• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.56)
2001; a space odyssey - stanley kubrick
2001: bir uzay destanı (ingilizce: 2001: a space odyssey), 1968 yılında stanley kubrick tarafından yönetilen bilimkurgu filmi. senaryosu kubrick ve ünlü bilimkurgu yazarı arthur c. clarke tarafından kaleme alınmıştır.stanley kubrick, dr. garipaşk filmini bitirmesinin üzerine bir bilimkurgu filmi çekmek ister; filme dönüştürülebilecek bir fikir geliştirmek üzere bilimadamı ve bilimkurgu yazarı arthur c. clarke'a danışır. clarke da 'sentinel' adlı kısa öyküsünü önerir. bunun üzerine önemli bir ortaklık kurulur: kubrick ve clarke, eleştirmenler, sanatçılar ve izleyiciler tarafından sıklıkla en başarılı bilim-kurgu olarak anılan '2001: a space odyssey'i kurmaya başlarlar; kubrick senaryoyu yazıp, geliştirirken, clarke da aynı ismi taşıyan romanı yazar. stanley kubrick'in isteği üzerine, bu roman filmin gösterime girmesinden sonra yayınlanır.film, alışılageldik anlatım yöntemlerinin dışına çıkması, zamanına göre son derece şaşırtıcı olan görsel efektleri, uzun süresi ve gösterime girdiğinden beri tartışılan sonu (yıldız-çocuk sekansı) ile sinema tarihinde ün kazanmıştır.


  1. a space odyssey zamanının en ileri görüşlü betimlerinden. her ne kadar tariflediği teknoloji ve yaşam öngörüsü 60 yıl sonra hala günün bir düzey ötesini resmetse de yavaş yavaş füturistik niteliğini yitirmek üzere.

    buna rağmen eskimeyişliğinin ardındaki sır kubrick'in uygarlık tarihinin kolektif bilincindeki belgeselvari içeriği bilim kurgu hikaye maskesiyle sunmuş olmasında saklı.

    ilk üç dakika, tümüyle siyah fona 1961 györgy ligeti yapımı Atmosphères adlı orkestra eşlik eder. müzikteki mekanikliğin yanı sıra ritm, inişler ve çıkışlar büyük patlamadan güneş sistemimizin oluşumuna kadar geçen süreçteki kütle çekimsel etkileşimin ve evrene yayılan dalgaların odyogerçekçi yansımasıdır. bu karanlık süreç, henüz tohumları atılmamış bilinen tek akıllı yaşam formunun penceresinden koca bir hiçliktir.

    wikipedi'den alıntıladığım şu paragraf, müzik ile süreç arasındaki bağı anlamaya yardımcı oluyor. birebir türkçeleştirmeye dilim yetmedi:

    !---- alıntı ----!
    Atmosphères is a piece for full orchestra, composed by György Ligeti in 1961. It is noted for eschewing conventional melody and metre in favor of dense sound textures. After Apparitions, it was the second piece Ligeti wrote to exploit what he called a "micropolyphonic" texture. It gained further exposure after being used in Stanley Kubrick's film 2001: A Space Odyssey.
    !---- alıntı ----!

    3. dakikada beliren mgm studios'un aslanlı logosu ^:yapımcının filmin işleyişine müdahalesi bu noktada başlıyor.^ ile ilk organizmanın doğuşu ve takip eden bir buçuk dakikalık planda resmedilen ay tutulması* ile ay / dünya / güneş üçlüsünün aynı aksta görünmesiyle karmaşık formların oluşum sürecine ve sebep olduğu coğrafi değişimlere tanıklık ediyoruz.

    « * ay tutulmaları veya daha genel bir deyişle gök cisimlerinin nadir birlikteliklerinde ortaya çıkan manyetik değişikliğin ilk aminoasitlerin rastgele manalı karmaşık bir araya gelişlerinde etken rol oynamış olabileceğine dair çeşitli teoriler var. bu sahnenin ardındaki anlam, kubrick'in benzer teorilere atfı olabilir. olmayabilir de. "neden ay tutulması?" sorusuna başka yanıt veremedim :) »

    sahneye Richard Strauss’un Also Sprach Zarathustra (böyle buyurdu zerdüş) adlı eseri eşlik eder. film boyunca, bu dahil diğer tüm kırılma anlarında aynı melodiyi duyacağız!

    müzik eserinin ayak izlerini takip ettiğimizde yolumuz nietzsche'nin böyle buyurdu zerdüşt adlı kitabına çıkıyor. filmin vermek istediği mesaj bu kitapta yatıyor. nietzsche, kitapta iki kavramı öne sürer: üstinsan ve bengi dönüş.

    !---- alıntı ----!
    İnsanı, hayvan ile Üstinsan arasında gerili bir ip olarak tanımlayan Zerdüşt, kişinin sürekli olarak “Üstinsan” a doğru kendisini aşması gerektiğini söyler. Fakat kişinin kendisini aşması için, ilk önce insanın aşılması gereken bir şey olduğunu kabul etmesi gerekir. Başka bir deyişle yükselmek için, önce alçakta olduğunu kabul etmesi gerekir. Bu nedenle ‘insan’ kavramını alçaltarak, sadece ‘Üstinsan’a giden bir köprü’ olduğunu savunur. Üstinsan’ın var olma sebebi ise; insanın kendisini aşmasının, farkına varmasının gereğidir.
    !---- alıntı ----!

    kubrick'in üstinsan ve bengi dönüş sorgulamalarını, ilk formdan uzay çocuğuna davranışların tekerrüründe ve süper bilgisayar hal 9000 ile mürettebat arasında gelişen spontane diyaloglarda bulabiliyoruz.

    149 dakikalık koca filmin 4.5 dakikasının üzerine bu kadar durmamın sebebi sinemanın gücünü dahiyane kullanan kubrick'in titizliğine vurgu yapmak istemem... referans aldığı bilimsel altlık bulanıklaştıkça anlatım biçimini soyutlaştırıyor, sembolikleştiriyor. bununla birlikte görüntüdeki her bir piksele, müzikteki her bir notaya rol biçerek evrenin 13,5 milyar yıllık geçmişinin ardındaki teknik işleyişi 4 buçuk dakikaya indirgeyerek kronolojik tutarlılıkla seyirciye aktarıyor.

    film, 4 buçuk dakikalık görkemli girişin ardından episodik bir anlatımla devam eder. buradan sonrası ise çok daha uzun soluklu bir okuma gerektiriyor. cesaret edebilirsem devam etmek isterim...

    üzerine yoğunlaşılabilecek kavramlardan bazıları şunlar:

    - yapımcının filme etkisi

    « episodik anlatım tercihinde, prodüksiyona ciddi bütçe ayıran yapımcının parmağı bulunuyor. kubrick'in alışagelmişin dışında ve sembolik anlatımının gişeyi zorlayacağı kaygısıyla, idrak kolaylaştırıcı temel bilgilendirmelerin eşlik ettiği teneffüsler oluşturulmuş. »

    - olay anlatımını benimsemiş hollywood sineması ile politik eleştiriye merak salmış avrupa sinemasının filme etkisi. bu noktada sinema tarihine dalmak gerekiyor
    - ilk tapınma
    - bengü dönüş çatısı altında ilk basit aletler vs modern teknolojiler
    - üstinsan çatısı altında akıllı yaşam formu vs yapay zeka
    - atmosfer ve uzay kıyafeti gibi fanusların ardındaki evrende hükümsüz ve savunmasız oluşumuz
    - kapital, tek başlı, şirketleşmiş modellerin yıldızlararası, galaksilerarası, evrenlerarası düzleme taşınımı, yeni / olası düzenlere yansımaları ve hükmü
    - kendi halinde evrenin vahşi huzuru
  2. stanley kubrick'in başyapıtı, 1968 yapımı bilimkurgu şaheseri. öyle patlayan uzay gemileri, atılan ışınlar filan yoktur bu filmde, belgesel havasındadır. bu yönüyle devamlı aksiyon bekleyen sinema izleyicisine hitap etmez, acelesi yoktur, zaten açık olan söylemini sindire sindire verir izleyiciye: milyonlarca yıl süren evrim süreci, bu en akıllı yaratığın egemenliğini kendi yarattığı makinelere teslim etmesi için miydi?

    ayrıca 47 yıllık bir film olmasına rağmen efektleri, günümüzün değme bilimkurgu filmlerine taş çıkartır. kubrick farkı sanırım bu oluyor.
  3. kendime bir film çizelgesi oluşturmuştum. piyanist, schindler'in listesi, ivan'ın çocukluğu, iwo jima'ya mektuplar, vb filmler listemi oluşturuyordu. filmleri incelerken 2001: a space odyssey adlı film sürekli dikkatimi çekmesine rağmen izlemeye korkuyordum. stanley kubrick'i biraz biliyordum. korkum bu durumdandı sanırım. neyse filmi izleyecek cesareti bulduğumda direkt filmi izleyebileceğim bir yere koştum. film bittiğinde ise içimde garip hisler oluştu. bu duyguları tercüme edemesem de filmin benim üzerimdeki etkisi şöyleydi;

    sevdiğiniz bir yiyecek olur. bu yemeği yapılabilecek en güzel halinde yemek istersiniz. ama ne yapılması kolaydır ne de sindirilmesi. sadece bir kere yiyebileceğiniz lezzetlerden olur. yedikten sonra daha da yemek istersiniz ama ortada güzel ya da etkileyici bir yemek bulunmamaktadır. onlara kalırsınız. yemekleri yersiniz fakat aklınızda o eşsiz yemek kalır. yemeğin tadını da alamazsınız zevkini de.

    tanım edecek olursak güzel olduğu kadar mistik bir filmdir. insanları sessiz sahneleriyle sıkabilir fakat o sessizliği yakalamak zorundadır.
  4. sinema tarihinin en iyi filmidir. abartabileceğimiz bir nokta olsaydı keşke. insanın sonsuz potansiyelinin iğrenç temeli (korkaklık ve aç gözlülük) ve teknik kabiliyetinin yarattığı tehlike. bize zaman üzerinde hakimiyet kuran bir varlığı tek sahnede söze gerek kalmadan anlatması apayrı bir yetenek. uzayda yürüyemeyen, tuvalet ihtiyacını kılavuz olmadan gideremeyen ama kendini evrenin sahibi sanan insanı anlatmış. o uzaydaki sahnelerde güçsüzlüğümüzü gördükçe nefsimizi kesmiştir.
    abartmıyorum ben sinema tarihinin (hala) en başarılı filmidir.
  5. Teorik fizikçi michio kaku nun şurada uygarlık tiplerini açıklarken bahsettiğine göre-bazi cümleleri olduğu gibi kendisinden alıyorum-:
    stanley kubrickin film başında bilim adamlariyla yaptığı "bir uygarlik evrene nasil yayilir" konulu 5 dakikalik bir röportaj sekansı var imiş. Sanırsam film bu röportajlar ile başlarsa tüm büyüsünün kaçacak olmasından dolayı kubrick bu ilk 5 dakikalık sekansı filmden çıkarmıştır ve film birden mistik bir hal almıştır.

    Nitekim kubrick gayet güzel bir iş çıkarmıştır filmde. İzlenmesi gerekendir.
  6. insan evrimini anlatan film. primattan, uzay bebeğine.
    zgrkk
  7. filmin başlangıç sahnesiyle ilgili birkaç şeyi açıklığa kavuşturalım.

    !---- spoiler ----!

    bir hominin,zebranın uyluk kemiğiye kendi türünden başka bir bireye vuruyor.daha sonra zaferle havaya atılan kemik uzay aracına dönüşüyor,burda elbette alet kullanımına ve kullanım sürecindeki gelişime gönderme var.bunun ötesinde,kemikle başka bireye vurma olayında anlatılmak istenen şeyin kaynağı taung çocuğu olarak bilinen antik bir australopithecus africanus bebeğinin fosilleşmiş kafatasındaki darbelerin geride bıraktığı izler.fosili inceleyen bilim adamı ^:raymond dart^^:killer ape theory^,darbenin sebep olduğu yaralanmanın atalarımızın yamyam olduğuna işaret ettiğini düşünüyormuş.şu anda ise taung çocuğu'nun bir leopar ya da kartala yem olduğu düşünülüyor.

    !---- spoiler ----!

    güzel ve yavaş filmdir.
  8. kubrick'in neden büyük bir deha olduğunu gösteren başyapıtlardan biri belki de en büyüğüdür. başındaki ve sonundaki ve başındaki konuşmasız bölümleriyle aslında o kadar çok şey anlatır ki bize kubrick.
    !---- spoiler ----!

    filmde bir çok çarpıcı sahne olmasına rağmen belki de en çarpıcısı insanın kendi elleriyle ürettiği yüksek teknolojili yapay zekalıyı daha yüksek bir teknolojiyle değil bir tornavidayla yok etmesi ve ardından gelen şu mükemmel diyaloglardır:[hal's shutdown]
    hal: i'm afraid. i'm afraid, dave. dave, my mind is going. i can feel it. i can feel it. my mind is going. there is no question about it. i can feel it. i can feel it. i can feel it. i'm a... fraid. good afternoon, gentlemen. i am a hal 9000 computer. i became operational at the h.a.l. plant in urbana, illinois on the 12th of january 1992. my instructor was mr. langley, and he taught me to sing a song. if you'd like to hear it i can sing it for you.
    dave bowman: yes, i'd like to hear it, hal. sing it for me.
    hal: it's called "daisy."
    [sings while slowing down]
    hal: daisy, daisy, give me your answer do. i'm half crazy all for the love of you. it won't be a stylish marriage, i can't afford a carriage. but you'll look sweet upon the seat of a bicycle built for two.
    !---- spoiler ----!
  9. siyah taşın ortada belirmesinden sonra, ilk aletin bulunması ve türdeşlerine karşı silah olarak kullanılmaya kadar ilerlemesi çok fazla soruyu akla getirmektedir.

    1)ilk alet kemik olmayıp da (gerçekçiliği boşverelim youser) tornavida olsaydı ne olurdu? o tornavidayı yiyecek bulma amacıyla rakiplerine karşi kullanacaktı. yani alet, ne olursa olsun silahtır.

    2)insanı diğer türlerden en belirgin şekilde ayıran prefrontal lobu, kavga ve sömürü üretmek amacıyla mı gelişmiştir? o bir çeşit maymun kabilesinin, sinematografinin tanımını yapacak bir geçişle insana evrimleşmesi ise yine siyah taşın belirmesinden sonradır.

    vs..

    ps: ancak siyah taşı kubrick yerleştirip önümüze koyduğundan ikinci sorumuza film çerçevesinde cevap verebiliriz, geçerli bir sonuca ulaşamayız.
    birinci sorumuzun açıklamasından sonra ise apaçık söyleyebiliriz ki, artık "alet"in zihnimideki tanımını değiştirmeliyiz.

    ilk üç dakikasına gelirsek, o karanlık enfestir. keşke o sahneyi, kubrick yerine ben yapsaydım filmime dedirtir. dünyanın karanlık çağlarını kendi kendimize karanlıkça hayal ederiz. ekrandan yansıyan yüzümüzü görür, farklı şeyler düşünmeye başlarız.
  10. 1968 yılında stanley kubrick tarafından yönetilen abd ve birleşik krallık ortak yapımı bilim-kurgu filmidir. filmin ingiliz mucit ve bilim-kurgu yazarı arthur c. clarke'ın the sentinel adlı kısa bir öyküsünden esin alan senaryosu, kubrick ve clarke tarafından kaleme alınmıştır. stanley kubrick 1964-68 yılları arasında filmi çekmiş, arthur clarke da filmin akabinde aynı isimli kitabını yayımlamıştır. arthur clarke'ın serisi 1982'de yayımlanan 2010: odyssey two, 1987'de yayımlanan 2061: odyssey three ve 1997'de yayımlanan 3001: the final odyssey isimli kitaplarla devam etmiştir.

    film, hem insanın hem de insan teknolojisinin evrimini konu edinir ve günümüzde hâlen üzerinde çalışılan en temel bilimsel problemlere dair özgün ve bilim-kurgusal bir sinematik işleyişle kendi yormunu sunar. insanlığın şafağı, ay yolculuğu, jüpiter yolculuğu, jüpiter'den sonrası başlıklı dört temel bölümden oluşur. işleyişteki bilimsel gerçekliği, kendi döneminin ötesindeki görsel efektleri, provokatif belirsizliği ve bazı yorumculara göre içerdiği gerçeküstü betimleme, geleneksel anlatım teknikleri yerine sessizlik ve asgarî düzeydeki karşılıklı konuşmaları sayesinde ün yapmıştır.

    birçok insana göre hem bilim-kurgu türüne, hem de bilime yön veren kült (benzersiz) bir yapımdır. insanoğlu henüz ay'a ayak basmadan evvel yapılmış ve sunulmuş bir kurgudur.

    !---- spoiler ----!

    birinci kısım: insanlığın şafağı

    ilk bölümde, aynı su kaynağı için birbiriyle rekabet eden, birbirini sindirmeye çalışan iki primat grubu vardır. bu gruplardan birinin yaşadığı yerde, bir gün gizemli bir dikdörtgen dikilitaş belirir. primatlar taşı inceler. akabinde içlerinden birisi bir kemiği sopa gibi kullanabileceğini keşfeder. bu sayede kemiği silâh olarak kullanan primat grubu diğer primat gruba karşı avantaj elde eder.

    alet kullanmayı öğrenen bu primat grubu, artık günümüz insanına evrilecek olan gruptur. muzaffer primatımız, ilk bölümün sonunda, silâh olarak kullandığı kemiği havaya fırlatır ve düşmekte olan kemiğin fezada yörünge uydusuna dönüşmesiyle sinema tarihinin gelmiş-geçmiş en büyük zaman atlamalarından biri gerçekleşir; insanlığın alet kullanmayı keşfiyle birlikte başlayan evrimi, bir anda geldiği son aşamaya sıçrar.


    ikinci kısım: ay yolculuğu

    insanlık teknolojide ilerlemiş, artık ay'a ayak basmıştır. ikinci bölümde, birinci bölümde dünya'ya düşen dikdörtgen dikilitaş'ın sırrı çözülür. dikilitaş, üzerine ilk güneş ışığının vurmasıyla birlikte bir ses dalgası yayar.

    ay'da bulunan ve varlığı gizli bilgi olarak saklanan bu yeni dikdörtgen dikilitaş, yaydığı ses dalgası ile insanlığa ulaşmasını istediği yeni hedefini gösterir.


    üçüncü kısım: jüpiter yolculuğu

    ay'da bulunan ve varlığı saklı tutulan diktörtgen dikilitaş, insanoğluna jüpiter semalarında yeni bir keşif yolculuğunu işaret etmiştir - ki bu bilgi, filmin bu bölümünün sonunda açıklığa kavuşacaktır. - üçüncü bölüm, 18 ay sonra discovery one adlı son teknoloji uzay aracıyla gerçekleştirilen jüpiter yolculuğunu konu edinir.

    daha önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, insanoğlu alet kullanmaya başlayarak evrilmeye başlamıştır; zamanla hem kendini hem de kullandığı aletleri giderek geliştirmiştir. kendi evrimini yeni bir safhaya taşıyan insan, teknolojisini de sürekli yeni safhalara taşımıştır.

    gelinen noktada insan, keşif yolculuklarında kendine yardımcı olacak kusursuz bir yapay zeka geliştirmiştir. fakat, jüpiter'e doğru bilinmeze yaptığı keşif yolculuğunda insan, "hal 9000" adını verdiği yapay zeka ile anlaşmazlığa ve çatışmaya düşer.

    hal sözcüğünü oluşturan harflerin ibm'in harflerinden alfabede birer önceki harfler olmaları bir tesadüf değildir. nitekim, filmde kullanılan hal zaten ibm'dir ve jüpiter görevinde insanla çelişmesinin nedeni de ( isaac asimov'un 3 robot yasası'na gönderme yapılarak ) insanların hayatı ile görevin tamamlanması arasında çelişkiye düşmesidir. çünkü hal 9000, görevin sonunda insanların geri dönemeyeceğini bilmektedir. geminin mürettebatı ise bunu bilmemektedir.

    discovery one gemisinin ana kumandasını elinde tutan hal, kurmaca yönlendirmelerle gemi mürettebatındaki dört kişiyi öldürür. mürettebattan geriye sadece tek kişi kalır: dave bowman. fakat hal, burda bir şeyi hesaba katmaz: insanın cüretkârlığını. o, daha önce satranç oyunuyla zeka ve strateji gücünü test ettiği dave'in mağlubiyeti kabul edeceğini ön görmüştür. ama dave, hal'a karşı riskli bir karşı hamle yapar ve başarılı olur.

    bu bölümde insan, kendi geliştirdiği yapay zeka ile egemenlik mücadelesine girer ve onu teknoloji üretmeye başladığı ilkel aletlerinden biriyle öldürür: tornavida.


    dördüncü kısım: jüpiter'den sonrası ve sonsuzluğun ötesi

    dördüncü ve son kısım, filmin en kompleks, anlaşılması ve açıklanması en güç olan, âdeta beyin yakan bölümüdür.

    bilinmeze yolculukta tek başına kalan dave, jüpiter yörüngesinin hemen dışında, fezada süzülen yeni bir dikdörtgen dikilitaşı bulmak üzere discovery one adlı gemisini daha küçük bir uzay aracıyla terk eder. dikilitaş'a yaklaşınca, güneş sistemindeki gezegenler yörüngede aynı hizaya girerler ve dave'in taşıtı bu esnada açılan bir solucan deliğine kapılır. solucan deliğindeki yolculuğu sırasında dave, önce çeşitli ışık hüzmelerinden geçer. daha sonra peş peşe farklı gezegenler ve çeşitli kozmolojik olaylar görür.

    boyutlar arası bir koridordan uzay ile zamanın büküldüğü bir yolculuk yapan dave, bu yolculuğunun sonunda kendini "beşinci boyutta" bulur. filmin son bölümündeki bu beşinci boyutta gözümüze gözümüze sokulan en büyük gerçeklik "insanın giderek yaşlanması" dır. burada dave, peş peşe kendini daha yaşlanmış bir hâlde bulur. beşinci boyutta en son dikilitaş belirir, dave'in bedeni yok olur; geriye sadece bebek biçiminde bir enerji kalır ve bu enerji, dünya yakınlarında bir yerde fezada süzülmeye başlar.

    bildiğiniz gibi; insan bedenen yaşlandıkça çocuk gibi davranmaya başlar, çünkü bilinci giderek körelir. günümüzde bilim, insan ruhunun bilinçte ve beyindeki farklı merkezlerde bulunduğunu düşünüyor. insan ölünce bedeni maddesel dönüşüm geçiriyor. fakat, ya bilinç ve enerji, yani "ruh" dediğimiz olguya ne oluyor? işte film, son sahnesiyle bilimin bu problemine kendince bir cevap vermektedir. benim anladığım kadarıyla, insanın bilincini geliştirebilme ve kullanabilme yeteneği bedensel gelişimi ile doğru orantılı oluyor. bilinci kullanabilecek bir bedensel mekanizma işlevi kalmayınca, bilinç insanda oluşmaya başladığı en basit hâlinde enerjiye dönüşüyor. evet, zannedersem filmin önermesi bu şekilde.

    film, son kısmıyla muallakta kalan, tam anlaşılamayan bir yapıttır. çünkü, temelde insan bilincinin yaratıcısına nasıl geri dönebileceği sorununu konu edinmektedir ve bu konu, insanın mevcut kavrama kapasitesi ile tamamen somutlaştırabilip anlayabileceği bir şey değildir zaten. insanın kendininkinden çok daha üstün bir bilincin varlığını anlayabilmesi şu an için namümkün. sinema filmi, ancak insana düş gücünü ve düşün yeteneğini derinleştirebelecek yeni önermeler sunabilir.

    filmin iki şeyi savunduğunu tam olarak söyleyebiliriz; savunduğu ilk kanı, insan evriminin başka bir boyuttan gelen bilinçli bir müdahale ile başlamış olabileceğidir. ikincisi ise insanın bu farklı boyuta ve/veya üst-bilince, ancak bilimde ve teknolojide kaydettiği ilerlemelerle ulaşabileceğidir.


    filmin ayrıca şöyle bir çözümlemesi vardır, bkz: http://www.kubrick2001.com/

    !---- spoiler ----!