ulus sedat baker

Kimdir?

(d. 14 temmuz 1960, leningrad, sscb - ö. 12 temmuz 2007, istanbul), kıbrıslı türk sosyolog, yazar, çevirmen ve öğretim üyesi.

kitapları
dolaylı eylem, derleyen: ege berensel
beyin ekran, derleyen: ege berensel
kanaatlerden imajlara, duygular sosyolojisine doğru
yüzeybilim fragmanlar derleyen: ege berensel
aşındırma denemeleri
kant üzerine dört ders, (çeviri)
spinoza üzerine on bir ders, (çeviri)
leibniz üzerine beş ders, (çeviri)
siyasal alanın oluşumu üzerine bir deneme


  1. Ulus Sedat Baker,
    (d:14 Temmuz 1960, Leningrad, SSCB - ö:12 Temmuz 2007, İstanbul), Kıbrıslı Türk sosyolog, yazar, filozof, çevirmen ve öğretim üyesi.
    Kıbrıs Türk'ü bir ailenin çocuğu. Babası Sedat Baker bir psikiyatr, annesi Pembe (Yusuf) Marmara (1925-1984) ise bir şair. ODTÜ Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi. Gilles Deleuze ve (bkz: baruch spinoza) çevirileri yaptı, makaleler yazdı. ODTÜ, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Özgür Üniversite'de sinema tarihi, sosyoloji dersleri verdi. Politik teori, medya, sinema teorisi konularında çalıştı. Dziga Vertov üzerine sinema eleştirileri yaptı. Birikim, Toplum ve Bilim, Virgül, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi'nde yazılar yazdı. 12 Temmuz 2007 tarihinde böbrek ve kalp yetmezliğinden ölmüştür.
    Sovyetler Birliği'nde aldığı müzik eğitiminden dolayı müziğin her türünün bütün teknik bilgisine, yetkin kavrayışından ötürü de dünya müziğinin bütün arka planına, sosyolojik oluşumuna, felsefesine ilişkin olağanüstü bir birikime ve anlatım gücüne sahiptir. Özellikle de Çingene Müziği konusunda yetkindir. O, klasik müzik ve bütün dönemlerin müziğiyle Roman müziği arasındaki bağı, Türkiye'de en iyi kuran değil, tınıları, sözleri ve bütün kanıtlarıyla kuran kişi olma özelliğini taşır.
    Baker adına; Körotonomedya topluluğu tarafından; 2008 yılında 11 - 14 Temmuz tarihleri arasında, Ankara'da "Ulus Baker buluşması" adlı bir konferans düzenlenmiştir.
    Yazılarını http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?ulus_baker adresinden okumak mümkündür.
    Kitapları:
    • Beyin Ekran, Derleyen: Ege Berensel, Birikim Yayınları
    • Kanaatlerden İmajlara, Duygular Sosyolojisine Doğru, Çeviren: Harun Kemal Abuşoğlu, Birikim Yayınları
    • Yüzeybilim Fragmanlar, Derleyen: Ege Berensel, Birikim Yayınları
    • Aşındırma Denemeleri, Birikim Yayınları
    • Kant Üzerine Dört Ders, (Çeviri) Kabalcı Yayınevi
    • Spinoza Üzerine On Bir Ders, (Çeviri) Kabalcı Yayınevi
    • Leibniz Üzerine Beş Ders, (Çeviri) Kabalcı Yayınevi
    • Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme-Paragraf yayınları

    Spinozacı ve belki de türkiyenin tek filozofu.

    9 dil bildiği söylenir.

    "ölüm konusundaki en ilginç felsefi tutumu spinoza’da buluyoruz; canlı bireyin özünün değil varoluşunun sonlanışı olarak ölüm onun için bir hiçtir ve onun bilincine hiç bir kavram sunamaz. başka bir deyişle bir hiçlik olan ölümü düşünmek bir hiçten ibarettir."
    (Spinoza ve aşkın diyalektiği makalesi)

    ''insan, yeryüzünün hastalığıdır.''

    Erken yitip gidenlerden.
  2. Ankara’nın barlarında etrafında öğrencileri felsefe konuşurlarken rastlardık. Ne zaman görsem masalarına yakın durup sohbetlerini kaçırmamaya çalışırdım. Kendiyle özdeşleşmiş kazağı vardı.

    http://www.tayfa.com.tr/ cafe tayfa’da her yıl yapılan anma çağrısının birinde çok hoşuma giden:
    ’’ ulus baker' in hisleriyiz!’’ deniyordu.

    Onu kendi söylediği şekilde anıyoruz:

    "hüzün geriye kalandır. biraz blues dinleyin benim için…"

    Ve tabi www.youtube.com/watch?v=VDyqztJlXlI dinleyerek
  3. "foucault hiçbir zaman yazmayı bir amaç olarak görmedi. onu büyük bir yazar yapanın tam da bu olduğunu söyleyenler haklıdırlar. onlar, foucault'nun yirmibeş yılı aşkın bir zamana yayılan eserinin güzergahlarında şen bir bilimin yolaçtığı kahkahaları bastırmasız, özgürce ve sakınmaksızın savuranlar olabildiler: foucault'nun öncesinde spinoza ile nietzsche'yi, sonrasında ise deleuze'ü ve yeni bir düşünür kuşağını, bu kahkaha içinde yakalıyoruz. foucault önümüze ilahi bir cezalar komedyasını çıplak bir yemek gibi sürdüğünde bu kahkahaları tutabilecek olan ancak bir iktidarın müdahalesi, ölümcül susturma araçlarının devreye sokulması olabilirdi. ama yine, bu aygıtların inanılmaz komikliği karşısında kahkahalarını tutabilene aşkolsun: ondokuzuncu yüzyılın şu harika icatlarına bakın hele ~ çocuklar için mastürbasyonu engelleyici aygıtların garip şekillerine, sanatkarane inceliklerinin pek gizleyemediği iki yüzlü zarafetlerine şahit olun. yetişkinleri kapatacak hapishanelerin dahiyane mimarilerine bakın. kentimizin manzarasını bir zamanlar şenlendirmiş bu yapıların içinde gezerken, etraflarında dolaşırken, arşivlerini didiklerken her an karşınıza kahkahalarınızı tutamayacağınız görüntüler çıkabilir. ve yine, ancak ceza, susturma ve ölüm hakkından gelir bu kahkahanın.
    cellatlar ise çok ender gülerler. daha doğrusu, onlarınki aynı gülüş değildir. ondokuzuncu yüzyıl sosyalisti valles, dehşetin içinde bile baki kalacak bitimsiz bir neşeyi, devrimcilere özgü bir neşeyi katillerin, cellatların korkunç neşesine karşı sürmüyor muydu? nefretin ve dehşetin yeterince şiddetlenmesi gerekiyordu, bu gülüşü hayatı hedefleyen, ona karşı olan düzeneklere karşı çevirebilmek, korkudan ve güçsüzlükten hayatı yıkmak, hapsetmek isteyen güçlere karşı dirence geçebilmek için. bu, nefret edişten duyulan şu gizli, ikiyüzlü haz ve keyiften ne kadar da uzak!
    foucault büyük bir sevgiyle eserinin içine serpiştiriyordu şu dehşet verici, mide bulandırıcı tasvirleri: damiens'e çektirilen büyük eziyet ve eziyetin karşılaştığı zorunlu, kaçınılmaz başarısızlıklar... vebayla çarpılmış, ıssızlaşan kent ve karantina... başka bir kenti kateden zincirli forsalar halkla söz alışverişindeyken... ardından yepyeni bir ayrım, kapatma makinası: hapishane, cezaevi, hücre arabası... "cezalandırma sanatında yepyeni bir duyarlılık..." hapishanenin tarihi bir sanat eserinin duyarlığıyla keskin çözümlemenin kılı kırk yarıcı, zor takip edilebilir "etkilerini" aydınlatıyor... sorun, bir resim ve optik sorunu olarak beliriyor: eski, geleneksel cezaların kırmızı kırmızı üstünesi, yeni hapishanenin gri üstüne grisi... çözümleme ve resim kolkola gitmektedir. iktidarın mikroskopik fiziği ve insan bedeninin siyasal bir kuşatılması... sanki milimetrik bir haritanın üzerine yerleştirilen renkli tablolar..."

    (bkz: yüzeybilim fragmanlar - ulus baker)
  4. bugün kimse 1939'un uluslararası düzeninin yeniden gelmesini artık istemiyor. çünkü aslında bu tarihte bir sistemin yıkıntılarından başka bir şey yoktu ortada... artık ileriye bakmak zorundayız...

    6 ocak 1941'de roosevelt: “freedom of speech". “freedom for adorning god". “freedom for want”. "freedom from fear”...

    luckhardt kardeşler: “kent kaybolmak zorunda olan bir taş çölüdür. ama kentlerin yokoluşu birikimi ortadan kaldıracak mı?"

    nietzsche: “bu adamlar derinliklerin adamları: yer altı çalışanları, kazarlar, ararlar, hep daha derine girerler... isteyerek havadan yoksun bırakırlar kendilerini, geceyi sevmeye başlarlar...” "doğa kaybolur ve onunla birlikte nesnel insanın, sonuçta yabancı bir dünyanın yansısı, yankısı olan nesnel insanın kalıntıları da yok olur..."

    berliner zeitung 1942: “insanların görünmez olma rüyası, dünyanın yaşı kadar eski olan bu rüya kuşkusuz henüz gerçekleşme durumunda değil; ama bakıştan kaçıp kurtulma alanında büyük ilerlemeler katedilmiş durumda: o kadar çok uygulanıyor ki, örneğin basit bir saklambaç oyununu fersah fersah aşıyor... yapraklı kaskını başına geçiren ya da rengi çevreye uyan bir örtüyü üzerine alan asker çok yüksek anlamı olan bır iş yapan mim yaparken doğanın en esrarlı alanından birine nüfuz eder..."

    siyasal alanın “açık" bir alan olması gerektiği düşüncesi belki de bizi antik yunanlılara yaklaştırmaktadır halâ. kapalı kapılar ardında dönen dolaplar, yine de, siyaset alanının ve kamuoyunun merakını ve çoğu zaman coşkusunu çeker, basının vazgeçemediği siyasal hammaddeyi sunarlar: skandallar siyasetin neredeyse tuzu biberi, ortaya çıkarılmaları rejimin iyi işlediğinin ve meşrutiyetinin güvencesi ve işaretidir. o kadar ki, paparazzilerin magazin sayfalarıyla “ağır siyaset”ın sayfaları çoğu zaman birbirlerine karışır, ortak bir söylemi devreye sokarlar.

    açıklık modern çağın en büyük mitosudur ve “demokrasi"nin tanımına dıştan katılımış olmasına rağmen çoğu zaman kavramın tümünü tüketebilecek bir istem gücünü taşır içinde bir uyaran olarak. kamu alanıyla özel alanlar arasındaki ayrım oldukça eskidir; ancak antik yunan’da pek de kavramsallaştırılmış olduğu söylenemez. olsa olsa karl meier'in gösterdiği gibi yunanlıların belki de tarihte ilk kez, “polis' dediğimiz toplumun bağrında olup bitenlerin, siyasal yaşama ilişkin olarak tanımlanacak bir “neden-sonuç" ilişkisine sahip olduklarını sezmiş oldukları söylenebilir (meier. 1954: 51-2). solon “zamanının kentinde bazı olayların toplumsal bakımdan içkin bir neden sonuç bağlamında cereyan ettiklerini keşfetmişti": “bulutlardan kar ve fırtınanın gücü gelir; gök gürültüsü de parlak şimşekten doğar; bir polis de büyük adamlarınca yıkıma uğratılır; halk da yarım akıllılığı yüzünden tiranlığın hizmetkârı durumuna düşer."

    (bkz: dolaylı eylem - ulus baker)
  5. türkiye'nin kıta avrupa felsefesi konusundaki en yetkin kişisiydi. deha kişilik. ada felsefesinde dünya çapındaki bir diğer filozofumuz için (bkz: arda denkel)
  6. olmayacak yerden sınırları zorlayarak akla hayale gelmez yerlere düşünce kapıları açan olağanüstü bir zeka. sinema hakkında yazdıklarından çok şey öğrendim.
  7. soyadını her gördüğümde gayri ihtiyari "beykır" olarak okuduğum merhum öğretici, öğrenici. "baker" olarak okuduğumda ise telaffuz hatası yapıyormuşum gibi dangalakça bir hisse kapılmam da ayrı bir araştırma konusu.

    neyse, hazır bahsi geçmişken biraz blues dinleyeyim onun için.