1. google playbook üzerinden ücretsiz okuyabileceğiniz dergi. okumak için ateist olmanıza gerek yok, ufkunuz genişletecek yazılar olabiliyor.

    alıntıdır
    sayı 5
    yazar:nesrin dumlupınar
    başlık:ateist türbanlılar
    tamamen katıldığım en güzel sözlerden birisidir bu söz: “doğaya her türden aykırılık, günahtır. en günahkâr insan, rahiptir: o, doğaya aykırılığı öğretir.” dünyaya gelişimizden itibaren kendi doğalımızdan koparılıp yapay bir dünyaya sürüklenmiyor muyuz? paket programlar küçücük beynimize din, gelenek ve toplum kuralları olarak yüklenmiyor mu? hayali karakterlerin gerçek olmayan dünyalarından etkilenen çok az kişi vardır aramızda. bu programların temizlenmesi çok uzun bir süreç gerektiriyor. dini yönleri sadece bayram vb. ritüellerden oluşan bir ailede dünyaya gelmişseniz daha şanslısınızdır. en azından soru sormanız engellenmez ve daha özgür düşüncelere daha erken yaşlarda sahip olursunuz. ama benim gibi nakşibendi tarikatına bağlı bir dedenin evinde dünyaya gelirseniz, kurtulma şansınız daha zordur. zordur çünkü hapishane kuralları sizi daha küçük yaşlarda sınırlamaya başlamıştır. hele kız iseniz giysilerinizle başlar kurallar. okul formasının kısa olmaması gerekir. yaz aylarında bile külotlu çoraba mahkûm edilirsiniz. günahtır çıplak etiniz gözükmeyecektir. nedenini bilmezsiniz. gözükmeyecektir o kadar. herkes rahatça koşup oynarken siz ter içinde kalırsınız. eve geldiğinizde isilik olan yerlerinizi kaşımaktan uyuyamazsınız. daha çocuksunuz ve sınırlamalara rağmen yine de büyümek istemezsiniz. çünkü büyüyüp ergen olursanız günah defteriniz açılacaktır ve namaz gibi sıkıcı ibadetlerle yükümlü olacaksınız. en önemlisi sadece etek boyu ve külotlu çorapla kalmayacak, saçlarınızı örtmek zorunda kalacaksınız. rüzgârın saçlarınızda dolaştığını hissedemeyeceksiniz. büyüdükçe ölecek öleceksiniz. dindarlığın insanı doğasından kopardığı bir gerçek… ve doğasından kopan her canlı hem kendi bireysel sisteminde bozulmalara uğruyor hem de yaşadığı ortamın sistemine zarar veriyor. burada dindar insanların kendine ve çevresine verdiği zararlardan kısaca bahsetmek istiyorum. her birimiz sosyal varlıklarız. yemek içmek yatmak vb. temel ihtiyaçlarımızın yanında eğlenmek öğrenmek dost edinmek sohbet etmek gibi çok önemli ihtiyaçlara da sahibiz. inançlı bir insanın bu ihtiyaçları sınırlıdır. kendisine benzeyen insanlarla ilişki halindedir. kendi inançlarına göre kitap okur. hatta anlamadığı dinin dilinden okur. başka türlü kitaplar yasaktır. çünkü dinden çıkması ihtimali vardır. seçtiği tv kanalları izlediği filmler ve tiyatrolar onun tarzına göredir. özellikle kadınsa cinsel ihtiyacını evlenmeden gideremez. kimisi rahibe hayatı yaşar, bu tip insanlara baktığınızda sinirli ve mutsuz olduklarını görürsünüz. hatta bazıları size hakaret dahi edebilir ki bu başıma kapalı bir kadın tarafından geldi. dolayısıyla hem kendini hem de beni mutsuz etti. işte toplumsal bir zarar… bazı kadınlar da dinde günah olmadığını düşündüğü daha ergenliğe girmemiş yani yanında soyunmasına sakınca görmediği küçük erkek çocuklarına tacizde bulunurlar. bunun sonucu daha vahimdir. küçük yaşta tacize uğrayan bu çocuklar cinsellikten nefret ederler. ya da kadınlardan nefret ederler. yapılan araştırmaların sonuçları göstermiştir ki bu erkek çocuklarından bazıları ileride pedofili rahatsızlığı göstermişlerdir. zincirleme gelen bu etkenler toplumu huzursuz etmektedir. ama kimse suçun kaynağına inmez, herkes suçluyu linç etme peşindedir. oysa türbanlı ateistler “doğaya her türden aykirilik, günahtir. en günahkâr insan, rahiptir: o, doğaya aykiriliği öğretir.” friedrich nietzsche ateistdergi.com 7 suçlu herkestir. ve en önemli etken, din ve bastırılmış cinsel isteklerdir. görünende ise iki kurban vardır. biri katil biri maktuldür. toplumun ve dinin hapishanesinde yaşayan insanlar sürekli mutsuzdurlar. bu nedenle şeriat isterler. kendi sahip olamadığı özgürlüğe kimsenin sahip olmasını istemezler. bilinçaltlarında sınır tanımaz bir kıskançlık vardır. ama bilinçli olarak bunu fark edemezler. etrafındaki insanları sürekli uyarmaya çalışırlar. kendilerini kandırırlar onların cehenneme gitmesini istemediklerini düşündüklerini sanırlar. oysa topluma bir bakın kim kimin yardımına koşuyor ve kim kimin felaketini önlüyor. eğer gerçekten ciddilerse neden zor durumdaki insanlara yardım etmiyorlar. neden onları bu yeryüzünde cehenneme terk ediyorlar. hatta kendilerine inanmadığınızı anladıklarında sertleşmeye ve daha da ileri giderek küfretmeye başlıyorlar. onların amacı sizi kurtarmak değil kendi doğrularını kaybetmekten korkuyorlar. çünkü ellerindeki baston gitmek üzere o kadar çile çekilmiş ki mutlaka ödülünü almalılar. sizi kurtarma çalışmaları da tanrıya yalakalık yapmaktan öte bir şey değil. eğer gerçekten öyle olsaydı yani sizi kurtarmak isteselerdi tanrıya cehennemi kaldırması için dua etmeleri gerekirdi. ne yazık ki bunun tam tersini cehennemin olmasını tanrıdan daha çok arzu ediyorlar. sırf bizim haksız olduğumuzu kanıtlamak için diri diri yanmamıza razı oluyorlar. böyle bir algıya sahip olduklarını bile fark edemiyorlar. çocukluğumu düşündüğüm de, ateist eylemlerin daha o zamanlardan başladığını görüyorum. babaannemle gittiğimiz teravih namazlarında sıkılır. herkes secdeye gittiğinde ben gitmezdim. ara sıra, bulunduğumuz kadınlara özel balkondan gizlice aşağıya bakardım. yasak olan her şeyi çiğnemeye o zamanlardan başlamıştım. en çok sorduğum soruysa “neden tanrı âdem’le havva’nın yanına bir çift daha yaratmamış da çocukları evlenmiş” olurdu. aldığım cevaplar beni tatmin etmezdi ve yenilerinin eklenmesine sebep olurdu. siyah insanlar nasıl olmuş? verilen cevap çok komikti. efendim nuh peygamber uyurken oğullarından biri onun cinsel organını görmüş ve peygamber onu lanetleyip siyah yapmış. onun soyundan gelenlerde siyah olmuşlar. cevaba bakar mısınız bir ırkı küçük düşürmek için ne yalanlar uyduruluyor. böyle saçma cevapların içinde gerçeği öğrenmek isteğimle geçti çocukluğum anlamsızca. şimdi elimde olsa zihnime format attırıp kendi istediğim programları yüklemek isterdim. ama bunun imkânsız olduğunu biliyorum. en azından şimdilik ileride bilim ihtiyaç halinde bunu geliştirecektir kim bilir? keşke başörtüsü sadece saçları kapatsaydı diye birçok kez düşünmüşümdür. başını örtmüş bir kadın yaşam tarzını da değiştirmek zorunda ve düşünce sistemini de ona göre ayarlamalı. bir eşcinsel hakkında kendi özgün fikirleri olamaz. onun eşcinseller hakkında ne düşüneceğine dini karar verir. idam hakkında bir fikri olamaz çünkü din kuralları koymuştur. hiçbir zaman dinin neden köleciliği değil de dedikoduyu yasakladığını sorgulamaz. hangisinin daha önemli olduğuna tanrı karar vermiştir ve vardır bir hikmeti. yarı açık bir beyin ve dış dünyaya kapalı bir kadın… önce özgün fikirlerinden sonrada kendinden vazgeçmeye başlar. o erkekler için var olduğuna inanır ve itaat eder. cinsel dürtüleri bastırılmıştır. en doğal olması gereken sevmek ve sevilmek fiilleri sözcük dağarcığında yoktur. aile baskısı altında kapatılmış genç kızlar aslında farkında olmadan ateist eylemlerde bulunarak sevdikleriyle gizlice buluşurlar. evet, ateist eylemdir, onlar inkâr etse bile durum tam tamına budur. neden mi? çünkü tanrıdan çekinselerdi onun gözleri önünde el ele dolaşmazlardı. çekindikleri korktukları aileleri ve konu komşudan başkası değildir. tanrı’nın cehennemi akıllarına bile gelmez. bir iki namaz bir iki dua ve tövbe ettin mi işler çözülür. ama aileleri daha tanrıdan daha korkunçtur. duyduklarında verecekleri tepki tanrı kadar sessiz olmayacaktır. o genç kızların içlerinden geçen fırtınaları tahmin etmek hiç de zor değildir. cehennemde yaşıyorlar. ve öldükten sonra ikinci bir cehennemle korkutuluyorlar. ayrıca bu kızların tek düşmanı aile ve komşular değildir. toplumun içinde başörtüsüne karşı olan, kendilerini laik diye adlandıran özgür- 8 ateistdergi.com lüklere tahammülsüz, başka yönden yobazlar da vardır. onlar da bu kızların sevdikleriyle el ele görmekten ve teşhir etmekten mutluluk duyarlar. bak gördün mü başı kapalı ama yaptığı şeylere bak. eskiden sosyal medya yoktu, biraz daha rahattı insanlar. şimdi ise kendinizi her an nette görebilirsiniz. bak başı kapalı ama poposunu açmış. başı kapalı ama dar pantolon giymiş. oysa kimse onların kadın olduğunu ve doğasında süslenmek giyinmek gibi her kadının hakkı olan şeyleri yaptığını düşünmez. onları daha çok o buhranın içine iter. eğer kapalıysa öyle yaşamalı. birileri çıkıp demeli ki, utanmayın yaptıklarınız sizin en doğal hakkınız. kendi giyiminiz sizi ilgilendirir. kendi vücudunuzun sahibi sizsiniz. sizler bireysiniz. eğer toplum en azından bunu yapmayı becerebildiği gün herkes daha mutlu olacaktır. şimdi bu yazıyı okuyan inançlı arkadaşlar varsa, eminim akıllarından şunu geçirecekler. ne yapsınlar yani önüne gelenle yatsınlar mı? hayır, ben onu demek istemiyorum. yatarlar yatmazlar buna onlar karar vermeli diyorum. verdikleri her karar kendilerine ait olmalı diyorum. zorla başları örtülüyorsa en azından elbiselerine ya da pantolonlarına karışılmamalı diyorum. hepsi bu. başörtüsü takanların içinde bile ayrımcılık vardır. nasıl mı? içinde olmayanlar tam olarak bilemez. başınızın ne şekil kapalı olduğu bile önemlidir. hatta rengi siyah olanlar daha bir makbuldür. bazı tarikatlar ise başörtüsüne bile karşı çıkar. onlar çarşaftan başka bir şey giymeyi dahi hoş karşılamazlar. bu grupların içinde öyleleri vardır ki başı açık kadınlarla konuşmazlar çünkü başı açık kadını erkekler gördüğü için erkeklerden sayılırmış ve mahrem olurmuş. neyse üç sene önce yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. kızımı evimizin önündeki parka zaman buldukça çıkarıyorum. dolayısıyla pek çok kimseyle tanışmak zorunda kalıyorsunuz. çünkü çocuklarınız oynuyor vs. derken park ailesi gün geçtikçe artıyor. bir gün çarşaflı bir hanım hızla yanımızdan geçti. ve onun arkasından yine başörtülü iki kadın konuşmaya başladı. “bak selam bile vermeden geçti" dedi bir tanesi diğeri ise “kuran hocası ya hava atıyor herhâlde” diye cevap verdi. ama ben onun acelesi olduğunu hatta bizi fark etmediğini anladım. iki gün sonrada o hanımı parkta bir çocuğu hızlı hızlı sallarken gördüm. kız çocuğu ağlıyordu yavaş salla diye. ama o gülerek devam ediyordu sallamaya. kızımı yan taraftaki salıncağa götürdüm. tuhaf bir bakışı vardı. çaresizlik içinde çırpınıyor gibiydi. sanki her an çığlık atacak sanırdınız. göz göze geldiğimizde gülümsedim. gülümsememden cesaret alarak “sizin kızınız mı” diye sordu. onayladıktan sonra salladığı kızın kim olduğunu sordum. yeğeniymiş. arka taraftaki bankta oturan çarşaflı kadını işaret ederek yengem dedi. hamile ikinci çocuğuna dedi. bende darısı senin başına dedim. ağlamaklı bir gülüşle gülümsedi. "var mı, damat adayı?" diye sordum. önce yengesine baktı duydu mu, diye. sonra bana dönerek anlamsızca nasip dedi. o günden sonra her karşılaşmamızda bana selam verdi. sonradan öğrendim. adı ayşegül imiş… yaşı da yirmi bir... bir sevdiği varmış. fakat ailesi çocuğun abisi "içkici" diye vermiyormuş. ama sevdiği genç hacca dahi gitmiş. kendisi, ilkokuldan sonra okutulmamış. kuran dersleri veriyor ve okumalara gidiyormuş. geri kalan zamanında hamile olan yengesine yardıma gidiyormuş. görünürde din kurallarını bilen ona göre yaşayan ya da yaşatılan bir genç kız. abisinin evindeyken bir odaya kapatılıp elinden cep telefonu alınmış. ve ayşegül hayatının ateist eylemini gerçekleştirmiş. kendini onuncu kattan aşağıya bırakmış. inancının söylediği intihar edenlerin sonsuza kadar cehenneme gideceğini bile bile atlamış. atlarken ne düşünüyordu bilemiyorum. yaptığı doğru mu? değil mi? tartışılır. ama onun şuan özgür olduğunu biliyorum. ait olduğumuz doğayla bütünleşti. onun vücudu böcek olarak özgürce dolaşacak. ağaç olarak yağmuru rüzgârı dallarında hissedecek. yaşarken dindar ölmeye karar verdiğinde kendisi bilmese de o bir ateistti. sessiz tanrının sunduğu hayatı yaşamak istemedi.