• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.56)
2001; a space odyssey - stanley kubrick
2001: bir uzay destanı (ingilizce: 2001: a space odyssey), 1968 yılında stanley kubrick tarafından yönetilen bilimkurgu filmi. senaryosu kubrick ve ünlü bilimkurgu yazarı arthur c. clarke tarafından kaleme alınmıştır.stanley kubrick, dr. garipaşk filmini bitirmesinin üzerine bir bilimkurgu filmi çekmek ister; filme dönüştürülebilecek bir fikir geliştirmek üzere bilimadamı ve bilimkurgu yazarı arthur c. clarke'a danışır. clarke da 'sentinel' adlı kısa öyküsünü önerir. bunun üzerine önemli bir ortaklık kurulur: kubrick ve clarke, eleştirmenler, sanatçılar ve izleyiciler tarafından sıklıkla en başarılı bilim-kurgu olarak anılan '2001: a space odyssey'i kurmaya başlarlar; kubrick senaryoyu yazıp, geliştirirken, clarke da aynı ismi taşıyan romanı yazar. stanley kubrick'in isteği üzerine, bu roman filmin gösterime girmesinden sonra yayınlanır.film, alışılageldik anlatım yöntemlerinin dışına çıkması, zamanına göre son derece şaşırtıcı olan görsel efektleri, uzun süresi ve gösterime girdiğinden beri tartışılan sonu (yıldız-çocuk sekansı) ile sinema tarihinde ün kazanmıştır.


  1. dunyanin en sikici filmi.
    yok arkadas bir film guzelse gece saat 3'de oturup sonuna kadar goz kirpmadan izlersin. bu filmde garantisini veriyorum uyuya kalirsiniz. saati 3 yapmaniza da gerek yok. uyuyamadiginiz, ama uyumak istediginiz bir gece acin bu filmi, ilk 1 saat bitmeden uyursunuz.

    kisa film falan olsaydi guzel olabilirmis, bu filme 2 saat cok fazla. butun olayi en fazla 30 dakika gibi makul bir surede anlatabilirmis kubrick. nitekim filmin ici bombos, koca filmde 2 3 olay falan var. onun disinda uzayda giden bir gemi, baska da bir sey yok.
  2. defalarca izlenebilecek filmler listesine eklemeyi unuttuğum film... 60 lar ve 70 lerde çok flash bir akım olan paleoseti felsefesi (erich von daniken öyle isimlendiriyor ben değil) ne yapılmış mükemmel atıfı bilmeden yargılamamak lazım bu akım hakkında bir fikriniz yoksa film ilk 10 dakikasında uyuya kalmanız çok doğal... bu arada yakın zamanda izlediğim jacobs ladder filmini de anlamak için ölüm anındaki beyin aktiviteleri ve bilinç konusunda yapılmış araştırmaları okumanızı öneririm arkadaşlar aksi halde bu canım filmi de çok anlamsız bulacağınız kesin daha fazla konuşmayayım spoiler olacak... :)
  3. kendime bir film çizelgesi oluşturmuştum. piyanist, schindler'in listesi, ivan'ın çocukluğu, iwo jima'ya mektuplar, vb filmler listemi oluşturuyordu. filmleri incelerken 2001: a space odyssey adlı film sürekli dikkatimi çekmesine rağmen izlemeye korkuyordum. stanley kubrick'i biraz biliyordum. korkum bu durumdandı sanırım. neyse filmi izleyecek cesareti bulduğumda direkt filmi izleyebileceğim bir yere koştum. film bittiğinde ise içimde garip hisler oluştu. bu duyguları tercüme edemesem de filmin benim üzerimdeki etkisi şöyleydi;

    sevdiğiniz bir yiyecek olur. bu yemeği yapılabilecek en güzel halinde yemek istersiniz. ama ne yapılması kolaydır ne de sindirilmesi. sadece bir kere yiyebileceğiniz lezzetlerden olur. yedikten sonra daha da yemek istersiniz ama ortada güzel ya da etkileyici bir yemek bulunmamaktadır. onlara kalırsınız. yemekleri yersiniz fakat aklınızda o eşsiz yemek kalır. yemeğin tadını da alamazsınız zevkini de.

    tanım edecek olursak güzel olduğu kadar mistik bir filmdir. insanları sessiz sahneleriyle sıkabilir fakat o sessizliği yakalamak zorundadır.
  4. sanırım bu filme ait en iyi yorumu sinema eleştirmeni atilla dorsay yapmıştır.

    "defalarca görülmesine karşın tam anlamıyla anlamı çözülememiş, hâlâ bir bulmaca olarak kalmış, dolayısıyla insana hala yeniden bir kez daha görme arzusu veren bir başyapıt. öyle bir başyapıt ki, üzerinde sürekli düşünüyorsunuz ve düşünmeyi de arzu ediyorsunuz. 'ya ben bu filmi çözemedim. allah kahretsin!' demiyorsunuz, yeniden görüp, o finali özellikle yorumlamak istiyorsunuz. bu da çok önemli bir özellik diye düşünüyorum."

    bana kalırsa da her seyrettiğimde görmediğim bir detayı gördüğüm, ''yahu bunu nasıl görmemişim ,anlamamışım'' dediğim filmdir.
  5. siyah taşın ortada belirmesinden sonra, ilk aletin bulunması ve türdeşlerine karşı silah olarak kullanılmaya kadar ilerlemesi çok fazla soruyu akla getirmektedir.

    1)ilk alet kemik olmayıp da (gerçekçiliği boşverelim youser) tornavida olsaydı ne olurdu? o tornavidayı yiyecek bulma amacıyla rakiplerine karşi kullanacaktı. yani alet, ne olursa olsun silahtır.

    2)insanı diğer türlerden en belirgin şekilde ayıran prefrontal lobu, kavga ve sömürü üretmek amacıyla mı gelişmiştir? o bir çeşit maymun kabilesinin, sinematografinin tanımını yapacak bir geçişle insana evrimleşmesi ise yine siyah taşın belirmesinden sonradır.

    vs..

    ps: ancak siyah taşı kubrick yerleştirip önümüze koyduğundan ikinci sorumuza film çerçevesinde cevap verebiliriz, geçerli bir sonuca ulaşamayız.
    birinci sorumuzun açıklamasından sonra ise apaçık söyleyebiliriz ki, artık "alet"in zihnimideki tanımını değiştirmeliyiz.

    ilk üç dakikasına gelirsek, o karanlık enfestir. keşke o sahneyi, kubrick yerine ben yapsaydım filmime dedirtir. dünyanın karanlık çağlarını kendi kendimize karanlıkça hayal ederiz. ekrandan yansıyan yüzümüzü görür, farklı şeyler düşünmeye başlarız.
  6. Teorik fizikçi michio kaku nun şurada uygarlık tiplerini açıklarken bahsettiğine göre-bazi cümleleri olduğu gibi kendisinden alıyorum-:
    stanley kubrickin film başında bilim adamlariyla yaptığı "bir uygarlik evrene nasil yayilir" konulu 5 dakikalik bir röportaj sekansı var imiş. Sanırsam film bu röportajlar ile başlarsa tüm büyüsünün kaçacak olmasından dolayı kubrick bu ilk 5 dakikalık sekansı filmden çıkarmıştır ve film birden mistik bir hal almıştır.

    Nitekim kubrick gayet güzel bir iş çıkarmıştır filmde. İzlenmesi gerekendir.
  7. yarım saatlik filmi iki buçuk saatte çekebilen dehanın eseridir. bu filmin süresini savunanlar türk dizilerinin uzunluğuna laf söylemesin rica edeceğim.
  8. döneminin kesinlikle çok ötesinde bir şaheser. anlatılanların derinliği büyüleyicidir. sahnelerin alt metnine dikkat ederseniz, 1968'den bugüne bu seviye ve derinlikte pek film bulunmadığını fark edersiniz.
  9. 1968 yılında stanley kubrick tarafından yönetilen abd ve birleşik krallık ortak yapımı bilim-kurgu filmidir. filmin ingiliz mucit ve bilim-kurgu yazarı arthur c. clarke'ın the sentinel adlı kısa bir öyküsünden esin alan senaryosu, kubrick ve clarke tarafından kaleme alınmıştır. stanley kubrick 1964-68 yılları arasında filmi çekmiş, arthur clarke da filmin akabinde aynı isimli kitabını yayımlamıştır. arthur clarke'ın serisi 1982'de yayımlanan 2010: odyssey two, 1987'de yayımlanan 2061: odyssey three ve 1997'de yayımlanan 3001: the final odyssey isimli kitaplarla devam etmiştir.

    film, hem insanın hem de insan teknolojisinin evrimini konu edinir ve günümüzde hâlen üzerinde çalışılan en temel bilimsel problemlere dair özgün ve bilim-kurgusal bir sinematik işleyişle kendi yormunu sunar. insanlığın şafağı, ay yolculuğu, jüpiter yolculuğu, jüpiter'den sonrası başlıklı dört temel bölümden oluşur. işleyişteki bilimsel gerçekliği, kendi döneminin ötesindeki görsel efektleri, provokatif belirsizliği ve bazı yorumculara göre içerdiği gerçeküstü betimleme, geleneksel anlatım teknikleri yerine sessizlik ve asgarî düzeydeki karşılıklı konuşmaları sayesinde ün yapmıştır.

    birçok insana göre hem bilim-kurgu türüne, hem de bilime yön veren kült (benzersiz) bir yapımdır. insanoğlu henüz ay'a ayak basmadan evvel yapılmış ve sunulmuş bir kurgudur.

    !---- spoiler ----!

    birinci kısım: insanlığın şafağı

    ilk bölümde, aynı su kaynağı için birbiriyle rekabet eden, birbirini sindirmeye çalışan iki primat grubu vardır. bu gruplardan birinin yaşadığı yerde, bir gün gizemli bir dikdörtgen dikilitaş belirir. primatlar taşı inceler. akabinde içlerinden birisi bir kemiği sopa gibi kullanabileceğini keşfeder. bu sayede kemiği silâh olarak kullanan primat grubu diğer primat gruba karşı avantaj elde eder.

    alet kullanmayı öğrenen bu primat grubu, artık günümüz insanına evrilecek olan gruptur. muzaffer primatımız, ilk bölümün sonunda, silâh olarak kullandığı kemiği havaya fırlatır ve düşmekte olan kemiğin fezada yörünge uydusuna dönüşmesiyle sinema tarihinin gelmiş-geçmiş en büyük zaman atlamalarından biri gerçekleşir; insanlığın alet kullanmayı keşfiyle birlikte başlayan evrimi, bir anda geldiği son aşamaya sıçrar.


    ikinci kısım: ay yolculuğu

    insanlık teknolojide ilerlemiş, artık ay'a ayak basmıştır. ikinci bölümde, birinci bölümde dünya'ya düşen dikdörtgen dikilitaş'ın sırrı çözülür. dikilitaş, üzerine ilk güneş ışığının vurmasıyla birlikte bir ses dalgası yayar.

    ay'da bulunan ve varlığı gizli bilgi olarak saklanan bu yeni dikdörtgen dikilitaş, yaydığı ses dalgası ile insanlığa ulaşmasını istediği yeni hedefini gösterir.


    üçüncü kısım: jüpiter yolculuğu

    ay'da bulunan ve varlığı saklı tutulan diktörtgen dikilitaş, insanoğluna jüpiter semalarında yeni bir keşif yolculuğunu işaret etmiştir - ki bu bilgi, filmin bu bölümünün sonunda açıklığa kavuşacaktır. - üçüncü bölüm, 18 ay sonra discovery one adlı son teknoloji uzay aracıyla gerçekleştirilen jüpiter yolculuğunu konu edinir.

    daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, insanoğlu alet kullanmaya başlayarak evrilmeye başlamıştır; zamanla hem kendini hem de kullandığı aletleri giderek geliştirmiştir. kendi evrimini yeni bir safhaya taşıyan insan, teknolojisini de sürekli yeni safhalara taşımıştır.

    gelinen noktada insan, keşif yolculuklarında kendine yardımcı olacak kusursuz bir yapay zeka geliştirmiştir. fakat, jüpiter'e doğru bilinmeze yaptığı keşif yolculuğunda insan, "hal 9000" adını verdiği yapay zeka ile anlaşmazlığa ve çatışmaya düşer.

    hal sözcüğünü oluşturan harflerin ibm'in harflerinden alfabede birer önceki harfler olmaları bir tesadüf değildir. nitekim, filmde kullanılan hal zaten ibm'dir ve jüpiter görevinde insanla çelişmesinin nedeni de ( isaac asimov'un 3 robot yasası'na gönderme yapılarak ) insanların hayatı ile görevin tamamlanması arasında çelişkiye düşmesidir. çünkü hal 9000, görevin sonunda insanların geri dönemeyeceğini bilmektedir. geminin mürettebatı ise bunu bilmemektedir.

    discovery one gemisinin ana kumandasını elinde tutan hal, kurmaca yönlendirmelerle gemi mürettebatındaki dört kişiyi öldürür. mürettebattan geriye sadece tek kişi kalır: dave bowman. fakat hal, burda bir şeyi hesaba katmaz: insanın cüretkârlığını. o, daha önce satranç oyunuyla zeka ve strateji gücünü test ettiği dave'in mağlubiyeti kabul edeceğini ön görmüştür. ama dave, hal'a karşı riskli bir karşı hamle yapar ve başarılı olur.

    bu bölümde insan, kendi geliştirdiği yapay zeka ile egemenlik mücadelesine girer ve onu teknoloji üretmeye başladığı ilkel aletlerinden biriyle öldürür: tornavida.


    dördüncü kısım: jüpiter'den sonrası ve sonsuzluğun ötesi

    dördüncü ve son kısım, filmin en kompleks, anlaşılması ve açıklanması en güç olan, âdeta beyin yakan bölümüdür.

    bilinmeze yolculukta tek başına kalan dave, jüpiter yörüngesinin hemen dışında, fezada süzülen yeni bir dikdörtgen dikilitaşı bulmak üzere discovery one adlı gemisini daha küçük bir uzay aracıyla terk eder. dikilitaş'a yaklaşınca, güneş sistemindeki gezegenler yörüngede aynı hizaya girerler ve dave'in taşıtı bu esnada açılan bir solucan deliğine kapılır. solucan deliğindeki yolculuğu sırasında dave, önce çeşitli ışık hüzmelerinden geçer. daha sonra peş peşe farklı gezegenler ve çeşitli kozmolojik olaylar görür.

    boyutlar arası bir koridordan uzay ile zamanın büküldüğü bir yolculuk yapan dave, bu yolculuğunun sonunda kendini "beşinci boyutta" bulur. filmin son bölümündeki bu beşinci boyutta gözümüze gözümüze sokulan en büyük gerçeklik "insanın giderek yaşlanması" dır. burada dave, peş peşe kendini daha yaşlanmış bir hâlde bulur. beşinci boyutta en son dikilitaş belirir, dave'in bedeni yok olur; geriye sadece bebek biçiminde bir enerji kalır ve bu enerji, dünya yakınlarında bir yerde fezada süzülmeye başlar.

    bildiğiniz gibi; insan bedenen yaşlandıkça çocuk gibi davranmaya başlar, çünkü bilinci giderek körelir. günümüzde bilim, insan ruhunun bilinçte ve beyindeki farklı merkezlerde bulunduğunu düşünüyor. insan ölünce bedeni maddesel dönüşüm geçiriyor. fakat, ya bilinç ve enerji, yani "ruh" dediğimiz olguya ne oluyor? işte film, son sahnesiyle bilimin bu problemine kendince bir cevap vermektedir. benim anladığım kadarıyla, insanın bilincini geliştirebilme ve kullanabilme yeteneği bedensel gelişimi ile doğru orantılı oluyor. bilinci kullanabilecek bir bedensel mekanizma işlevi kalmayınca, bilinç insanda oluşmaya başladığı en basit hâlinde enerjiye dönüşüyor. evet, zannedersem filmin önermesi bu şekilde.

    film, son kısmıyla muallakta kalan, tam anlaşılamayan bir yapıttır. çünkü, temelde insan bilincinin yaratıcısına nasıl geri dönebileceği sorununu konu edinmektedir ve bu konu, insanın mevcut kavrama kapasitesi ile tamamen somutlaştırabilip anlayabileceği bir şey değildir zaten. insanın kendininkinden çok daha üstün bir bilincin varlığını anlayabilmesi şu an için namümkün. sinema filmi, ancak insana düş gücünü ve düşün yeteneğini derinleştirebelecek yeni önermeler sunabilir.

    filmin iki şeyi savunduğunu tam olarak söyleyebiliriz; savunduğu ilk kanı, insan evriminin başka bir boyuttan gelen bilinçli bir müdahale ile başlamış olabileceğidir. ikincisi ise insanın bu farklı boyuta ve/veya üst-bilince, ancak bilimde ve teknolojide kaydettiği ilerlemelerle ulaşabileceğidir.


    filmin ayrıca şöyle bir çözümlemesi vardır, bkz: http://www.kubrick2001.com/

    !---- spoiler ----!