1. yüzsüzlük, gurursuzluktur efendim aşk. işin tuhaf yanı geriye dönüp baktığında yapılan şeylerden utanılmamasıdır.

    mesela bugün çok güzel örneğini yaşadım. kız ne yazsam cevap vermiyor arkadaş. yazdıklarımı görüyor, cevap vermiyor ısrarla. o mavi tikler kalbime kalbime saplanıyor.

    uzun bir mesaj atıyorum, "bak," diyorum "konuşmak istemiyorsan söyle, böyle olmuyor, kendimi önemsiz hissediyorum" diyorum. 3 saat sonra ismimi söylüyor. ben tabi o an heyecandan gebermek üzereyim, ağlaklık yapıyorum kendi kendime. en kötü senaryoyu sırf gerçekleşmemesi için istiyormuş gibi görünüyorum. ben de onun ismini söylüyorum. yok arkadaş, çevrimiçi oluyor, mavi tik oluyor, facebook'ta online oluyor, cevap vermiyor inatla. isminin son harfini uzatarak söylüyorum, cevap vermiyor. yüzsüzlüğün dibine vurup isminin son harfini daha fazla uzatıyorum ve sonuna "ğ" konduruyorum, şaka yapmak amacıyla. yine cevap yok. sonra bir sitemli mesaj daha atıyorum, gene cevap yok. yok allah yok.

    her şeyi geçtim. lan ben leviathan'ı anlamak için 3 ayımı vermiş adamım. karamazov kardeşler'deki nihilist ögeleri saptamak için karamazov kardeşler kalınlığında üç kitap okumuş adamım. rusya'nın sosyoekonomik yapısının 19. yüzyıl rus romanına nasıl yansıdığını anlayabilmek için bir yıldan fazla zamanımı harcamış adamım. türk medeni kanunu'ndan, türk ceza kanunu'ndan kafamı kaldırmayan adamım. şimdi gelmişim whatsapp'ı, facebook'u dert ediyorum lan kendime.

    aşk budur efendim. aşk yüzsüzlüktedir, gurursuzluktadır. önemsenmediğin zaman yerin dibine girmektedir. lanet olası fedaraller.
  2. "derler ki; aşk, birine seni yok etme kudreti verip, bunu kullanmama hususunda ona itimat etmekmiş."
    reşat nuri güntekin
  3. elimde bir birayla balkonda oturuyorum. aslında içeride oturacakken birlikte türkü söyleyen bir kadın ve erkeğin sesine kayıtsız kalamayıp balkona çıktım. kendilerini görmüyorum, sadece sesleri duyuluyor. tahminimce yirmili yaşlarda iki insan içki masasındalar. son yarım saattir gülüyor, türkü söylüyor, sonra tekrar gülüp tekrar türkü söylüyorlar. adam derin derin iç çekiyor ara ara. mutlulukları, huzurları taa benim balkonuma dek yayılıyor. "siz hep böyle mutlu olun" diyorum kendi kendime.
    az önce yine gülüp birbirine çok yakışan sesleriyle türkülerini söylerken, bitmesine yakın adam tekrar içini çekerek "çok seviyorum be seni. ben seni çok seviyorum." dedi. öyle sahici, öyle güzel, öyle içtendi ki bir süre sustular birlikte. şimdi daha içten gülüyor, daha güzel türkü söylüyorlar.

    aşk güzel şey dostlarım. başkalarının aşkına tanıklık etmek bile çok güzel şey. ben kendi kadehimi önce bu iki genç aşığa, sonra sizlere kaldırıyorum. aşk, isteyen herkesi bulsun.
  4. aşktan söz ettiğimizde sözünü ettiklerimiz...

    aşk sandığımız hayranlık.
    "eğer aşktan söz edildiğini duymamış olsalar, hiçbir zaman sevemeyecek insanlar vardır." dediler diye, aşk diye bir şey varmış, dur bakayım nasıl bir şeymiş diye diye kendini içine düşürmeye çalıştığımız bir duygu. aşkın saklandığı sandık da olabilir hayranlık.

    ilk aşk.
    sultanpınarı'nda başlamışsa daha etkileyici olur. daha önce hiç öyle hissetmemişsinizdir. sol memenizin altındaki cevahir harekete geçmiştir. büyük olasılıkla lise yılları... insan ilk aşkını son aşkı gibi, son aşkını ilk aşkı gibi severmiş. bir kez âşık olanlar neylesin?

    ilk ayrılık.
    her aşk bitermiş öyle bildim diye şarkı söyleme dönemi. ne kadar söylerseniz söyleyin, üstat haklı; ayrılık da sevdaya dahil. aşk denince ayrılık, ayrılık denince aşk.

    gençlik.
    ilk gençlik yıllarında âşık olduğunuz için değil, her gelişinde gençleştirdiği için.

    huzur.
    işte en büyük yalan. aşkla birlikte huzur değil huzursuzluk gelir insana. daha çok görmek, dokunmak, paylaşmak isteği. bazen anları, bazen bir yaşamı. sonra imkansızlıklar. sonra huzursuzluk.

    merak.
    çocukluğunu merak etmekle başlarsınız. çocukluk fotoğrafını gördüğünüzde o çocukla beraber büyümediğiniz, yıllarca aynı sokaklarda oynamadığınız, yürümediğiniz, koşmadığınız için üzülmek. nasıl biridir? en sevdiği meyve, en sevdiği mevsim, en sevdiği şehir? eski sevgililerini merak etmek ama sormamak. sorarsanız, anlatırsa üzülürsünüz. bir teselli cümlesi size: "o zaman seni tanımıyordum ki."

    inanmak istemek.
    yalan söylediğini bilseniz de, gözünüzün içine baka baka yalan söylediğini bilseniz de inanmak istemek. aklınızla duygularınızın savaşı. siz hep aşk kazansın istersiniz. gerçekler tokat tokat vurulana kadar.

    yalanlar.
    bazen büyük bazen küçük. o söyler. siz söylersiniz. birbirinize. ailenize. çevrenizdekilere. kendinize. en kötüsü kendinize.

    uzun yolculuklar.
    bazen kısacık görmek bazen artık hiç görmemek için. bazen gelmek bazen kaçıp gitmek için yollar. siz onu uzun bir yolda yürürken görmeseniz de o uzun bir yolculuk yapıyordur. nereye doğru belirsiz.

    sahiplenme isteği.
    ilkel bir duygu ama en çok aşkla harekete geçer. geçmişine, şimdisine, geleceğine sahip olma isteği. en tehlikelisi.

    onaylanma isteği.
    sözünüz, kıyafetiniz, saç şekliniz onun tarafından beğenilsin. başkalarıyla karşılaştırmadan doğru bulsun seçiminizi. ilk gençlikte daha çok.

    korku.
    kaybetme korkusu. nasıl nefes alacaksınız? yeniden nasıl güleceksiniz? geçiyor, merak etmeyin. yaşamak zorundaysanız geçiyor.

    unutma isteği.
    acı vermeye başlamışsa, dünyalar, beklentiler, umutlar değişmişse, yapılacak hiçbir şey kalmamışsa, klişeler bile işlevsizse artık, unutmak istersiniz. inançlıysanız, unutmak için dua bile edersiniz.

    arayış.
    unutma isteğiyle yakın zamanlıdır. yeni bakışlar, yeni gülüşler, yeni dokunuşlar ararsınız. aşkı yeniden ararsınız da o öyle olmaz işte. yeni heyecanlar vardır belki ama siz değişmeye, ruhunuzu eskitmeye başlarsınız böylece. sonraları tecrübe diyeceğiniz bir ruh üşümesi, ruh eskimesi.

    yalnızlık.
    aşkın sonucu değildir aslında. o hep bizimle. farkına varanlar ve hiç fark etmeden bu dünyadan geçip gidenler var. "aşk iki kişiliktir" evet. iki farklı kişilik vardır aşkta. aşkınızın sonunda ömür boyu birliktelik de olsa kendi kişiliğinizle baş başa kalırsınız. ona iyi bakın.

    bir beyitle bitsin:
    "bir demir dağı delip boynuna almak gibidir
    her kişi âşık olurdu eğer âsân (kolay) olsa" ^:taşlıcalı yahya^

    yine de aşk olsun yani.
  5. "bence engel tanımaz gerçek bir aşkla sevmiş olanlar.
    aşk demem aşka
    değişik durumlarda değişip duruyorsa,
    ya da meyil duyuyorsa bırakmaya ilk fırsatta.
    aşk dediğin fırtınaya bakar ve titremez asla;
    ah, hayır! her daim duracak bir işarettir,
    bir yıldızdır, dönenen teknelere rehberdir,
    boyu posu ölçülse de bilinmez değeri nedir.
    zamanın oyuncağı olmaz; gül dudaklı
    ve yanaklı aşkı götürebilir sallasa zaman orağını;
    değişmez aşk kısa da sürse saatler ve haftalar,
    aşk dediğin kıyamete dek yaşar."

    shakespeare ..
  6. ben bu duyguyu şimdiye kadar yaşadığıma inanmıyorum ya. uğruna bu kadar methiyeler düzülen, şiirler, şarkılar yazılan, insanların uğruna herşeyden vazgeçtiği bir duygudan söz ediyoruz. bense sadece şunu soruyorum, insan -anne çocuk ilişkisi dışında- nasıl başka bir insanı kendinden çok sevebilir. insanın bir kere doğası gereği önce kendini düşünmesi, kendini koruma altına alması gerekli. yani belirli bir düzeydeki bencillik kötü bir huy değil aksine insanın yaradılışıdır bence.

    evet sanırım ben biraz fazla bencilim. ya da daha önce aşık olmadım ikisinden biri olsa gerek ki, yaşadığım duygusal ilişkilerin hiç birine bu yüceliği atfedemiyorum. aralarında hiç unutamayacağım güzellikte insanlar ve anılar var, kabul. ama beni senelerce süründürecek yahut peşinden koşturacak bir his değil hiç biri. ilginç şekilde böyle birşey olmasını da istemiyorum zaten. belki de bir savunma mekanizmasıdır bu.
  7. belli bir akıl sağlığı standartında yaşama devam edebilmemiz için muhtaç olduğumuz duygular bütünü.

    bunun en büyük ispatı pek acıtmasına karşın sürekli arzu halinin devamıdır. eğer aşka muhtaç olmasaydık bu kadar sıkıntı ve acıyı yüklenmek son derece saçma bir hareket olurdu.

    insan bedeni üretiyor. sevgi üretiyor, ilgi üretiyor, alaka üretiyor. bu birikimleri dışa vurmazsak içimizde çürüyerek bize zarar veriyor. arada ufak ufak atımlar yapıyoruz kedi seviyoruz, bir çocuğun başını okşuyoruz, belki zor durumdaki birine yardım ediyoruz. ama bunlar satır arası..yeterli değil. gerçekten içimizde biriken sevgiyi, ilgiyi bir kişiye yöneltebildiğimiz zaman hafifliyoruz.

    hafiflediğimiz zaman, işte, okulda veya sokakta her neredeyse takınmak durumunda olduğumuz maskeleri düşürebiliyoruz. ehe ehe eve gideyim jelibon yiyeyim diye düşünürken, x bey istediğiniz çalışmaları hazırladım diyoruz ya hani gün içinde, işte içimizde birikenleri verdiğimiz kişiye böyle yapmak durumunda kalmıyoruz. aklımızdan geçen, gönlümüzden geçen neyse tüm çıplaklığı ile onun karşısında durabiliyoruz.

    işin en güzel yanı, o da bizim karşımızda öyle durabiliyor. bu karşılıklı olduğu zaman gerçekleşen enerji akımı, o karşılıklı sonsuz güven ve sona ermeyecek gibi gelen huzur hissi.

    işte o his var ya, onun için tüm çalışmalarımız, tüm kazandığımız paralar, tüm kendimizi adam etme çabamız o hissiyata ulaşabilmek için. madde olan hiç bir şeyle, yemeyle içmeyle, statü kazanmakla, en iyi arabayı almakla, en müthiş seksi yapmakla, yönetmekle, güce ulaşmakla ulaşılmıyor buna. o yüzden ki paraya ve güce sevdalı olanlar bunun sonunu getiremiyor, sürekli diyor daha fazla daha fazla. kazandıkça, elde ettikçe boşluk da büyüyor asla dolmuyor.

    halbuki herşeyi doldurmanın yolu aşktan geçiyor. sen, onun karşısında tamamen sen, o senin karşında tamamen o olduğu zaman ve göz göze durduğunuz zaman, o güven o huzur, o tek bedende iki ruh hissiyatı..işte o zaman nirvana mı dersiniz, enel hak mı dersiniz ne derseniz, ulaşıyorsunuz. böyle bir hissi insan bedenine ekleyebildiği için tanrıya inanıyorsunuz.

    işin sancılı acılı kısmı yok mu, dolu, belki çoğunluğu öyle ama tilkinin de dediği gibi "insan evcilleştirilmeyi kabul etti mi, biraz gözyaşını da göze almalı."
  8. dünya bir çaydır, aşk da şeker. bizim gibi garibanlar da çayı şekersiz içer.
  9. insaoglu; doğar, büyür ve ölür.

    ben bunların aralarına "bütünleşir" tanımını koyuyorum ve bunu sağlayan şeye de aşk diyorum.

    düzeltelim şimdi; insaoglu doğar, büyür, bütünleşir ve ölür.

    aşk birleşim demektir ve tanrının gizli/sihirli şarabını ele geçirmek gibidir.

    insanın
    hayat fonksiyonları update olur. -bilgisayar dili ile konusuyorum-
    yüreğinde devrimler yaratır. -sosyal mesaj da verebiliyorum-
    kuşlar göç eder kalbine ve orada yaşarlar...-bu da fena degildi bence-
    en önemlisi ise bu "birleşimden" sonra yalnızlığını öldürürsün ve senden/sizden güçlüsü olamaz.
    "yarı tanrı" olunabilme ihtimali bile var...

    buraya kadar herşey iyi hoştu öyle değil mi, kabul ediyorum bende yazarken bir an o duygulara sahip olduğumu düşündüm...

    ancak şu zamanda aşk, bir yerlere saklanmış ve çıkmaktan korkan ürkek bir güvercin gibi duruyor, eros zaten buraları terketmiş, şarap çanağı devrilmiş...

    aşk'ı öldürüyoruz git gide...

    son kalan kıpırdıların şerefine şuan bir kadeh kaldırabilirim.

    siz hep var olun.
  10. nerede okumuştum hatırlamıyorum ama bence en güzel tanımı şudur :
    ''aşk, bir kişi ile diğerleri arasındaki farkın fazla abartılmasıdır.''
    beid