1. mesela ben bu tür şeyleri anlamıyorum. bu şeylerin hepsini yunan filozofları zamanında söylemiş. özellikle sokrates, platon ve aristotales baya bir şey açıklamış.

    psikanaliz konusunda muazzam bir benzerlik var. id, ego ve süperego kavramlarını freud mı icat etti ya da freud tam olarak ne yaptı bir bilene danışmak niyetindeyim. çünkü platonun ruh kuramı aynı buna benziyor. şöyle ki;

    platon, insan ruhunu üç ilkeye ayırıyor. bu üç ilkeden biri bizi bilgi edinmeye, biri taşkınlık ve öfkeye biri de yemeye, içmeye ve çiftleşmeye ve buna benzer isteklere yönlendiriyor.

    bi de benzetmesi var; bi araba var, arabayı bir taraftan çirkin ve huysuz bir at çekiyor(bu çirkin at maddi hazlara karşılık geliyor), diğer taraftan da güzel ve asil bir at çekiyor(bu da aklın yolu). adam ortada arabanın üstünde ve iradesiyle bir karar veriyor.

    başka bir örnekte de şöyle anlatıyor; "adam çok susamış ama mikroplu olduğundan şüphe ettiği sudan başka su yok. burada içinde suyu içmesini söyleyen bir şey var, bir de suyu içmemesini söyleyen bi şey var. yani arzu ve us birbiriyle çatışmaya giriyor. burada da diyor ki bir üçüncü etmen devreye girer ve arzulardan bazılarını düşürür bazılarını sağlar. üçüncü güç de istençtir." diyor yani işte bu psikanalizin temeli bence.

    edit: ruhsuzkozmonot uyardı, platon'da süperego kavramı yokmuş onun yerine idealara yönelen istenç kavramı varmış. süperegoda farklılaşıyorlar freud onu toplumsal bir mevzu olarak algılamayı tercih etmiş. hatta bugün algılayacağımız biçimiyle süperego "vicdan"dır.

    yani aslında buradaki en önemli fark vicdanın nasıl oluştuğu konusu. kimisi tanrı vedi diyor, plton idealar evrenine yakınsamak için diyor. freud bunu evrimle açıklayarak farklılaşmış, doğaüstü bir yere bağlamamış. ^:güya^
    abi
  2. bu başlığın bilim kategorisi adı altında açılmış olmasına eminim en çok freud memnun olacaktır; çünkü freud psikanalizi bilimsel bir zemine oturtmak ister ve psikanalizi tanımlarken "psikoloji bilgisine dayalı yeni bir bilimsel disiplindir" der. ancak psikanaliz test edilebilir teorik bir zemine sahip değildir. elbetteki tek bilimsel yöntem deneysel yöntem değildir ancak bilimsel bilginin amentüsünde gözlenebilir, ölçülebilir, sınanabilir, tekrarlanabilir ve iletilebilir olmak gibi 5 şart vardır. bundan sonrası bilim felsefesi içinde tartışmaya açılabilir konular, ben psikanalizle devam edeceğim.
    freud psikanalizi geliştiriken zaman içinde kendi fikirleri de gelişir ve değişir. bu sebeple kurumsal açıklamaları da zamanla farklılaşır. bu nedenle psikanalizi anlamak freud'un hayatını çok iyi bilmekten geçer.
    freud'a psikanalizi keşfettiren bir histeri vakası olan anna o.'dur. bugün psikanalizi tarif ederken kullandığımız baca temizliği-konuşma tedavisi gibi kavramlar anna o.'dan miras kalmıştır. daha da ileriye gidenler anna o. olmasaydı psikanalizin keşfinin uzun zaman alacağını hatta hiç gerçekleşmeyeceğini söylerler. haklılık payı olan bir önermedir bu; çünkü her hasta psikanalize uygun değildir. kliniğe gelen birini divana yatırmak kimi zaman 6 ayı bulur.
    klasik psikanalitik terapi katı bir çerçeveye sahiptir. bir divanda yatmakta olan hastanın serbest çağrışım yoluyla bilinçdışı düşlemlerinin bilince getirilmesine çalışılır. genelde 3 ya da 4 yılda tamamlanır.
    psikanalitik kuram ortaya çıktığında bir skandal yaratmıştı. bilinçdışının önemine yaptığı vurgu, normalle patoloji arasında kurduğu ilişki ve çocuk cinselliği gibi konular o zaman için oldukça yeni şeylerdi. sanıldığı gibi çocuk cinselliği yetişkin cinselliği ile aynı değildi. freud cinselliği zevk ve hazzın her türlüsü için kullanır. cinselliğin yaşamın başından itibaren var olduğunu söyler ve psikoseksüel gelişim evrelerini tanımlar.
    psikanalitik kuram içinde birçok ekol ve boyut bulundurur ve başlı başına bir külttür.

    kadınlar freud'a psikanalizi nasıl keşfettirdiler?
  3. okuduğum en güzel ve en aydınlatıcı psikanaliz tanımlarından birisi:

    "evet, psikanaliz ayrıntılarla, döküntülerle, dahası çöpe atılanlarla uğraşmak demektir. tıbbın elinin tersiyle itip, değersiz gördüğü insan ruhsallığının tüm yaratımlarını, düşleri, düşlemleri, sakar eylemleri, dil sürçmelerini atıldıkları çöplükten çıkarıp yeniden ruhsallığın kullanımına sunmuştur. o nedenle psikanaliz yeni imgeleri, nesneleri, eylemleri olanakların sonsuzluğunda sürekli tüketmek yerine, eskileri yeniden değerlendirmeyi amaçlayan bir yeniden dönüştürmedir.

    psikanaliz bir geri dönüşüm uğraşıdır. tüketimden değil yeniden üretimden yanadır. ve o nedenle ekolojiktir. psikanaliz, ürettiği çöp dağlarını ne yapacağını bilemeyen günümüz insanına, 'arzularınızı, isteklerinizi, düşlerinizi, düşlemlerinizi, sakar ve yarım kalmış eylemlerinizi, hatalarınızı, yanlışlarınızı, tüm yaşam sürçmelerinizi atmayın, onları saklayın ve divan denilen o yeniden dönüştürme mekanına getirin' der. ve şöyle sürdürür: 'getirin ki onların yani bizzat sizin yarattıklarınızın size ait değerler olduğunun farkına varın'."

    talat parman (donald w. winnicot - psikanaliz yazıları)
  4. psikanaliz bir psikoterapi yöntemidir. insanın bilinç dışındaki duygu ve düşünceleri hedef alır ve bunların çözümlenmesi gerektiğini ileri sürer. psikanaliz alanında bilgi edinmek isteniliyorsa okunması gereken başlıca yazarlar şunlardır;

    sigmund freud, alfred adler, carl gustav jung (bu üç abimiz muhterem üçlüdür)
    erich fromm
    karen horney
    jacques lacan
    willhem reich
    erik erikson

    her birisinin psikanalize bakış açısı farklıdır ve temel aldıkları sorun çözme biçimi ve anahtar kavramlar değişiktir.
  5. başlamak isteyenlerin öncelikle freud'un da içinde bulunduğu mahşerin üç atlısını, sonrasında ise erik erikson adlı psikologu okuması gerekiyor. psikanalizi iki ana kategoriye indirgemek pek doğru olmasa da, başlangıç için öyleymiş gibi davranabiliriz.

    iştahınızı açması için kabaca özet geçmek gerekirse, freud'un başlattığı akımda insan tamamen basit bir neden sonuç ilişkisine bağlıdır. psikanaliz de zaten özünde bunu araştırmakla mükelleftir, insanın makineye ne kadar benzediğini görmenizi sağlar. ama freudyen psikanaliz (ekşi sözlük'ten der lehrer adlı yazardan yaptığım bir alıntıdır) "aha! çocuk anal dönemde altına zıçtığı için annesinden dayak yedi; bu, kesin ilerde ipne olur." diyebilecek kadar basit neden sonuç ilişkileri kurar. insanın çok büyük oranda (hatta tamamen) bebeklik-çocukluk döneminde şekillendiğini düşünür.

    erik erikson ise insanı 50 yaşındaki haline kadar inceler. bütün segmentlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu, ikinci aşamadaki bir travmanın direkt olarak beşinci aşamayı etkileyemeyeceğini savunur. kabaca insanı 8 ayrı döneme ayırmıştır.

    1- güven ya da güvensizlik (0-1 yaş)
    2- özerklik ya da utanç ve kararsızlık (2-3 yaş)
    3- girişim ya da suçluluk (3-5 yaş)
    4- beceri ya da aşağılık duygusu (6-11 yaş)
    5- ego kimliği ya da rol karmaşası (11-20 yaş)
    6- yakın ilişkiler ya da soyutlanma (genç yetişkinlik dönemi)
    7- üretkenlik ya da kısırlık (yetişkinlik dönemi)
    8- ego bütünleşimi ya da umutsuzluk (yaşlılık dönemi)

    bazı kaynaklar son üç evreye de 18-25, 25-45 gibi biraz daha net aralıklar verir ancak ben şahsen bunu doğru bulmuyorum. neredeyse bütün insanların ilk 15 yılı birbirine çok benzer, hatta ilk 12 yılı direk aynıdır bile diyebiliriz. ama sonrasında iş çok karışıyor. her segmentte aldığınız sonuca göre (güven mi güvensizlik mi, ego mu yoksa rol karmaşası mı...) sizin bir sonraki evreye geçmeniz gecikebilir, veya daha erken olabilir.
  6. ego, süperego, id ve vicdan kavramlarını, gözünüzde canlandırmanızı istediğim bir (bkz: imge) ile açıklamaya çalışacağım.

    bir daire çizerek, yatay ve düşey çizgi ile dörde bölelim.
    daire benliğimiz yani kendiliğimizdir. yatay çizginin üst tarafı ‘bilinç’, alt tarafı ise ‘bilinçaltı’ olsun. şimdi bu dört kavramı daireye yerleştirelim.

    sol üst bölüm (bkz: ego) , sağ üst bölüm ise (bkz: vicdan) dır her ikisi de bilinçli tercihlerimize hizmet eder.
    sol alt bölüm id, sağ alt bölüm ise (bkz: süperego) ve bilinç altımızı oluşturur.

    kendiliğin oluşma süreci doğar doğmaz başlar. yeni doğanda dairenin tümü id kontrolü altındadır. davranışlarını libido (haz) yönlendirir. kendiliğin oluşması için , bebeğin tüm ihtiyaçlarını karşılayan nesneye ihtiyaç vardır. kendilik nesnesi ( bakımı yapan kişi genellikle anne) ile bebek arasında ilk aylarda beslenme, öz bakım ihtiyaçları yanında sevgi ve güven ihtiyaçları da karşılanır. yeni doğan, oral dönemin ilk bölümünde henüz kendilik nesnesinin, kendisinden ayrı bir nesne olduğunun farkında değildir. türkçesi ‘ipimle kuşağım’ misali, ‘libidomla tatminim’… ha emdiği parmağı, ha emdiği anne memesi hepsi kendisidir. oral dönemin ikinci devresinde kendilik nesnesinden bağımsız bir birey olduğunun farkına varır. ya da bağımsızlığını ilan etmek ister diyelim. artık libidosu tatmin edilirken ‘-yok! yassak kardeşim’ diyen bir kendilik nesnesi ile karşı karşıyadır. ilk yasaklarla süperego oluşmaya başlamıştır. id, -isterem! dedikçe süperego ‘-annem kızar ki’ der.

    dairenin içinde id’in hemen yanına konuşlanan süperego, bebeklikten bireyliğe geçiş sürecinde hemen her şeyden dersini alarak gelişir ve dairede yatay çizginin altında geliştikçe id’in alanını daraltır. ayıp, zararlı, yasak sözcüklerinin arasında ‘günah’ sözcüğü de geçmeye başlamıştır. ‘- yapma annem! çok günah…’
    örnek: çocuk başka bir çocuğun elindeki oyuncağı arzu nesnesi olarak görse ve saçını da çekerek alsa, diğer çocuktan da aynı davranış kendisine yapılır ve saçı çekilerek elindeki alınırsa; canının yanması ve elindekini kaybetmek üzüntüsü süper egoda kodlanır ve empatinin tohumları atılır. yaptığı davranış, narsisistik ihtiyaçlarını da karşılayan kendilik nesnesi tarafından kabul görmezse artık vicdan oluşmaya başlamıştır. yani -amaaan çocuk işte! almışsa ne olmuş; yaptığını bilmiyor…’ demek, çocuğun sağlıklı kendilik geliştirememesine yol açar.

    vicdan, dairenin içine, bilinçli olunan cizginin üst tarafına, bilinç altında ki süper ego ile bilgi alışverişi yapmak üzere yerleşir.
    bu dinamikler kendiliğimiz oluşana kadar gelişir.

    ego ise id’ten gelen dürtülerle libidosunu tatmin ederken, bilinç altında yerleşmiş süper ego bilgi sınırları dahilinde, vicdanen kabul edeceği davranış özellikleri gösterir.

    bu dört zihni kavram kendiliğimizdir.dinamikleri freud’dan günümüze kadar bir çok kuram ile açıklanmaya çalışılmıştır.( carl gustav jung, heinz kohut, james f. masterson…… vb) psikanaliz teknikleri ve psikoterapi şekilleri bu kuramlardan beslenir.
  7. bir iple kazığa bağlı her zaman aç, doyurdukça büyüyen ve büyüdükçe daha fazlasını isteyen bir köpek.
    bu köpeğin iple bağlandığı ve onun bağımsız hareketine engel olan bir kazık.
    köpeğin önceden yediği kokuşmuş etlerden sonra çektiği karın ağrısını bilen ve bu konuda köpek sahibini sürekli uyaran bir veteriner
    ve tüm bunları gören, duyan, hisseden ama kendini tanımlayamayan id.
    köpek egonuz, ip ve kazık aklınız, veteriner vicdanınız, ve siz; kendine kör olan idsiniz.
  8. superego, id, ego gibi kavramların tanımlanmasının yanı sıra id ve superegonun çatışmasının psikiyatrik hastalıklara sebep olduğunu söylemiştir freud ve bu çatışmayı düzeltmeye yarayan tedavi biçimidir psikanaliz.

    yapılan meta çalışmalar ile günümüzde etkinliği istenen ölçüde kanıtlanamamıştır psikanalizin. hem bu sebeple hem patriartik yaklaşımı sebebiyle hem de çok vakit aldığı gerçeği göz önüne alındığında (haftada beş güne varan seans içerir ve tabi ki de böyle bir tedaviyi karşılayacak bir sigorta şirketi yok) modern psikiyatri kliniğinde yerini kaybetmiştir. zaten modern formu olan psikodramatik/dinamik teknik kullanılmaktadır, teorik fikirleri dışında psikanaliz öldü demek belki de yanlış olmaz.

    modern psikiyatride temel terapi yöntemi bilişsel davranışsal terapidir (bkz: cognitive behavioral therapy) . temelde birçok etkene bağlı olarak insanların kafalarında algı şemaları geliştiğini ve bu algı şemalarında maladaptif yorumlamaların oluşmasının hastalık oluşumunda rolü olduğu düşünülür. bu maladaptif algı şemalarının yerine rasyonel şemaların koyulması terapinin ana hedefidir. psikanalizcilerle bilişsel terapiciler arasında çok hararetli kavgalar olmuştur bugüne kadar ancak bu son şema teorisi iki psikiyatrik akımı bir potada eritmeyi başarmıştır denilebilir. freud şemaların oluşumuna sadece cinsellik ve anneyle ilişkiyi katacakken bilişsel terapistler sosyal çevre, aile bağları vs. gibi faktörleri de eklerler.

    son olaral bilişsel davranışsal terapinin psikanalize göre en önemli üstünlüğü meta analizlerle etkinliğinin gösterilmiş olmasıdır. borderline kişilik bozukluğu dışında genel anlamda bilişsel davranışsal terapi terapötik anlamda psikanalizin önündedir.

    edit: imla
  9. İstanbul Psikanaliz Eğitim, Araştırma ve Geliştirme Derneği (psikeist) nin sitesinde 'psikanaliz ile kazanılanlar nedir?' sorusunun yanıtı şöyle verilmiş:

    "Psikanaliz öncelikle yaşam boyunca deneyimlenen ancak bilinçdışına itilenlerin hatırlanmasını sağlar. Bunun yanında, kısmen farkında olunan ancak bütünüyle hakim olunmayan anı, düşünce ve duygulara daha fazla hakim olunmaya başlanır. Analizan bu hatırlama ve bütünsel farkındalıklarla, iç dünyasında olup bitenler arasındaki bağlantıları ve bunların yaşamındaki olaylara, ilişkilere, tekrar eden sorunlara ve içinden çıkamadığı durumlara nasıl sebep olduğunu görmeye başlar. Bu kazanıma içgörü adı verilir. İçgörünün oluşumuyla, savunmalarla bilinçdışında tutulanların bilince kazandırılması gerçekleştirilmiştir. Bu çok önemli bir değişimdir çünkü savunmalarla bilinçdışında tutulanlar ortalıkta görünmeseler de, insanın ruhsallığını ve onun güdümündeki yaşamını etkilemeye ve hatta yönetmeye devam etmektedirler.

    İçgörünün kazanımı, sadece farkında olunmayanların ve bilinçsiz tekrarların fark edilmesiyle oluşmaz. Bu sadece bir başlangıçtır. Bu fark edişlerin analiz odasında, çok yönlü ve tekrarlayan şekillerde çalışılması (buna psikanaliz dilinde "derinlemesine çalışılma" denir), öncelikle düşünsel olarak öğrenilenlerin, duygusal öğrenmelere dönüşmesini, sürekli ve kendiliğinden hale gelmesini sağlar.

    İçgörünün kazanımıyla birlikte insan bu bilinçsiz belirleniş ve yönetiliş halinden kurtulmaya başlar ve kendi yaşamının direksiyonuna geçer. Süreç, bu özellikleriyle, bir ruhsal özgürleşme hamlesidir. Bu özgürleşme ile kişi kendi yaşamının öznesi haline gelir. Özne oluş'a giden süreçle, daha önce yaşamıyla ve kendisiyle ilgili şeylerin çoğunu dışarıda olup bitenler üzerinden tanımlayan, sorumluları ve sebepleri hep dışarıda görmeye meyleden, bir bakıma kendisini dış dünyanın nesne'si olarak kabul eden kişi, kendi öznel sebeplerini sahiplenmeyi ve bunların sonuçlarını kabul eder. Bu artık kendi sınırlarını, zayıflıklarını ve doğasını olduğu kadar dünya üzerindeki gerçekçi gücünü ve imkanlarını da kabul ediştir. Bu değişimle insan sınırsız hayallerinin, dünya ile ilişkisindeki kaçak-göçekliğinin, bahanelerinin ve kendini kandırmalarının onu mahkum ettiği mahrumiyetlerden kurtulup, kendi imkânları ve gücü ile gerçekçi doyum ve başarılara ulaşır. Artık mahrumiyetlerden kurtulmuş ve kendi seçimlerinin sonuçlarını ve sorumluluğunu üstlenerek özgürleşmiştir."

    bu süreç çizgisel değil elbette. geri dönüşleri (regresyon) ve ilerlemeleri olan fazlasıyla karmaşık bir süreç. her durumu ve süreci analitik düşünce sistematiği ile kavrayıp anlamaya çalışan insanlardansanız benim gibi illa kafanızda somutlama ihtiyacı hissedersiniz. psikanaliz aslında "genelleme dışı" diyebileceğim, gelgitleri olan ve her bireyde farklı seyreden ezber bozucu bir süreç. bütün bunlara rağmen, sırf kendi analitik düşünce pratiğimi tatmin etmek amaçlı ancak "hangi aşamadayım?", "ne kadar ilerleme kaydettim?" gibi sorulara somut bir yanıt vermesi beklenmeyecek son derece basit bir akış diyagramı (fazla mühendisçe farkındayım) yaptım sürece dair:

    hatırlama --> farkındalık --> içgörünün kazanımı --> özne olma ve ruhsal özgürleşme