• okudum
    • okuyorum
    • okumak istiyorum
  • youreads puanı (8.14)
bulantı - jean paul sartre
günlük biçiminde yazdığı bu kitabında, romanın kahramanı roquentin'in dünya karşısında duyduğu tiksintiyi anlatır.bu tiksinti yalnızca dış dünyaya değil, roquentin'in kendi bedenine de yöneliktir.bulantı, yansıttığı güçlü bireyci ve toplum karşıtı düşüncelerle, sonradan sartre'ın felsefesinin temellerini oluşturacak birçok konuya yer veren özgün bir yapıttır. "varoluş"la yüz yüze gelen roquentin'in geçirdiği değişimi anlatır.


  1. balık, ancak dışına çıkmasıyla, suyu nasıl kavrıyorsa, varlığı kavramak ancak ondan azade olmakla kavranabilir. anlamak, anlaşılanda tahakküm kurmaktır. anlaşılmak, sartre için çok üzerinde durulmamış ayrı bir konudur.

    yine de bir newton çıkıp diyebilir ki, hayır hayır, bu düşüş bir olumlamadır; elma ile bir başka şeyin, bir görünmez perdenin olumlaması.

    newton dışarı çıkmamıştır, dehası buradadır. sartre boğulmuştur; kavrayışı, hümanizması, derinliği, çift görüşü buradan değil midir?
  2. kitabı bitirmeye iki sayfa kadar kala, kitabın başından beri bahsedilen müziği duyma isteğim dayanılmaz bir boyuta çıktı. dayanamadım youtube'ı açıp dinledim "some of these days".

    sartre ince ince işliyor Roquentin’in bulantısını ve bu sözcüklere dökmenin zor olduğu bulantıyı böyle ince ince ve neredeyse kusursuz işlemesi bende hayranlık ve büyük bir saygı uyandırdı. bir ara rosquentin içinde bir boşluk olduğunu ve bu boşluğu dolduracak bir kişinin olduğunu düşünüyor(yada öyle olmasını arzu ediyor) fakat yaşadığının bir boşluk hissetmek değil, yaşadığı şeyin farkına varmak olduğunu anlıyor. birde otodidakt karakteri var ki, bu karakter üzerinden de bir hayli konuyu ele almış yazar.

    kitap bir çok konuya değiniyor. benim en ilgimi çeken yönlerden biriside kökten özgürlüğe yapılan atıflar. mesela "... yalnızdım, bu işleri hiç düşünmüyordum, ana babamla birlikte yaşıyordum; iyi insanlardı, ama onlarla anlaşamıyordum. o yılları düşündükçe... nasıl olmuş da öyle yaşayabilmişim? ölüydüm, ama farkında değildim bunun..."

    kitabı bitireli bir haftaya yakın bir süre olacak. aklımdan kitapla ilgili bir çok düşünce geçti, geçiyor fakat bunları toparlayıp sözcüklere dökmek çok zor. o yüzden sartre'ye tekrar hayranlık duydum.
  3. kitabın ana karakteri olan roquentin modern tıbbın "patolojik" olarak kategorize edeceği bir ruh halindedir aslında. bugünün psikiyatristleri kendisine anksiyete teşhisi koyup ilaç dayayacaklardır muhtemelen. dissosiyatif bozukluğu sebebiyle kimlik ve benlik algısı parçalanan roquentin bana kalırsa depersonalizasyondan muzdariptir. özgürlüğünü bir ceviz ağacının kendisine ve dünyaya kayıtsız gövdesiyle olan metafiziksel ilişkisinde bulur. yazar okurlara gördüklerimizin ve duyduklarımızın arkasında başka bir dünya yaşadığını etkili bir şekilde aktarmıştır.
  4. açık ara okuduğum en sıkıcı kitaplardan biri olabilecekken yazılış tarzıyla nispeten yırtan bir kitap. nedir o yazılış tarzı? tek karakter üzerinden yazılan bir hikaye. anlatıcı merkezde ve onun başından geçen somut olaylar anlatılıyor. geçtiği sokaklar, içtiği, yediği, yattığı filan. burası önemli bak, somut olaylar anlatılmasa; bilinç akışı adı verilen o sıkıcı teknikle yazılsa kafayı duvarlara vururdum bu kitabı okurken. pınar kür' ün asılacak kadın isimli bir kitabı var, okurken bir beddualar ettim ki ulu odin' in darth vader' e ettiği beddualar solda sıfır kalır. selahattin hilav gibi bir usta çevirmiş allah' tan yoksa bu kitap başka bir yayınevinden çıksaydı ziyan olurdu. şu kitabın çevirisine can yayınları kaç para istese analarının ak sütü gibi helaldir ayrıca.
    antoine roquentin isimli birinin günlüğünü okuyorsunuz aslında. konuya çok değinmiyorum zira zaten pek önemi de yok. canı çok sıkılan bir adam bu roquentin. karıya kıza gitse belki düzelirdi ama sartre hiç o taraklarda bezi yokmuş gibi davranıyor. simone de beauvoir(bunu bakmadan yazabiliyorum. bir erkek bir bunu bir de nietzsche' yi bakmadan yazabiliyorsa net abazandır. kendimden biliyorum) ile yaşadıklarını da biliriz sartre ya neyse. adamın can sıkıntısı sizin bildiğiniz tarzda tribal bir enfeksiyon değil elbette. bizim roqu, hayatın anlamsızlığını net şekilde gören dahası günlüğüne yazdıklarıyla da bunu size de yer yer gösteren bir adamdır. e hayatın anlamsızlığını, dahası gereksizliğini fark eden bu adam haliyle hayata karşı bir iğrenme duymaya başlar. işte bulantı meselesi özetle budur aslında.
    ya tamam da kitap tam olarak ne anlatıyor diyenler olabilir. ben okuduktan sonra uzun süre dedim çünkü. varoluşçuluk nedir diye merak edip bir şeyler okuyorsun, bekliyorsun ki masa nedir sorusunun cevapları gibi cevaplarla karşılaşasın ama nerede...
    şimdi antoine roquentin için hayatın anlamsız olduğunu bir anlayalım önce. adam olan biten her şeyin boş olduğunu söylüyor. yalnız hiççilikten bahsetmiyoruz burada, ondan bahsettiğini savunanlar da var da bence bahsetmiyor. evet her şey anlamsız ama her şey var olduğu için anlamsız diyor antoine roquentin. antoine roquentin varız diyor yani ama bunun için sebep yok diyor. elim burada ama sebepsiz yere burada, kolum burada ama sebepsiz yere burada, bacağım burada ama sebepsiz yere burada... (neyse uzuvlara devam etmeyeyim daha fazla) diyor. dikkat et şimdi vitesi 2' ye alacağız çünkü(ehliyetim de yok bu arada ama korkma araba da kullanamıyorum zaten);
    hangi kaynağa gidersen git varoluşçuluğu araştırırken sartre' a illa ki denk gelecek ve onun; ''varlık özden önce gelir.'' sözüne rastlayacaksın. anladın mı sözü? anlamadın tabii. tanrı beni yaratmadı benim varlığım özümden de önce vardı diyor kafir! varlığım vardı ama özümü ben oluştururum diyor. benim yaptığım her eylem her seçim beni oluşturur özgür irademle diyor. yemin ederim yazarken yoruluyorum okurken ne çektim sen düşün. ulan camus' u bu yüzden daha çok sevdim işte hep. tertemiz pırıl pırıl anlatıyor ne anlatıyorsa yabancı kitabında. üstelik bir de hatun götürüyordu meursault. roquentin' in ise mastürbasyon yapmaya mecali yok bana sorarsanız.
    bizim roqu bir cisme tekme mi atıyordu yoksa ona benzer bir şey oluyordu tam hatırlamıyorum ama sonrasında yok efendim niye oraya gitti de buraya gitmedi diye düşünüp duruyordu. roqu kendi de dahil olmak üzere her şeyin neden orada, öyle olduğunu sorgulamaya başlıyor. ama bir yandan da varoluşuna bir anlam arıyor tabii bulamıyor, yalnız sorumluluk duygusunu da hissediyor. çünkü o var, varlığının etkileri var ama nedeni yok. nasıl bulanmasın lan adamın midesi, beyni?
    burayı cidden dikkatli oku yalnız: sartre' a göre insan olan biten her şeyden sorumludur. insanı yaptıklarıyla kendi özünü oluşturur.
    insanın varolması için hiçbir neden yoktur ama insan vardır ve bu düşüncenin altında ezilir insan. varlığına anlam yüklemeye çalışır, ama böyle bir anlam yoktur. anlamsız şekilde varolan insanın bu anlamsızlığı fark etmesini anlatır işte bu kitap özetle.
    kitap neden önemlidir? çünkü varoluşçuluk düşüncesini bir hikayenin içine güzelce yedirebilen en tanınmış kitaptır.
  5. yarısına kadar sıkıntıdan patlatan kitap. yani gerçekten kitabın ilk yarısı çok bayıyor. ve asıl bilinip tanındığı varoluşçuluk ile alakalı hiçbir bölüm yok. roquentin'in etrafında olup bitenlerin tasfiriyle geçiyor ilk yarısı. kitabın ortasından sonra hah sartre okumaya başladım diyorsunuz.
  6. bulantı

    -hiç kimseye. işte yavaşça suyun dibine doğru, korkuya doğru kayıyorum.
    36
  7. "benim bildiğim, nesnelerin insana dokunmaması gerekir. çünkü canlı değillerdir. aralarında yaşar onları kullanır sonra yerlerine koruz. onlar sadece yararlıdırlar. oysa bana dokunuyorlar. çekilmez bir durum bu. onlarla bağlantı kurmak korkutuyor beni. sanki hepsi birer canlı hayvan."
  8. bulantı, 20. yüzyılın en etkili düşünürlerinden jean-paul sartre'ın ilk romanıdır.(1938)
  9. çok yoğum kitap okuduğum bir dönemde okuduğumdan herhalde bana o kadar ağır gelmedi. o anki psikolojiniz biraz içeriğe uyarsa gayet akıcı geliyor insana.
  10. jean paul sartre'nin ilk romanıdır. roman 1938 yılında yayımlanmıştır. roman,antoine roquentin adlı 30 yaşında,kahvehanelerde vakit geçiren kızıl saçlı kahramanın günlüğü ile oluşturulmuştur.
    bilindiği üzere sartre varoluşçuluk akımının sözcülüğünü üstlenmiştir. varoluşçuluk özetle;insanın varlığı, hürlüğü, tek gerçek olduğu hâlde onu saran dünyayı bir türlü anlayamamaktan doğan umutsuzlukla bezginlik içinde hayatı tatsız, saçma bulması görüşüyle hareket eder.
    roman karakteri bu ruh haliyle tutuyor günlüğü.paraya,yeni elbiselere,kadınlara doymuş bir adam...
    roquentin,dünyayı anlayamıyor.bu nedenle her şeyi sorguluyor.insanların amaçları,korku,geçmiş,insanın edindiği tecrübelerle başkalaşımı,yalnızlık,bedenimiz,zaman kavramı,ölüm...
    eleştirmenler roman kahramanının içinde bulunduğu durumu hastalıklı olarak görmüşler. çünkü roquentin günlükte anlattığı bir çok olaydan yola çıkarak hem dünyadan hem kendinden tiksindiğini anlıyoruz.
    roquentin yalnızlığı doruklarda yaşayan biri.öyle ki aynada yüzüne baktığında bile bir anlam çıkaramayıp şöyle söylüyor ''topluluk içinde yaşayanlar,kendilerini arkadaşlarına nasıl görünüyorlarsa aynalarda tıpkı öyle görmeyi öğrenmişler.benim arkadaşım yok. tenimin bu kadar çıplak olması acaba bu yüzden mi?''
    hep yalnız yaşayan yalnız olduğu sürece hayatı sorgulayıp hiç bir şey hakkında net cevap bulamayan insan hali ve sonucunda sahip olduğu kronik bulantı ve korku hissi... ancak bu korku hissi hayatına değer verdiğinden değil. anlayamadığı bu kaos hali nedeniyle yazarlığı,araştırmalarını bırakıp sürüklenmekten, umudu kırılmış bir şekilde hayatta kalmaktan korkuyor. araştırmalar,yazarlık,kitaplar diyorum. çünkü roquentin '' hayatımla ilgili bildiğim her şeyi kitaplardan öğrendim gibime geliyor '' diyor. kitaplar sorguladıklarına cevap vermiş. ancak insanlar değil. kendisini de insanları da karmaşık buluyor. insanlarla ne anı biriktirdiyse hepsi geride kaldı ..'' geçmişim uçsuz bucaksız bir delikten başka şey değil artık ''
    varoluş.. varolmayı tamamen günahlar içinde olmayla özdeşleştiriyor.yemek yiyen, para kazanan,insanlarla sohbet eden,toplumla beraber yaşayan bir adamken kendine gelip ''bu budalaca yaşayış niye'' deyip varoluştan kurtulmak istiyor. öyleki varoluş ona acıdan başka bir şey vermiyor. ''bütün dünyadaki eşyalarla aynı hammaddeden oluştuk;'' sakil acı''. acı veren ne varsa hepsinin yanında yakın akrabalarımla birlikteymişim gibi hissediyorum.'' diyerek karakterin dünyayı algılayışını anlıyoruz. varoldukça pislik içindeyiz,bu beni tiksindiriyor. bizi yalnız ölüm paklar düşüncesi romanın son mesajı.