1. geçen gün arkadaşlarımla bir mekana girdik hadi bugün eğlenelim dedik eğlenemedik. belki alkol dozu artarsa eğleniriz dedik eğlenemedik. 6 kişi birbirimize sıkıldığımızı hiçte belli etmedik. en sonunda ben dayanamadım hadi gidelim dedim hepimiz koştura koştura çıktık.

    tam o sırada o lanet görüntüyü gördük. elemanın biri kız arkadaşı olduğunu düşündüğümüz kızı tuttu yandaki dükkanın kepenklerine çarptı. bizim nevrimiz döndü. biz müdahele etmeden bir tane adam ayırmak istedi ancak şerefsiz herif sert çıkınca o adam geri adım attı. o esnada biz dayanamadık. 2 arkadaş çocuğu sert bir şekilde geri ittik. çocuk arkadaşıma o an kafa attı ve bizde tam olarak kendimizi kaybettik. kız kendini şerefsize siper etti. ama gözlerimiz görmüyor sinirden. insanlarında araya girmesiyle bir türlü saldıramadık. içimizdeki öfkeyi çocuğa bağırarak çağırarak çıkarmaya çalıştık. gecenin 3ünde kadıköyü inlettik. ben ise sevgilisine şuursuzca bağırıyordum. senin şiddeti kabullenmeni kabullenmiyorum, kabullenmiyorum!!

    çocuk en sonunda bizden ve sevgilisinden özür diledi. hatalıyım bir daha yapmayacağım dedi.belki anlık dedi belki değişmeyecek ama o çocuğu onu söylemeye mecbur bıraktık.

    evet türkiye kadına zerre değer vermeyen bir toplum. kadın şiddeti kabullenmeye mecbur bıraklıyor. yasalar, toplumsal normlar yalnız bırakıyor kadınlarımızı. ben hepsini reddediyorum,kadının şiddeti kabullenmesini kabul etmiyorum. bu aşamada biz erkeklere daha çok iş düşüyor. kadını yüceltmekte bu kadına şiddetin önüne geçmekte ataerkil bir toplumda erkeklere çok daha fazla görev düşüyor. ister bireysel, ister toplumsal hepimiz buna dur diyebiliriz.
  2. bu şiddeti kabullenme olarak nitelendirilmeli mi emin değilim. olsa olsa daha fazla şiddet görmektan çekinerek paralize olma, çaresizlik durumu olabilir. devlet kadına/erkeğe/çocuğa şiddet uygulayarak şiddet mekanizmasının birinci sorumlusu olarak aile içi şiddeti önlemek için nerdeyse hiç bir şey yapmıyor. çünkü bu kadar şiddet uygulayıp yine de toplum nezdinde meşruluğunu kaybetmemesi için bireysel şiddete göz yummasından başka çaresi yok aslında.

    o halde ne yapacağız? sokakta ya da evde şiddete uğrayan her kadının başına gönüllü nöbetçiler mi dikeceğiz? şiddete sessiz kalmamak zorundayız elbette buraya kadar hiç bir sorun yok. benzer bir sürü örnek ben de yaşadım. o anda müdahale ettik. sonra evli evine köylü köyüne. o kadının sığınabileceği bir yer mi var? devlet, kamu, belediyeler sığınmaevleri mi açıyor? olanları kapatıyor aksine. bu kadının işi var mı? hayatını kendi başına devam ettirebilecek mi? o gün kaçsa kurtulsa sonra hayatını kurtarabilecek mi? kadının o gece orada gösteremediği tepkinin ardında neler var bunları da düşünmek gerekmez mi? benim çok ama çok canım sıkılıyor, çok çaresiz hissediyorum bu durumlarda...
  3. kocasından öldüresiye dayak yiyen kadını polis çağırarak sözüm ona kurtarmıştık.
    ne oldu biliyor musunuz?
    tekrar barıştılar, sonra da taşındılar.
    o da bana ders oldu; ister fiziksel ister psikolojik şiddet görüyor olsun olaya bir kere karışma hakkı veriyorum kendime; o kadın kendine yapılanı göremeyecek kadar körse gerisi beni bağlamıyor, artık.
  4. "aşık" olan kadınların kabullendiği bilinmektedir. zira bilindiği gibi aşık olmak bir nevi beyinsel aktiviteleri bir kenara koyup duygusal yönelimlere göre hareket etmektir. şiddet görmek kötüdür ama bu kötülük duygusal değildir. şiddet görmeye rağmen "sevmek" daha iyidir. kadınlar bu ruh halinden kendilerini kurtarmalıdırlar.
  5. kadınların sevgisinden ve türk hukuk sisteminin umursamazlığından ileri gelir.

    gençken ben de sevgilisine saldıran bir erkek görmüştüm, ama normalden farklı olarak bu kez kız "imdat! yardım edin!" şeklinde feryat ediyordu. cüsseme de güvenerek gidip çocuğu kızın üstünden aldım, elimi kaldırdım, kız tuttu elimi. dediği şey şu;
    -sen bizim aramıza niye giriyorsun? sevgilime nasıl saldırırsın?
    çocuğa dedim ki kardeşim kusura bakma, allah sana sabır ihsan eylesin.
    o gün bu gündür sokakta sayısız kere aynı türden olaylara şahit olduğum halde bir kere bile yardım etmedim. işin garibi çevredeki insanlar da etmedi. ve bu konu her konuşulduğunda ortaya atılan laf şu oldu "yardım edersin suçlu çıkarsın, kadından azar yersin bir de karakolda azar yersin." bu konuda herkesin hemfikir olması çok acı bir şey.

    kadın şiddeti kabullenmemeli. yatak oyunlarından yada maçoluktan, ufak darbelerden keyif alır ya da mazoşisttir orasına kimse bir şey diyemez.

    ancak mevcut durumda kadın sevgisinden ve hoşgörüsünden affediyor ya da karşı bile çıkmıyor. bunu yapmayın. erkekler azıttıkça azıtıyor, eğer şiddet eğiliminiz karşılıklı değilse yahut dayaktan zevk almıyorsanız bir adamı sırf seviyorsunuz diye onun hayvanlıklarına katlanmak zorunda değilsiniz. siz nasıl bulunmaz hint kumaşı değilseniz adam da değil. siktir edin gitsin.

    bir de kadınların, şiddetten keyif almadığı ya da kabullenmediği halde bile elinden bir şey gelmemesi var. bunu destekleyen birinci kurum türk hukuk sistemi ve emniyet gücüdür. kadın şiddet gördüğü halde şikayetçi olsa bile değişen hiçbir şey olmuyor. kasten yaralama suçunun eşe karşı işlenmesi ufak bir suç değil ancak polisler şikayet için gelen kadını azarlıyor, kocasının veya sevgilisinin yanına yolluyor. mahkemeye çıkıyor bu sefer hakimi savcısı dalga geçiyor.

    kadınlar "kocamdır, ne yapsa yeridir." "boşanıp da ortada mı kalayım" "çocuklar perişan olmasın" tarzında düşüncelerden uzaklaşmalı ve haklarını aramalı. evet hepsi aynı değil ama yarısından fazlası kabullendiği zaman toplumda sanki şiddeti kabullenen kadın daha kadınmış, daha partnerine düşkünmüş havası oluyor. tüm kadınlar istenmeyen şiddete %100 karşı çıkmadıkça çare bulunamayacak.

    not: yine günah keçisi çizgimden kaymayayım. gene burada lafımı esirgemeyeyim, yine 3-5 feminik çıkar "erkek egemen toplum yapısı yüzünden kadına şiddet olaylarında adalet sağlanamıyor" der. diyecektir. merak etmeyin gençler siz "kocam beni tokatladı, hemen tutuklansın şerefsiz" diye düşünüyorsunuz ama adamın götünü kesiyorlar ekmek bıçağıyla, bıçaklayan tutuklanmıyor. size daha çok var.
  6. başbakanlık aile araştırma kurumu'nun araştırma sonuçlarına göre de aile içi şiddete maruz kalanların % 80'i "yapacak fazla bir şey olmadığına" inanmaktadır. çaresizliğin kabulü anlamına gelen bu durum ülkemizde aile içi şiddete maruz kalanların henüz yeterli ekonomik ve sosyal destekten ne derece yoksun olduğunu göstermenin yanı sıra şiddetin yol açtığı psikolojik etkileri de ortaya koyuyor.

    şiddet gören kadın,

    korkar: korku, şiddet mağduru kadının en baskın duygusudur. korku uyku düzenini etkiler; uykusuzluk ve kabuslara yol açar. bu safhada kadın yardım almayı ister ama erkeğin müdahale eden kişilere de zarar vereceğinden korktuğu için şiddeti gizleme eğilimine girer.
    benlik saygısını yitirir: sürekli şiddete uğramanın en belirgin sonucu kendine saygının düşmesidir. kadın kendisine takılan "çirkin, aptal, beceriksiz, kötü anne, pasaklı …" gibi sıfatları benimsemeye başlar. yaşamı üzerinde kontrolü kaybetme duygusu yaşar ve karar vermekte zorlanır.
    baskıyı içselleştirir: bir kişinin kendisinin daha önemsiz olduğuna ve kötü davranılmayı hak ettiğine inanması, karşısındaki kişinin şiddet uygulamaya devam etmesini kolaylaştırır. bu durumda kadın kendisinde bir hata olduğunu kabullenir.
    kendini suçlar: şiddet gören kadın sıklıkla kendini suçlar ve erkeği şiddet uygulaması için tahrik ettiğine inanır. şiddet uygulayan erkeklerin neredeyse tamamının iddiası da budur. "neden ille dayak aranıyorsun?" "dediğimi yapsaydın dayağı da yemezdin?" kadın elinden geldiğince erkeğin istediği gibi davranmaya gayret eder. oysa şiddetin kadının davranışları ya da kişiliği ile bir ilgisi yoktur.
    karmaşık duygular hisseder: saldırgan eş her zaman saldırmaz. uzun aralıklarla sevecen ve ilgili bir koca olabilir. bu durum kadında karmaşık duygulara yol açar. şiddet yüzünden evliliğini bitirmek istemez. öte yanda gelecek kaygısı da duyar.
    yalnızlık çeker : şiddet gören kadın, çocuklarının ve yakınlarının güvenliği için sessiz kalmayı tercih edebilir. içinde bulunduğu durumdan utanır ve başkalarından yardım isteyemez. ayrıca kocası arkadaşları ve ailesi ile görüşmelerini de kontrol ettiği için toplumsal desteği azalır. içine düştüğü yalıtılmışlık duygusu durumunu gerçekçi bir gözle değerlendirmesini engeller. böylece erkeğe olan bağımlılığı artar.
    eşinden umudunu kesmez: şiddet mağduru kadın içinden sürekli erkeğinin bir gün değişeceği ve hayal ettiği gibi biri olacağı umudunu taşır.
    duygulanım bozukluğu yaşar: şiddet mağduru kadında duyguların ani değişimine,- ağlarken gülme, gülerken öfke patlamasına -sıklıkla rastlanır.
    kızgındır: şiddet gören kadın kızgınlığını genellikle şiddet kaynağına değil başkalarına -örneğin çocuklarına yöneltir. şiddetin gerçekleştiği anlardan yıllar sonra bile kadının içindeki kızgınlık canlılığını koruyabilir ve hafif bir kışkırtmayla öfkesini başkalarından çıkarır. kadının intikam alma isteği öylesine güçlü bir hal alabilir ki tüm yaşamını bir bulut gibi kaplayabilir.

    sözü edilen etkilere şiddete maruz kalan erkeklerde ve çocuklarda da rastlanabilir.
  7. "gerçeklerle" yüzleşemediğimiz sürece böyle ağır mevzuları konuşmayalım derim. gerçek dediğimiz şey bu kadar görünür olsaydı bunca kavga, savaş, ölüm, şiddet neden var? kendimizi bile tanımıyoruz, neyi neden yaptığımızı ifade etme güçlüğü çekiyoruz. tekil olaylar ve subjektif gözlemler üzerinden hem de hiç tanımadığımız ve koşullarını bilmediğimiz insanların hayatları üzerine ahkam kesmemiz pek hoş olmuyor doğrusu.
  8. ben şanslı insanlardandım aile içinde ses dahi yükseltilmeyen bir ortamda büyüdüm. ailemle yaşadığım 18 sene şiddet kelimesi bir yana dursun, bağırma, tartışma, münakaşa olmadan büyüdüm. bu tabii ki yaşamınıza da sirayet ediyor. sadece kadına değil, hiç bir canlıya karşı şiddet eğiliminiz olmuyor. sorunları konuşarak çözmeyi biliyorsunuz.

    ama yalnız yaşayıp, farklı insanlarla tanışıp, farklı insanlarla yakınlaştıkça gerçeklerden uzak yaşadığımı anladım. bakın bahsettiğim insanlar benden çok farklı sosyo kültürel bir ortamdan gelen insanlar değil. bilkent üniversitesinde, aileleri de kendileri de eğitimli, maddi gücü yüksek, yani kendi özgürlüklerine sahip insanlardan bahsediyorum.

    önce etrafımdaki kızlardan duydum, "erkek gerektiğinde kadını susturacak, tokadı eksik etmeyecek" önce dalga geçiyorlar sandım baktım ciddiler. sonra buna şahit oldum. benim kanım dondu. üçte biri ebatında bir kızın bacaklarını mosmor edinceye kadar vuran bir "sevgili". bu o kadar aşağılık bir olaydı ki gözümde gerçek olamayacak kadar saçmaydı. aklımda ilk gelen arkadaşıma derhal rapor alarak karakola gitmekti.

    peki ne oldu? kız bunu reddetti. çünkü hak ettiğini söylemişti. başka bir erkekle yakınlaşmış mı ne yapmış. ulan istersen git 50 tane adamla birlikte ol bu seni kötü bir insan yapar gene o danaya sana vurma hakkı vermez. işin en saçması bu olayın affedilmesi ve ilişkinin devam etmesi de değil, bu darbın "çekici" kabul edilmesiydi. "ne kadar da çok seviyor demek ki" dendi.

    o arkadaşlardan koptum ondan sonra da gelişen benzer olaylardan sonra. kendi kız arkadaşımla yaşadığım sorunlarla olayı anladım.

    ben, "sen benim akşam arkadaşlarımla dışarı çıkmama neden hemen izin verdin" temalı bir kavgada taraf oldum. çok saçma değil mi benim mi kafam basmıyor. neden bana hep izin veriyorsun, neden bana bağırıp çağırmıyorsun demek ki sevmiyorsuna geliyor iş. hani bunu da psikolojik şiddete ihtiyaca bağlarım da konu uzamasın üstteki ile ilişkilendirelim.

    şimdi burada olayı anlatabildim mi? 1000 sene önce falan geçerli olan "bağıran, çağıran, güç gösterisi yapan" erkek hala bir şekilde çekici. kendisine zarar da verse bunu huzur verici bulan kadınlar mevcut.

    bu kadınlar az olduğuna inanmak istiyorum benim bahtsızlığımdan çevrem bunlarla dolmuş olabilir bir dönem. ancak kadınlara en büyük kötülüğü de bunlar yapıyor. erkekler olarak zaten dizginlenmesi gereken bir ırkız. dizginleyecek olanlar da koyverince olmuyor.
  9. popüler kültürle de biraz ilişkili sanıyorum. şiddet üçüncü sayfa haberinden öteye geçmiyor ve insanlar ayni şeyin kendilerinin de başına gelebilecegine inanmıyor. haliyle önlem almak, dayanışmak ve şiddete tepki vermek ne erkek ne de kadında eyleme donusmuyor.

    kol kırılır yen içinde kalır. lafı da toplum olarak benimsedigimiz bir durum. kari koca arasindakiler dışarı sızmaz. kadın adamı vezir de eder rezil de. bunlar hep kadına yüklenen sorumluluklar ve adam karisini dovuyorsa kesin kadının suçudur. varsayılan olarak suçlu hisseden ve bilinecek kadın haliyle ses çıkaramıyor.

    bunun yaninda olayın cinsel cenahi da var. en azından bunu düzgün yapsalar da sokakta birbirlerine girmeseler toplumsal baskıdan dolayı diyorum.
  10. kabul etmek ve kabullenmek farkını ortaya koyar. ölüm kabul edilmez mesela. kabullenilir. zira ölümün insan üzerinde iktidarı vardır. bizden üstün olan şeyler kabullenilir. kader kabullenilir. kader, ölüm, tanrı gibi kavramlar karşısında insan edilgen durumdadır. boyun eğme vardır. boyun eğişte akıl, mantık yoktur, aranmamalıdır da.

    eğer kadın erkek şiddetini kabulleniyorsa, erkek karşısında aşağıda olduğuna bir şekilde ikna olmuştur. tabii burada psikoloji devreye giriyor zira travma denen bir kavram var ve travma aklı, mantığı devre dışı bırakan bir şey.

    bir kadın her gün şiddet görüyor olsa bile şiddeti kabullenmiyor olabilir.

    örnekler genişletilebilir...

    iş yerinde psikolojik şiddet, öğretmen şiddeti, devlet şiddeti, arkadaş şiddeti, anne-baba şiddeti...

    her biri kabul edilebilir fakat kabullenilmemesi gerekir.

    kabul ederken sorgulama devam eder fakat kabullenmede sorgulama biter.

    kabul etmek o ana dairdir. kabullenmek sürer gider.