1. türkiye'nin çok kritik bir süreçten geçtiği şu dönemde, gelecek hamlelerin kilit noktası olacak. batı, kör gözüne parmak dercesine 'hayır' diyor. peki ya gerçekten 'hayır' mı isteniyor? bana kalırsa evet isteniyor. evet çıkacak, batı tarafından üstü çizilen erdoğan tek adam ilan edilecek ve sonrasında ırak, suriye ve arap baharı yaşatılan ülkelerdeki senaryoların farklı bir versiyonu ile türkiye'ye siyasi, askeri ve ekonomik baskılar uygulanacak. aslında bana kalırsa, erdoğan'ın kendisini 'hayır' diyenler, erdoğan'dan çok daha koruyor.

    - türkiye, 15 temmuz 2016 darbe girişimi sonrası beladan kurtulduğunu sanıyordu. aslında hepimiz öyle sanmıştık. meğerse iş başkaymış. 15 temmuz başlangıçmış. cia destekli fetö başarısız olduğu darbe girişiminde bile ülkeye çok büyük bir darbe vurmuştu.

    - ardından 24 ağustos'ta fırat kalkanı harekatı başladı. rusya ile ilişkiler güçleniyor, kürt koridorunun bölünmesi için önemli bir adım atılıyordu. abd'nin küreselci güçleri rahatsız, neoconlar ise pek endişeli değildi.

    - abd seçimleri yapıldı ve trump başa geldi. ilk hedef olarak suriye'yi değil, iran'ı gösterdi.

    - trump'ın işi zordu. çünkü cia ve abd ordusunda etkin güç küreselcilerdi. michael flynn(birazdan geleceğim bu adama), trump'ın danışmanıydı ve savunma bakanı olarak atanacaktı. ancak cia, rus yetkililerle görüşmesini sızdırdığı için flynn istifa etmek zorunda kaldı.

    - bu süreçte özellikle almanya ve hollanda krizleri doğdu türkiye için. suni krizin yaşandığı hollanda, çok önemli bir sorun değildi ama almanya ve ingiltere'nin bazı iddiaları ortalığı karıştıracak cinstendi. medyada pek yankı bulmadı orası ayrı.

    - geçtiğimiz günlerde rıza sarraf davasının savcısı prett bharara görevden alındı. yerine yeni savcı atandı. ancak bu olaydan birkaç gün sonra halkbank genel müdür yardımcısı hakan attila, 17-25 aralık olaylarından sonra 7. kez gittiği abd'de tutuklanarak cezaevine kondu.

    - yine aynı günlerde michael flynn'in, türk hükumetiyle ekim alptekin aracılığıyla görüştüğü ve fethullan gülen aleyhine lobi yapılması hususunda anlaştığı iddia edildi.

    - bu olaydan birkaç gün sonra milli güvenlik kurulu'nda fırat kalkanı harekatının bitirildiği açıklandı.

    - dün ise abd dışişleri bakanı rex tillerson türkiye'ye geldi. çok kilit bir iran sözü etti. basına yansımadı.

    çok kısa bir özetini geçtiğim bu süreçte, batı, erdoğan'ın üstünü çizmiş gibi görünüyor. daha önceleri demokrasi havarisi olan, arap baharının yaşandığı ülkelere rol model olacak 'demokrat türkiye ve akp iktidarı' bugün kötü adam. aynı erdoğan bugün diktatör!

    7 şubat 2012 mit krizi'nden bu yana batı'nın fiili müdahalelerini hissediyor erdoğan. ardından yaşanan 17-25 aralık süreci de bunun ayyuka çıkmasıdır. halkbank ceo'sunun yakalanması sonrası savcılık iddianamesinde geçen ifadeler 17-25 aralık sürecini bir nevi gözler önüne seriyor. dinlemeleri kim yaptı? cia bu dinlemeleri kendi yapmadıysa nasıl ulaştı? fiili anlamda müdahale dediğim bu işte. fetö eliyle iç işlerimize direkt hakim oluyorlar. ardından 15 temmuz süreci yaşandı ve ülkede büyük bir abd karşıtlığı başladı.

    fırat kalkanı operasyonu ile rusya ilişkileri güçlendi. arada konsolos ve uçak krizleri yaşansa da üstü kapandı. taraflar ilişkileri bozmayacaktı. lakin trump başa gelmemişti henüz. trump başa geldikten sonra ve fırat kalkanı'nda ilerleme yaşayınca, erdoğan, rakka operasyonu için abd ile temasa geçti. süreci uzatan, net karar vermeyen, pyd ile iş birliğinden taviz vermeyen abd, adeta rusya ile türkiye ilişkilerini baltalıyordu. 12 şubat 2017'de körfez gezisine çıktı erdoğan ve orada iran'a yüklendi. fars milliyetçiliğinin önünün kesilmesi gerektiğini vurguladı. wall street journal suudi arabistan'ın 'arap nato'sunu kuracağını yazdı.

    bu olaylar yaşanırken rusya, pyd ve suriye rejimi ilişkilerini güçlendirdi. türkiye adeta tek başına bırakıldı. yeniden abd ile ilişkileri yükseltmek zorunda kalan erdoğan için bir tehlike vardı: abd içinde neocon lider trump ile küreselciler çatışma halindeydi. bunun en basit örneği flynn olayı aslında. cia'nın 'yediği' michael flynn, türk diplomasisinin başarısızlığının resmidir aslında. bugün avukatının yaptığı açıklamada da 'dokunulmazlık verilirse konuşurum.' demiş flynn. peki ya konuşursa? türkiye ile abd ilşkilerini çıkmaza sokmayacak mı bu durum? peki flynn ile bağlantı sağlayan ekim alptekin nasıl biridir?

    fetö aleyhine lobi yapmak için fetö ile bağlantısı olan bir isimle anlaşmak, o ismin kurduğu bağlantının cia tarafından yenmesi ve küreselcilerin trump'a karşı hamlesi... şu siyasi yanlışlıklar akıl alır gibi değil. peki devamında ne olur?

    bugün internette bazı yerlerde 15 temmuz darbe girişiminin fetö tarafından yapılmadığı, mit ve genelkurmay tezgahı olduğu iddia edildi. bu iddianın dolaştığını nedim şener yazdı. aynı şekilde yakın dönemde alman ve ingiliz basınında da darbenin fetö tarafından yapılmadığı iddiası vardı. muhtemelen 16 nisan'dan sonra evet çıkması halinde darbeyi fetö'nün yapmadığı iddiası yayılacak. sosyal medya ve dış basın yoluyla halkın aklı bulandırılacak. halk nezdinde ciddi bir itibar da kazanacak fetö'nün darbe yapmadığı iddiası.

    bunun dışında ekonomik yaptırımlar söz konusu olabilir. geçtiğimiz hafta iki ab yetkilisi, türkiye'nin ab ülkeleriyle ilişkiyi germesinin pek mantıklı olmadığını, en çok ihracatı ab ülkelerine yaptığını ve durumun değişmemesi halinde bundan türkiye'nin zararlı çıkacağını söyledi. linki bulamadım şu anda, bulunca eklerim.

    darbe konusunda akıl bulandırmak, ekonomik darboğaz ve yeniden hortlama ihtimali olan terör... 16 nisan'da evet çıkması halinde erdoğan'ın sokulması muhtemel cendere bu gibi duruyor. ancak bunun yanında rex tillerson dün iran'a karşı, türkiye ile iş birliği yapacağız dedi. trump yönetimi, erdoğan ile ilişkilerini bu yönde sürdürmeyi planlıyor. hatta geçtiğimiz hafta eski abd büyükelçisi james jefferson: ‘’Tillerson’un Ankara’daki asıl misyonu, Rakka’ya gidecek güçler konusunda anlaşmak değil…Tillerson’un Ankara’daki asıl misyonu bölgede daha geniş planda Türkiye’yi İran-Rusya etkisine karşı cephede konumlandırmak….’ dedi. yani arap nato'su için evet çıkarması gereken bir türkiye var. aynı zamanda neoconların dışında erdoğan'ın düşmesini ve yeni, uyumlu, iş birliği içinde olacak bir hükumetin gelmesi için de evet lazım.

    iran konusuna yönelik medyada haber yok. abd ile olan ilişkilerde tepki yok ve fırat kalkanı harekatı bitirildi. bu harekatın bitirilmesi ve pkk'nın üstüne gidilmemesi bizi çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakacak. sadece halkbank ceo'sunun yakalanmasından ve rıza sarraf davasından ötürü mü bitirildi fırat kalkanı harekatı? en kuvvetli senaryo bu gibi duruyor. aynı zamanda iran konusunda iş birliği yapılacaksa, ülkenin 2 ayrı noktaya kilitlenmemesi için fırat kalknaı'nın bitirilmesi önem taşıyor. eğer trump yönetimi istediğini elde ederse, yeni dönemde gündemimizi iran meşgul edecek. peki kürt koridoru neden önemliydi? hem sınırımızın terör tehdidi altında olmaması hem de güneydoğu'da kürt vatandaşlarımız için bu koridorun bölünmesi önemliydi. ancak abd için de körfez enerjisinin türkiye üzerinden avrupa'ya taşınması önemli. bu sebeple küreselciler fırat kalkanı'nın bitirilmesine önem veriyor. çünkü rusya'nın ihracatının büyük bir bölümünü enerji oluşturuyor ve bu konuda rusya'nın tekeli kırılırsa, büyük bir darbe yemiş olacak rusya. peki biz kime hizmet ettik fırat kalkanı'nı bitirerek?

    siyasi manevra alanı kalmayan, darboğaza düşen erdoğan'ın, referandumda evet çıkarması kendisi için hayırlı mı olacak? pek emin değilim. galiba türkiye'nin menfaatleri için hayır çıkması gerekiyor. abd'nin kendi içinde yaşadığı kriz, orta doğu'nun büyüyen sorunu, türkiye'nin siyasi çıkmazı ve avrupa ile ilişkiler... çok zor bir dönem bizi bekliyor. belki başlıkla pek uyumlu değildi yazdıklarım ama 'evet' ya da 'hayır' iç politika kadar dış politika için de önemli sonuçlar doğuracak. allah bu millete yardımcı olsun. hayırlısı olsun.
    ae
  2. öncelikle@karanlık adam ve @mesuta güzel analizleri ve yorumları için içtenlikle teşekkür ediyorum.

    korkut boratav, türk markist solunun duayenlerinden biri olmakla beraber fikirlerini ve siyasi ideolojisini cumhuriyet aydınlanmasından alan çok önemli bir iktisatçı ve entelektüeldir. yani onun önceliği sınıf hareketi ve laikliktir. hatta son dönem yazılarında ve demeçlerinde mülkiyedeki hocaların khk ile tasfiyesini de akp'nin sembolize ettiği siyasi islamlaşma hareketinin üniversitelerdeki kadrolaşması olarak yorumlamaktadır.

    çok değerli hocamız Korkut Boratav ve benzeri aydınlanmacı sol entelektüellerin "cumhuriyet ve laiklik" çerçevesinde bir ideoloji geliştirmesi bilindik bir gerçek iken atıfta bulunulan yazıya bu kadar yüklenmeye gerek var mı sorusu aklıma takılıp kaldı günlerdir.

    şimdi bu durumda korkut hoca, türkiye'de siyasi muhalefet temsiliyetine laikliği ve doğal olarak onun bu ülkede en net temsilcisi olan CHP'yi almış, hatta onu da bu noktada eleştirmekten geri kalmamıştır. kendisinin de içine dahil olduğu "haziran" grubunun gezi olaylarından beri kürt siyasi hareketine olan mesafesi, ötekileştirme yada dahil etmeme çabaları süreci izleyen herkes tarafından bilinmektedir. kürt hareketi ve hdp onlar için afacan, ele avuca sığmaz, güvenilmez bir üvey evlattır. adı pek anılmaz, planlara dahil edilmez. hatta bu konu ile ilgili yazıldığı dönemde tartışma yaratan korkut boratav yazısını da paylaşmak istiyorum izninizle burada

    kürt hareketine mesafe almayan, açıktan destekleyen pek çok sol, sosyalist oluşumun yıllar içerisinde küçümsediği, tu kaka ilan ettiği, tabiri caizse dalga geçtiği "cumhuriyetçiler" e bel bağladığını gören sadece ben değilim öyle değil mi ? o sebeple; yıllarını bu ideolojiye adamış, her daim inandıklarını söylemeye ve yazmaya devam etmiş bir hocanın yazısını bu çerçevede irdelemeye gerek var mı, bilemiyorum. bu yazı ister suya sabuna dokunsun ister dokunmasın çok güzel bir analiz yazısıdır benim gözümde. bana yanlış gelen beni ikna edemeyen tarafları olsa da "hayır" diyecek herkesi bir şekilde içine alan bir yazı olduğu aşikar.
  3. henüz oylama işlemi resmi olarak bitmemiş olsa da şahsi fikirlerimi beyan edebileceğim bir zemin oluştuğunu fark ettim. öğleden önce oyumu kullanır kullanmaz televizyon ve bilgisayar marifetiyle sosyal medya takibime başladım. şu son saatlerde hararetli bir takip halinde tüm ülke. gelin görün ki; beni üzen birçok husus oylamanın sonucundan daha da vahim durumdadır. buyrun, ne demek istediğimi bir nebze olsun ayrıntılandırayım:

    televizyondaki sonuç takip programlarının hepsindeki yaklaşım parti bazlı. yani partilerin bir önceki veya daha önceki siyasi sonuçları ile bugünkü tablo karşılaştırılıyor. bu da aslında yapılan oylamanın bir anayasa oylaması değil de parti oylaması olduğunu açık bir şekilde gözler önüne seriyor. kazananı ve kaybedeni olan bir seçim gibi. halbuki referandumun amacı; öngörülen anayasa taslağının “plebisit” yoluyla hukuki bir temele dayandırılmasıydı. bu amaçtan sapalı çok olmuş anlaşılan.

    diğer bir husus il bazında değerlendirmeler. tabii bunlar da üstte bahsettiğim parti bazlı analizlerin bir uzantısı. anlamsız ve hedef gösterici. iktidar partisi yanlısı olmanız onun her hareketini onaylamanız anlamına geliyor ise demokrasi anlayışından yoksun bir toplumu referanduma götürmenin finansal yük olmaktan öte ne anlam taşıdığını sormak gerek. diğer taraftan oylanan anayasa taslağının salt çoğunluk ile geçer not alması bence biraz sakat. toplumun yarısının kabul etmediği bir anayasayı tüm topluma yedirmeyi nasıl düşünebilirsiniz ve buna demokrasi demek ne kadar doğrudur? zaten sakat olduğu kabul edilen anayasanın kontrolü altında yine o anayasanın maddeleri üzerinde bir değişiklik oylaması da diğer anlamsız husus kanımca. çoğulcu, çok sesli, seçim barajı olmaksızın ve geniş katılımlı seçimler yapabilmek bile demokrasi göstergesi iken bizim henüz halledilmemiş problemlerimiz karşısında oyladığımız anayasa değişikliğinin tüm toplumu kucaklamadığı da aşikardır. bundan sonrası için de pesimist olacak biraz fakat; bilim odaklı, çoğulcu, milli eğitime dayalı, milli sermaye bazlı, ileri teknoloji destekli, barışçı, üniter, parlamenter ve kapsayıcı politikalar beklentisi içinde olmak biraz pembe bir hayal gibi. tüm ülkenin major problemleri dururken enerjimizi gelecek vaad etmeyen projelere yönlendirmemiz beni üzüyor.

    biz yıllardır bize sunulanlar arasından yaptığımız seçimlerle hayatta kalmaya çalışan bir toplum haline getirildik. şimdi de senaryo farklı değil. ülkemizin tam bağımsız bir şekilde kendi işini kendi gören, açsa aç, zayıfsa zayıf, ezikse ezik bir gerçekle yüzleşmesi gerekmektedir. sandığa gittiğimiz her seferde ülkedeki siyasi partilerden bir ya da birkaçının aşağı ya da yukarı siyasi hareketini izlemekten sıkıldım artık. bu seçimde de milliyetçi hareket partisi kendini rezil etmiş görünüyor. geçen seçimde de halkların demokratik partisinin yükselişine şahit olmuştuk. siyasi partilerin siyasi hareketlilikleri dışında ülkede finans, eğitim, sanayi vb. bazda herhangi bir atlama, sıçrama, üstünlük, parlama vb. görülemedi. durumu idare etmekten başka ne yapıyoruz ki?

    hala tam sonuçları bilmemekle beraber bu sonuçların toplumdan ziyade belli bir zümreyi etkileyecek siyasi sonuçlar doğuracağını düşünmekteyim. tüm dünyada gücünün etkisi altında ülke bırakmayan amerika’nın bugün bile bizi oyalamak için fırsatlar bulabilmesi de bizim aciziyetimizin bir göstergesidir. böyle bir referandum ya da yakın zamanda göz kırpan bir erken seçim tamamen zaman harcamak üzerine kurulu bir senaryodur. oturduğumuz yerden ülkenin büyüklüğünden bahsederken aslında ülkemizden ne kadar da uzaklaştığımızı fark ediyorum. tüm yurt toprağı bizim olsa ne yazar! misak-ı milli’yi koruyor olsak ne yazar! oturduğumuz yerde hala 1950leri yaşıyorsak bize ne faydası var! hala tek partili dönemlerle bugünleri karşılaştırarak politika yapmaya çalışılıyorsa biz ne için uğraşıyoruz? tüm ileri teknoloji, gelecek bilimi, eğitimde devrimler konularında tartışırken biz hala siyasi partilerin siyasi gelecekleri hakkında tereddüt içindeysek bu daha ne kadar sürecek?

    bu yazıyı seçimden önce hazırlamış ve fakat yayınlamaya hazır hissetmemiştim. apolitik bir tavır içinde kaleme almaya çalıştığım bu yazımda bahsi geçen konular şahsi kanaatlerim ve karın ağrılarımdır. gönül ister ki insani bir şekilde tartışılabilen bir ülkede, insani kanunlar ışığında, insani konularda, insani sonuçlara varalım. gönül istiyor ki referandumumuzun konusu kime ne ceza verileceği değil de güneş almayan bölgelerimizdeki güneş panellerimizin verimliliği hakkında olsun. gönül istiyor ki büyükşehirlerdeki bisiklet yollarının bakım ve onarımları masraf çıkarsın. gönül istiyor ki bilim yarışmasında ikinci olmasına rağmen takdir gören projeye destek konusunda tartışmalar çıksın.

    her ne kadar pesimist bir yazı olsa da ülkemi çok seviyorum. tüm eleştirilerim bu yüzdendir.
  4. türkiye tarihi referandumlarına gözatarsak gelecek için ipuçları verebilir:
    bugüne kadar;

    -1961 türkiye anayasa referandumu (%61.7 evet)
    dp iktidarı'na son veren anayasa referandumu'dur.

    -1982 türkiye anayasa referandumu (%91.4 evet)
    (bkz: kenan evren)

    -1987 türkiye anayasa değişikliği referandumu (%50.16 evet)
    12 eylül 1980 darbesi ile getirilen siyasi yasakları kaldıran anayasa referandumu'dur.

    -1988 türkiye anayasa değişikliği referandumu (%65 hayır)
    hayır çıkan ilk referandum olma özelliği taşır. yerel seçimlerin 1 yıl erkene alınıp alınmaması sorulmuş halk hayır cevabını vermiştir.

    -2007 türkiye anayasa değişikliği referandumu (%68 evet)
    yakın zaman canlı tanık olduğumuz referandum; bugünki hükümet ile ilintili olması nedeniyle ve o dönem oy veren büyük bir kesim bugün de oy vermesi bu referandum'u önemli kılıyor.
    -milletvekili seçimleri 5 yıldan 4 yıla inmesi
    -cumhurbaşkanını halkın seçmesi sorulmuş o dönem risk alan akp başarılı olmuş %68 evet oyu çıkmıştır.

    -2010 türkiye anayasa değişikliği referandumu(%57.88 evet)
    (bkz: yetmez ama evet) referandumu
    bu referandum çok daha önemli sonuçlar doğurmuş askeri vesayet sona erdi sesleri adı altında ülke diğer bir kaç referandumda olduğu gibi keskin bir şekilde ortadan iki'ye bölünmüştür.

    gelelim sadede; nisan tarihi yine ülkenin geleceği için önemli dönemeçlerden birisi, geçmişte kaderini çizen halkımız yine kaderini çizecek, bizler de ufak safsataları dert etmemeyi öğrenip karışıcaz kalabalıklara. 7 milyar yıllık evrende saliselik hayatlarımızla saniyelik düzenlerde yaşayacağız.
  5. yazıldı mı başlıkta bilmiyorum yazıldıysa da görüş aynı önemli olan bu. bugün evet verenlerden %5'i bile 10-15 sene sonra evet verdiklerini savunamayacak. utanacaklar, yalan söyleyecekler ve hepsinin yüzüne tükürücem. bu millet zarar görmeden anlamayacak çünkü ne bok yediğini.
  6. bugun oyumu kullanarak vatandaslik gorevimi yaptim. konsolosluk izlenimlerim gecmis secimlere gore daha renkliydi. katilim ise inanilmaz derecede yuksekti. amerika'da gecmis secimlerde %10-20 araliginda olan katilim bu referandumda rekora ulasir gibi duruyor yada benim gordugum konsolosluk icin rakamlar boyle. benim gibi cevre sehirlerden 3-4 saatlik yol yapip gelenler oldugun gibi cok uzak eyaletlerden de katilim oldugunu gorunce cok sevindim. oy kullandiktan sonra tanistigim bazi turklerin geldigi eyaletleri duyunca bu secim icin bir umut dogdu icimde. umarim halkimiz gereken cevabi verir ve sandigina ulkesine sahip cikar.
  7. korkut boratav'ın şu yazısını kesinlikle okumanızı tavsiye ederim.

    korkut hoca hem önümüze konulan seçeneğin ne olduğunu cevaplıyor hem de ikibinlerin ortasından bu yana yürütülen mücadeleleri çok güzel özetliyor.

    "...anayasa referandumunda bizlere aslında iki soru sorulmaktadır.

    Birinci olarak İslamcı bir rejime geçişin hızlandırılmasını kabul ediyor muyuz? İkinci olarak, Türkiye’yi yönetecek olan Cumhurbaşkanı’na sınırsız dokunulmazlık sağlanmasını kabul ediyor muyuz?
    ...
    17 Nisan İslamcı faşizme sürüklenmeyi frenleyecek önemli bir dönüm noktası olabilir. Her şey, cumhuriyetçi blokun algılama düzeyine ve katılımına bağlı görünüyor."
    mesut
  8. korkut boratav'ın şu yazısını referandum tarihine günler kala yapılmış önemli bir değerlendirme olarak gördüğümden daha önce de paylaşmıştım. @karanlık adam arkadaşın (bkz: korkut boratav/#206825) yorumu üzerinden tartışmanın güzel olacağını düşünüyorum:

    kısaca, dilim döndüğünce ben de bu yazıdan ve genel olarak bu referandum saçmalığından ne anladığımı sade şekilde anlatmaya çalışayım:

    1- korkut hoca bahsi geçen yazısında @karanlık Adam'ın bahsettiği şekilde "türkiye, cumhuriyetçiler ve islamcılar dediği iki büyük kampın siyasi mücadele alanına dönmüş durumda" tespiti yapmış değil, aksine iktidar partisinin ülkeyi Müslüman kardeşler tipi bir rotaya sokmak için bu başkanlık hamlesini yaptığını anlatmakta. hatta bu tespiti yaparken Anadolu Müslümanlığı ile siyasal islam arasındaki makasın daraltılarak, rejim değiştirilerek halkın anladığı/yaşadığı islamın /Müslümanlığın fethedilmeye çalışıldığından bahsedilmiş. bence tespit çok açık. kitlelerin korkut hocanın tespiti ile iki ayrı kampa çuvallanması söz konusu değil, bizzat iktidar partisinin islam şemsiyesi altında çuvallamaya çalıştığı kitleler için ne yapılmalı sorusu sorulmakta. önümüzdeki önemli sorulardan biridir bence.

    2- akp bu rejim değişikliğini neden istiyor? birincisi yukarıda bahsi geçen neden. ikincisi ise tek adam rejimi ile yargılanmanın önünü keserek ömür boyu elde tutulacak monarşik bir iktidar. sanırım hepimiz bu isteklerinin de farkındayızdır.

    3- korkut hoca akp'nin 15 yıllık iktidarı döneminde muhalefet nasıl yapılmalıdır ya da muhalifler hangi eksende birleşmelidir sorusuna benim bildiğim ve yazılarından anladığım kadarıyla aydınlanma ekseninden bakar. bence de doğru olan budur. cumhuriyetin temel ilkelerinin savunulması bugün elzemdir. kürt meselesine de bu eksende bakılabilir hatta...kürt hareketi dediğimizde içinde laiklik karşıtı, İslamcı unsurların olmadığını iddia edebilir misiniz? bu unsurların akp ile dönem dönem ortaklaştıklarını reddedebilir misiniz? meselenin temelleri, önümüzdeki tehlikenin boyutları ve savunulacak değerler bellidir. yöntemler değişebilir.
    mesut
  9. boratav'ın makalesi üzerinde dönüp durmak istemem çünkü referandum gerçekliği ve aciliyeti yanında ufak tefek fikir ayrılıkları önemsiz. bu sebeple tek bir noktaya değinip, daha genel bir sonuca bağlayacağım (ve muhtemelen birileri yine kızacak).

    sevgili @mesut'un "...bizzat iktidar partisinin islam şemsiyesi altında çuvallamaya çalıştığı kitleler..." demesinden, toplumu yaran fail öznenin akp olduğunu anlıyorum. bu bir iddiadır, aklı başında herkes de buna bir ölçüye kadar katılır. ne var ki korkut hoca sadece bunu demiyor. yazısından kelime kelime alıntılayacak olursak: "daha önce savunduğum görüşü tekrarlayacağım: referandum, türkiye toplumunun iki büyük blokunu karşı karşıya getirmektedir. islamcı ve cumhuriyetçi bloklar…" diyor. yani korkut hoca'ya göre toplum zaten bölünmüş durumdadır, referandum sadece bu iki bloku karşı karşıya getirmektedir.

    bu tasavvur, yani cumhuriyet tarihinde (hatta ikinci meşrutiyetin ertesindeki 1909 karşı devriminden beri) iktidar mücadelesinin ilerlemeciler ve gericiler arasında cereyan ettiğine dair tasavvur, gerçekliğin sadece küçük bir kısmına tekabül eder. bu "hikaye", elbette ki gerçeklikle bir takım bağları olmakla birlikte, nihayetinde bir ülküye, bir ideale ulaşma arzusuyla ilişkilidir. nedir bu ideal? kemalizmin çeşitli yorumlarına göre verilecek cevap değişecek olsa da korkut boratav'a göre muhtemelen çağdaş bir hukuk sistemi ve gelişmiş bir kapitalist ekonomiye sahip, sosyal devletin tüm gücüyle hüküm sürdüğü, sosyalizme göz kırpan bir modeldir.

    bu modelin ne kadar arzu edilir olduğu ayrı bir tartışmanın konusudur ama şu tespitte bulunmak lazım: bugün türkiye'ye baktığımızda bu modelin tam tersi bir resimle karşı karşıyayız. cumhuriyet bu ülküye ulaşmakta neredeyse tamamen başarısız olmuştur. bunun tüm sorumluluğunu akp'nin üzerine atmak ise, gerçekleri gizlemek demektir. çünkü neticede akp'yi kuran, şimdi yöneten ve bugün onlara oy veren insanlar yurt dışından ithal edilmemişlerdir. onlar da cumhuriyetin çocuğudur. cumhuriyet, kuruluş ideallerine yakın bir ülke tasavvuru geliştiremediği gibi, bu ideallerin taşıyıcısı kitleler yaratmakta da başarısız olmuştur.

    konuyu laiklik ve islamcılık açısından ele alırsak, cumhuriyet'in siyasal islamla bugüne kadarki (görünürdeki) mücadelesinin tamamiyle iflas ettiği konusunda sanırım herkes fikir birliğine varır. yoksa bugün "laikliğin korunması" gibi bir gündemimiz olmazdı. hatta şu bile iddia edilebilir ki, islam'a karşı daha yakın zamana kadar takınılan resmi tavır (örneğin üniversiteye türbanlı giriş yasağı) işe yaramadığı gibi, aksine, mağduriyet yaratmıştır, ters tepmiştir ve islamın siyasallaşmasına neden olmuştur.

    bu gerçek apaçık ortadayken, türkiye sol hareketine ümit vadeden bir ivme kazandıran hareketi görmezden gelmek ve hala chp'nin neden daha militer laik bir pozisyonu sahiplenmediğine hayıflanmak, iyi niyetinden şüphe etmediğimize göre, gözleri kör eden bir aydınlanmacılığın eseridir diyebiliriz.