1. xx. yüzyıl sinemasına izini bırakan, kamera ve hikayeleriyle sadeliğin derinliğini yüzeye çıkartan, danimarkalı rejisör.
    dreyer"in hikayeleri izleyiciye dinsel duyguyu ulaştırır. ve bu dinsel duygu kirlenmişlik taşımaz, aksine, inancı arar durur. dreyer"de din aşktır, sevgiyi karşı tarafa iletememektir, şiirdir, dünyanın ışığını anlamayan karanlıklardır; veya ışığın taşıdığı soylu karanlığı görememektir. göremediklerimizi (soyut yanımızı) somutlaştırır dreyer. ve bunu yaparken de tanrılık taslamaz; yöntem olarak şiiri kullanır.
    filmleri ayin gibidir. kamerası gerekmedikçe sahneyi kesmez, ihtiyaç duymadıkça yerinden kıpırdamaz.
    hikayelerine beden ve ruh olan karakterleri teatral görünürler; bu çiftçisi için de, burjuvası için de böyledir. çoğu zaman (özellikle gertrud"da) birbirlerinin gözlerine bak(a)mazlar. uzaklara, belirsiz yerlere dalmış gibi, konuşur, eylemlerini gerçekleştirirler.

    dreyer, bana göre janna dark"ın en güzide (ve pek tabii maria falconneti"nin de yadısanamaz katkısıyla beraber) örneğini kazandırmışır sinema sanatına.
    ordet"de (söz) inanç-ölüm-aşk üçgeni baba-oğuk-kutsal ruh triosunun etrafında pervane gibi döner, sizi içine alır.
    gertrud size aşkı öğretir. vredens dag"ın yasak aşkın meyvesini tatdırdığı gibi.
    ah, gertrud şair gabriel"in gecikmiş aşk çağrısına şöyle cevap verir: "hala nasıl inanırsın, çoktan ölmüş bir şeyden hayat çıkacağına?"

    filmleri ağırdır. belli bir sinema izleme deneyimi olmadan zor hazmedilir; ki zaten, hazır olmadan bir dreyer filmi izlemenin hiçbir anlamı yoktur, belli bir sinema ve yaş tecrübesinin altında izlenilirse şiiri kaybolabilir. zira bu gerçeği kendimden biliyorum. dreyer"i referanslı olarak erkekn keşfetmiştim, ancak nafileydi; anlamsızdı, küçük tiyatro oyunu gibi gelmişdi filmleri. ancak hazır olduğumda, dreyer sinemasına yeniden döndüğümde, kendimdeki değişimi de kaçınılmaz olarak görüyorum.

    her sinemacı ve sinemaseverin arşivinde yerini bulmalıdır.
    dreyer"in filmleriyiz.