felsefenin sonudur, ama tümden felsefenin değil, özellikle vurgulandığı haliyle, Platon’dan beri süregelen ve Modernizmde doruğuna ulaşan metafiziksel felsefenin sonudur. Ikili kavram karsitlikliklarina ve hiyerarsik düsünce düzenlemelerine sahip olan türde bir metafiziktir kast edilen.

    Felsefe yapmanın imkan ve olanakları bu noktadan itibaren başka bir yol izlemek durumundadır, ki postmodern felsefe eğilimleri çeşitli kollardan bunun açılımlarını yaparlar. Bu felsefi yönelimin en bilinen ve etkili örnekleri Lyotard’ın “Büyük Anlatılar‘ın sonu” eleştirisi, Focault’nun “soykütüksel arkeolojisi”, Levinas’ın “ötekilik felsefesi”, Derrida’nın “yapısökümcülük”ü, Deleuz’un “göçebe-şizoid analizler”i, Rotry‘nin “ironi” ve “olumsallık” kavramları, Barthes’ın “göstergebilimsel serüven”i, Kristeva’nın “semiyoloji”si ve “metinlerarasılık”ı, Laclau ve Mouffeu’nu “yüzer-gezer gösterenler”i ve “anlamın kapatılamazlığı” hakkındaki çözümlemeleri şeklinde çok genel olarak belirtilebilir.

    Postmodern felsefe, fenomenoloji, yapısalcılık, varoluşculuk, eleştirel teori ve Marksist felsefe gibi öğretiler arasındaki etkileşimlerin oldugu kadar, dilbilim, antropoloji, psikoanaliz, sosyoloji gibi disiplinler arasındaki kuramsal sınır çatışmaları ve geçişkenliklerinin de ürünüdür. Farklı kollardan modern düsüncenin içinde kuramsal sınırları gelistiren ve bu sinirlari zorlayan Kant, Hegel, Marks, Freud, Nietsche, Husserl,Heidegger, Saussure, Wittgenstein bir anlamda daha modernizm icinde postmodern felsefenin öncüllerini atmışlar ve derinleştirmişlerdir diyebiliriz. Özellikle son bes ismin postmodern felsefenin ”fikir babaları” olduklari söylenebilir. Fransız felsefecileri daha sonra, 1960 ve 70’lerde, bu düşünürlerin açtıkları izlekleri derinleştirerek postmodern felsefenin başlıca yaklaşımlarını şekillendirmişlerdir.

    Postmodern durum zaten çoktan belirginleşmeye başlamıştır II.Dünya savaşı’ndan itibaren. Ekonomik, siyasal ve toplumsal düzenlenişlerin ifadesi olan postmodern durumun yanı sıra, mimariden diger sanat dallarına felsefe, din, toplum, kültür ve benzeri her alanda modernizme tepki olarak doğan tutum ve yaklaşımların ifadesi olarak da postmodernizm ortaya çıkmıştır. Postmodern felsefe ise, bu noktada postmodernizmin arkaplanındaki, ya da başka bir deyişle altyapısındaki teorik temeli olusturur. Postmodern felsefe, dolayısıyla modern felsefenin içerdiği kavramsal ikiliklere ve onların epistemolojik temellerine kökten bir itirazdir denebilir.

    Postmoder felsefe, her seyden önce en genel anlamda ”evrensel”, ”tümel”, ”nesnel” ve ”rasyonel” bilginin varlığına yönelik derin bir kuşkunun ortaya çıkmasının ürünüdür. Bu kuşkuyla giderek, ikili kavram karşıtlıkları ve onların dayanakları olan epistemolojik konvansiyonları yıkmaya yönelir. Yapısalcı dilbilimin dil’i sorunsallaştırması, psikoanalitik kuramın bilinç’i deşifre etmesi ve antropolojinin kültürel olguların dayandığı derin yapıları açığa çıkarmasının sonuçlarına bağlı olarak düşünce-gerçeklik ilişkisinin, dolayısıyla da bilginin geleneksel felsefedeki yapısının altüst edilmesi sözkonusu olur.

    modernist ve geleneksel felsefe’nin eleştirisi

    Postmodern felsefenin gelişiminde Fransız yapısalcılığı’ nın özel yerini belirtmek gerekir: yapısalcılığın kurucu öncüsü Sausseure’ün ve felsefi meseleleri dil bağlamında sınırlarına vardıran Wittgenstein’ın sonrasında yapısalcılık özellikle Fransada etkin olmuş ve yolaçtığı kuramsal tartışmalar yapısalcılık-sonrası-teori ile postmodern felsefenin oluşumunda belirleyici bir rol oynamıştır. Antropolog Levi Strauss, psikoanalitik kuramcı Lacan, göstergebilimci Barthes, marksist filozof Althusser bu oluşumun yakın tarihli mimarlarıdır.

    Postmodern felsefenin, belirli bir bakış açısıyla saptanabilecek kimi ortak eleştiri bağlamları ya da tematik toparlanmaları dışında belirli bir savunusu ya da öğretisi yoktur denebilir. Çünkü onu belli bir disiplin ya da öğretiye indirgemek olanaklı değildir, daha çok birkaç koldan farklı felsefelerin toplandığı bir felsefe düzlemi olarak anlamak mümkündür. Yani, farklı felsefi eğilimlerin bir araya geldiği, birbirinden farklı konum ve tutumların savunuldugu ”ayrışık bir felsefe düzlemi” dir postmodern felsefe. Tıpki Modernist felsefelerin akıl ve akılcılık üzerinden ”okunması” gibi, postmodern felsefenin de bunlara karşıtlığı üzerinden okunması sözkonusu olabilir.

    Öyle ki, burada, felsefe-dışı sayılan konular da bir şekilde felsefenin içine taşınır ve dahası, kategorik ayrımlarla belirlenmiş olan disiplinler sürekli birarada kullanılır ve sürekli arayüzeyler de çalışılır. Açıkca görüleceği üzere postmodern felsefe, yalnızca modern felsefe düzlemini değil aynı zamanda onun mirascısı ve mantıksal uzantısı olduğu geleneksel felsefenin metinsel yapısını, yani tüm kategorik işletim mekanizmalarını çözüştürmeye yönelmektedir. Burada, yeni bir ”içerik arayışının” değil ama daha çok ve asıl olarak yeni bir ”biçimsellik arayışının” sözkonusu olduğu söylenebilir.

    Bu biçimselliğin başlıca özelliği geleneksel formların bütünselliğine, tümelliğine, kapalılığına ve ciddiliğine karşıt olarak, parçalı, yüzeysel, ironik ve çok katmanlı oldugu söylenebilir. İyi-kötü, yüksek-alt ya da yukarı-aşağı, doğru-yanlış, rasyonel-irrasyonel, öz-biçim, gerçek-gerçekdışı ve benzeri ikiliklere dayali epistemelojik yapı çözüştürülür bu yeni biçimsellik girişimleriyle.

    insan’ın ölümü

    Öte yandan, postmodern felsefe, metafizik felsefenin ya da daha doğru bir deyişle felsefenin ”metafizik” yapısının sonunu ortaya koymanın yanı sıra, bir düzine metafizik nosyonun da sonunu ortaya koyar. Bunların başında ”insan” nosyonu gelmektedir. Nietsche’den Derrida’ya izlekler takip edildiğinde açık olarak insan’ın sonu‘ nun ortaya konulduğu görülecektir. Hümanizmin teorik statüsünün geçersizliği daha yapısalcılık zamanında öne sürülmüs ve belirginleşmiştir.

    Althusser, yapısalcı Marksizmini temellendirirken kendi düşünce ayrımlarını ifade etmek için „marksizm bir teorik anti-hümanizmdir“ saptamasını çekincesiz ifade etmiştir ve yaptığı açılımlar bu bağlamda insan nosyonunun nasıl sorunsallastırılacağını gösterir. Öte yandan, felsefe de ben’in imkansızlığı açıkca gösterilmiş ve her bakımdan özne’nin özne oluşunun dayanaklarının kendi dışındalığı belirlenmiştir. Bu noktadan itibaren öznenin yeniden anlamlandırılması kaçınılmaz bir gerekliliktir.

    Postmodern durum bu bakımdan yalnızca yeni bir takım iktisadi ve sosyal verilerin ifadesi değil, aynı zamanda teorik düzlemde bu metafizik sonun da adıdır. Postmodern felsefe, dolayısıyla, Kant’ta açık ifadesini bulan „aydınlanma tasarısı“nı ve bütün modern felsefe akımlarına ruhunu veren akıl’ın ve dolayısıyla bilim‘in teorik düzlemde mutlaklaştırılması eğilimini, metafizik insan nosyonuyla birlikte geride bırakmaya yönelmiş felsefe duruşudur.

    Sonuç olarak, postmodern felsefenin mantığını çarpıcı birkaç formülasyonlarıyla (bunlar postmodern felsefenin kendini ifade ettiği ve temel eleştirileri aldığı noktalardır) şöyle özetleyebiliriz:

    Özgünlük yoktur, kopyaya kaynaklık eden de kopyadır ve ”asıl”’a ulaşmak sözkonusu olamaz. Saf gerçeklik ya da olgular yoktur, bakışın bütün olanaklarına yorum‘un izleri sinmiştir ve bundan kaçılamaz, ayrıca bütün yorumlar önceki ya da başka bir yorumun yorumlanmasıdır. Hakikat yoktur, öyküleme ve yansılamanın ötesinde tek ve mutlak olarak geçerliliği temellendirilebilecek bir hakikat olamaz.Metnin dışarısı yoktur, her tür bilgi, ontolojik ya da epistemolojik varsayımları içeren her tür bilgi, metinsel bir okumadır sonuçta, dışsal gönderimleri sürekli metnin içine düşer. Dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır, Wittgenstein’in söylemiş olduğu gibi, çünkü, dil’in sınırlarının ötesi bilgiye kapalıdır. Ve son olarak, ben başkası’dır, “ben” her zaman zaten başkalarının yaratımı olduğu için.

    kaynak: https://mutlaktoz.wordpress.com/