1. Bu sitede yazanlar olarak, ara ara başka başlıklara ülkenin gidişatına dair bir şeyler yazıp çiziyor, ne olacak bu memleketin halinden, bu hale getirenlere lanet olsuna kadar giden bir yelpazede durumu özetliyoruz. Dolar ve benzeri başlıklara yazmayı bırakıp meselenin adını koymanın zamanı gelmedi mi? 2018 ekonomik krizi. Buyrun buradan devam edelim.
    Aslında başlık hatalı olabilir, krizin ayak sesleri elbette 2018 öncesini de kapsıyor ve bahsettiğimiz bu sürecin elbette ekonomik bir krizin ötesinde yapısal bir yönü de var. kolaylaştırıcı olması için böyle bir başlık açtım.

    Çok uzun tutmamak için küresel kapitalizmin hedefindeki Türkiye sürecini 1980 darbesi, Özal’lı yıllarda finansal serbestleşmeye itiliş, devamında gelen tüm iktidarlarca yürütülen istikrarlı boyun eğme ve imf politikalarına biat, derviş sopası ve son olarak da akp iktidarınca uygulanan politikaların tümünü sadece başlıklar halinde hatırlayıp geçelim. Ve gelelim günümüze.

    Bugüne ilişkin iktisatçıların üzerinde uzlaştıkları terim “currency crisis” yani Türkçesi ile kur krizi. En kaba tanımı ile para biriminin gelecekteki değerine güvenin bitmesi ve yoğun bir şekilde alternatiflerine yönelim. Ekonomi ile ilgilenmesek dahi artık hepimizin bildiği, kurdaki yükselişi frenlemek için faiz artırımına gidilmesi. Akp hükümeti 2013 yılından bu yana (yani bol para dönemi bittikten sonra) bunu yapmamakta inat etti ancak sonrasında büyük faiz artışları yapmak “zorunda kaldı”. Peki işe yaradı mı? Sonuç ağustos ayından bakıldığında ortada. Gecikmiş adımlar artık süreci bir kısır döngüye çevirmiş görünüyor. Finansal krizin ayak sesleri 'ni Korkut boratav yazmış, hem tarihten dersler hem de geleceğe ilişkin öngörüler içeriyor.

    Yine tam bu noktada daha önce de paylaştığım, parasını korumamayı tercih eden merkez bankası ve 16 yıllık akp iktidarının maceraları; kibir, rehavet, cehalet ve dalalet dönemlerine ilişkin bir analizi tekrar paylaşayım, oldukça açıklayıcı. bu yazı yazıldığında ve paylaştığımda 24 haziran seçimleri geçmemişti ve bu düzeydeki yapısal bir sorunun iktidar değişse de bir gecede çözülmeyeceğini bilsek de, seçim sonuçlarının farklı olması muhtemeldir ki krizin bu derece derinleşmesini önleyecekti. Hazineyi damada verdik, artık yapacak pek bir şey yok.

    Döviz faiz kıskacından çıkamayan ekonomide şimdi gelinen nokta özellikle özel sektörün dış borçlarının büyüklüğü ve kısa dönemli ödeme takvimi. Borçlarını yapılandırmak için bankalarla görüşen toplamda kaç büyük şirket var bilmiyoruz (ben bilmiyorum), yaşanan döviz şokları ile durumu kritikleşen kaç şirket var bunu da bilmiyoruz. Ancak durumun vehametini tahmin etmek güç değil. sürecin böyle gitmesi bu borçların önce bankalara oradan da devlete yani vatandaşa yüklenmesi ile son bulabilir. Kur krizi ödeme dengelerinin bozulması ve bankacılık krizleri ile devam eder diyor teori ve tarih.

    Şimdi bir de M. Murat Kubilay tarafından yazılmış abd tehdidi ile akp tarafından rehin alınmak yazısına bakmakta fayda var. Sürecin nasıl şekilleneceğine ilişkin güzel tespitler içeriyor. Sade vatandaş olarak yakın dönemde krizin sorumluluğunu almaktan kaçan iktidar tarafından hamaset edebiyatları ile “aynı gemideyiz” söylemine ikna edilmeye çalışılacağız. Sorunun yapısal ayağı, refah değil büyümenin, üretim değil tüketimin pompalanmış olması göz ardı edilerek bu sürecin bir dış saldırı olduğu söylemi daha yüksek perdeden söylenecek. Ve hiç olmadığı kadar kutsal, korunması gereken bir “devlet” söylemi ile karşılaşacağız, hatta karşılaşıyoruz. Oysa yukarıda bahsettiğim yapılandırmalar, inşaat sektörü ayakta kalsın diye verilen tavizler ve 100 günlük programdan da görüleceği gibi, filikalarda bizlere yer yok.

    Bu hamasete pabuç bırakmayacak olanları ise başka bir tehlike bekliyor: İmf'den medet ummak. Youreads de dahil, bir çok platformda, çaresizliğin tezahürü müdür bilmem, buna benzer söylemler utangaç bir tondan seslendirilmeye başlandı. Ana fikir” imf olsaydı bu derece kafalarına göre at oynatamayacakları, hatta ülkede var olmayan muhalefetin imf eli ile ekonomik anlamda gerçekleştirilebileceği.” Akp’nin imf’den önceki kopuşunda denetlenmeme şevkinin olması her ne kadar doğru olsa da bu denetlenememe halinin kimin yararına işletildiğini 16 yılın sonunda net biçimde görüyoruz. Öte yandan imf’nin yapısı gereği koruduğu sınıfta yine biz yokuz çünkü imf'nin görevi borçluya borç vererek "alacaklıyı" kurtarmak. Ardından kendi parasını kurtarabilmek için ülke içinde çeşitli yollarla (özelleştirmeler, reformlar, hani şu parmak kaldır, parmak indir şeklinde dakikada onaylanan derviş politikaları gibi), ülkeyi batırmadan vatandaşı süründürmek. En kaba tabirle sosyal devletin tasfiyesi. Tasfiye edecek ne kaldı ki diyebilirsiniz, ben de bunlar iyi günlerimiz diyebilirim.

    Peki ne olacak? İşte onu bugünden net şekilde söylemek için medyum olmak gerekir. Hele ki Türkiye’de ekonomik veriler ve dış politikadaki kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar bu derece gizli saklı tutulurken. Ancak bugün yaşadıklarımızın diğer deneyimlerimizden daha derin, kur, özel sektör ödemeler dengesi, bankacılık sektörü, devlet ve ihalenin sonunda vatandaşa devri şeklinde ilerleyecek, çıkılmasının sadece ekonomik adımlarla olmayacağının belli olduğu bir krizin henüz başlangıcı olduğunu söylemek için de büyük kahin olmaya gerek yok.
    mesut
  2. rte: " Onların dolarları varsa bizim de halkımız, hakkımız, Allah'ımız var"

    kaynak

    bundan sonra ne olur tartışmalarını allaha endeksleyeceksek yunan tragedyalarına bakmakta fayda olabilir.

    şu çalışma sanatçı jana sterbak'a ait, adı sisifos sporu, geleceğimize ilişkin çok şey anlatıyor.
    mesut