-
başlık başa
çaresizliği aşmanın en kolay yolu bir profesyonel den yardım almaktır. bu profesyonel bazen bir psikolog bazen bir mahalle bakkalıdır.
sorunlarım karşısında çaresiz hissettiğim de gökyüzüne bakarım. bir süre sonra o bana evrenin çok büyük, benim ve sorunlarımın ise ne kadar küçük olduğunu hatırlatır.
savaşın ilk yıllarında suriyede gördüm ben çaresizliği kendi gözlerimle, bir baba üç çocuğunun soğuk bedenini enkazdan çıkardı az önce.
afrikada 3.yaşını göremeyecek çocuğuna mama bulamayan, su bulamayan annenin gözlerinde gördüm ben çaresizliği.
çaresizlik şımarıklık olmuş bizde, pelinsu beni değilde mehmeti seviyor diye. -
ya enerjinizi sömüren bir işte çalışır tüm yaşam enerjinizi tüketirsiniz yada işsiz kalır enerjinizi kanalize edecek bir şeyler bulamazsınız. yönlendiremediğiniz bu enerji yine bir yerlerden patlar.büyük bir çaresizliğidir insanın yaşama enerjisinin yönetimine sahip olamaması. -
yaşarken öldüren, doğduğun güne lanet ettiren şeydir.
hayatımdaki ufak çaplı çaresizlikleri saymazsam, en lanet ettiğim iki durum yaşamış ve benim elimi kolumu bağlamıştır. ikisi de hastane günleri ve ikisi de ölüm. önce babam da gördüm bu çaresizliği. iki buçuk sene kanser denen allah'ın belası hastalığa direnmiş, sonra da yaşama siktiri çekip göçmüştü. oldum olası sevmem hastaneleri ama bu sefer ki çok başkaydı. o yatakta yatan baban ve sen doktorların gözünün içine bakıyorsun, bir şey yapsınlar da ayağa kalksın diye. kolların da serumlar, ilaçlar. hiç düşünmüyorsun ayrılığı ama baban gidiyor gözünün önünde. seyrediyorsun sen de. mal gibi. elini kolunu bağlamışlar gibi. belki diyorsun, her şey daha iyi olacak. kalkacak. ama olmuyor. gözünün önündeki adam eriyip bitiyor. sonra da biri, ölüm haberini veriyor. "başın sağ olsun." bu yani. öylece kalakalıyorsun. hastane koridorlarında ve odalarında beklediğin, umut ettiğin, istediğin her şey yitip gidiyor birkaç kelime ile. geriye kalan, babanın giydiği üstü başı ve cenazee işlemleri. bu kadar.
ikinci yaşadığım durum ise, babamın ölümünden iki-iki buçuk sene sonra dedemi hastaneye yatırışımız ve o'nun da ölümünü çaresiz gözlerle izlemek oldu. o da kanser hastasıydı ama diğer organları iflas etmek üzereydi. hastaneye refakatçi olarak gittiğinde sabah kalbinin durduğu ve doktorların yoğun çabası ile hayata döndürdüklerini öğreniyorsun. öyle ki, sen gittiğin de bile doktorlar uğraşıyor düzelmesi için. gergin bekleyişlerin ardından doktor geliyor. "yaşıyor" diyor ama tabi ki makinelere bağlı olarak. tek bir fişe bakıyor yani. çektiğin de, bitiyor her şey. tüm hayat. makinelere bağlı olarak "yaşıyor" bir hafta. ilk makineye bağlandıktan bir-iki gün sonra toparlıyor gibi oluyor. seviniyorsun. "işte bu lan!" diyorsun. seksen yedi yaşında azrail'e selam çaktı diyorsun. hemşireler de "bu yaşta gayet iyi toparlıyor" dedikten sonra iyice keyifleniyorsun. belki konuşamıyor ağzındaki nefes alma borusu yüzünden ama seni duyuyor, görüyor. ve dahi elleriyle derdini anlatmaya çalışıyor. ne var ki bu da kısa sürüyor. üç günden sonra daha iyi gelişmeler yaşanmıyor. vücut kendi başına nefes alamıyor. aradan geçen birkaç gün sonra ilerleme şöyle dursun, geri gidiyor göstergeler. değerler. ardından gelen kalp durmaları. doktorların çabası ve geri gelişi. bakıyorsun yine doktorun suratına. kalp masajı yaptırdıktan sonra, "geri geldi" diyor. sen sormadan. çünkü o da anlıyor gözlerinle sorduğun soruyu. konuşmasan da. ve en sonunda gecenin birinde tamamen duruyor kalp. gözlerimizin önünde can çekişen ikinci isim oluyor.
iki olay ve iki ölüm. sen ise çaresizce, izliyorsun olup biteni. elinden bir şey gelmiyor çünkü. en kötüsü de bu zaten. elinden bir şey gelmediği için seyirci kalıyorsun. "ulan, bir şey yapın be!" diyorsun içinden. haykırıyorsun. çığlık atıp dünyayı yıkmak istiyorsun ama sonuç nafile. çaresizce bir sandalyeye çöküp bekliyorsun. birileri bir şey yapar da, durumu değiştirir diye. üzgün ve umutlu. ama çaresizce.
işte böyle boktan bir şey çaresizlik. varsın, biliyorsun, anlıyorsun, istiyorsun ama bir şey yapamıyorsun. sadece, izliyorsun... -
https://twitter.com/Abdocan_Comert/status/738837217829879808 -
çaresizliğin en amansız olduğu yerdeyim şimdi
ilk defa sevmenin tarif edilmez korkuları içindeyim
uykusuz gecelerin yorgun sabahlarında seni düşünüyor
ve korkularla yine sana doğru koşuyorum
hep aynı soru düşüncemde “ya severse”
o zaman neler olabileceğini düşünmek korkutuyor beni
ilk defa yenileceğimi anlıyorum
karşımda kendinden emin gözlerin, dudakların, ellerin bunu söylüyorbana
seni tanımadan geçen bütün yıllara lanet ediyorum
önceleri hiç bilmediğim adını, şimdi binlerce defa tekrarlıyor dudaklarım
gün oluyor bir tabloyu seyredercesine mutlu heyecanlarla doluyorum karşında
gün oluyor eski bir yunan heykelin ölümsüz güzelliğiyle büyülüyorsun beni
gözlerin gözlerime takılınca güçsüzlüğüm aklıma geliyor
beni sevmediğin sevmeyeceğin
o zamanlar öylesine yıkılıyorum ki bilemezsin
insan nasıl gökyüzüne baktığı zaman
bu sonsuz evren içinde küçük ve çaresiz bir yaratık olduğunu anlarsa
güzelliğinde bana aynı şeyleri düşündürüyor
gün oluyor mavilerde, gün oluyor kırmızılarda, gün oluyor karalarda yaşıyorum seninle
dudaklarında çıkan her kelime suya bir taş atmışçasına büyüyor içimde
nereye gitsen kulaklarımda o yarı karanlık çocuksu sesin
sonra kendine has kokun, kokuların en çıldırtıcısı, en tahrik edicisive gözlerin…
esmer bir akşamüstünün serin hüznünü getiren gözlerin
görebildiğim, duyabildiğim her şey bana seni sevmeyi söylüyor
uzaklaştıkça yaklaşıyor uzak
işin en kötüsü yaklaştıkça da uzaklaşmaktan korkuyorum
belki hiçbir zaman sana seni sevdiğimi söyleyemeyeceğim
ne sana nede senden başkasına…
düşün ki çoğu zaman kendime bile söyleyemiyorum
sanki söylediğim anda her şey bitecek ve bu emsalsiz büyü bozuluverecekmiş gibi geliyor
bir insanın kendini aldatması ne güçtür bilirsin
bu sevmek korkusunun aslında çok sevmek olduğunu biliyor fakat anlatamıyorum
galiba asıl korku sevmek değil onun arkasına gizlediğimiz sevilmemek korkusu
küçük aldanmalarla kendimizi avutmaya çalışıyor
düştüğümüz bir çıkmazda bir teselli arıyoruz kendimize
belki de aynı korkular içindeyiz seninle, bir birimizden haberimiz yok
sevmek…
seni alabildiğine sevmek…
hiçbir şeyi umursamadan, bütün karanlıkları hiçe sayarak sevmek
tutmak ellerinden, o derinlere inmek, gitmek oralara, o yerlere
orda hep sen olmalı, seni yaşamak ve olduğun yerde bile
seninle sensiz olamamak…
sonrada sensiz edemediğimi, edemeyeceğimi söyleyememek sana
susmak…
susmak…
korkudan ölünceye kadar…
(çaresizlik - ümit yaşar oğuzcan) -
ülke geleceği özelinde, gezi parkı olayları sonrasından itibaren giderek çoğalan şekilde hissettiğim şey.
bazen umursamaz oluyorum bu konuda ama ben bu ülkeyi seviyorum. bu ülke tarihinin böylesini hak ettiğini düşünmüyorum. o yüzden üzülüyorum.
bazen müstahak diyorum.
kısacası elimden çok sınırlı şeyler geliyor ve çaresiz hissediyorum. -
gözlerim kararıyor, yüzüm kan kızarıyor. yine gözlerim yaşarıyor apansız. 'tamam' diyorum, "bu defa her şey yoluna giriyor galiba." derken ağır bir tokat daha. "mutluluk ne haddine deyyus!"
bi çaresi bulunur elbet. bi uyuyup, uyanalım! umutlarımız elbet yeşertecek hayallerimizi. sahibi olduğu ilk bisiklete sevinen çocuk mutluluğunu yakalayamasak da, bir adım gerisinde olacağız o çocuğun.