1. Çift yarık deneyi, belki de tahminimizin çok da ötesinde bir bilgi veren bir deney. Işığın, dalga teorisine göre mi yoksa parçacık teorisine göre mi açıklanması gerektiğini belirlemek istedik ve insanlık adına birileri bu deneyi yaptı. Sonuçlar biraz değişikti.
    Işığı tek ve çift yarık şeklinde bir düzenekten geçirdiğinizde, fotonların karşı perdedeki desenleri, ışığın hem dalga hem de parçacık teorisine göre hareket ettiğini gösterdi. Fakat, dünya bu deneyin bize ne anlattığını tartıştığı nokta da yarıkların oraya bir gözlemci eklenmesi her şeyi daha da karıştırdı.
    *
    Evren, ne olduğunu bilsek de bilmesek de belli kanunlara göre var ya da belli kanunlar, evrenle birlikte oluştu… veya, kanunu da evreni de var eden şey belki de her şeyin aynı anda olmasıydı. Var olmakla, var olmanın sistematiğini oluşturan kuralların birbirine bağlı olması kaçınılmaz olması da olası. Sıfır hacim sonsuz kütle hipotezi bunun böyle olduğu anlamına geliyor gibi… her şey tek bir boyutsuzluk(sıfır hacim sonsuz kütle) içindeydi. Buna tek parça demek yanlış olmaz sanırım (doğru da değil gibi ama yine de kavrayabilmek için algımıza hitap edebilen bir şey). Bu da dolanıklılık teorisinin temel prensibi. Bilinen evrendeki her şey birbirine ilk andan -belki de ilk andan da önce- bağlıydı. / (Buradaki ilk andan da önce ifadesi bir zaman ifadesi olsa da ilk andan önce diye bir ifade doğru değildir. Tamamen algılayabilmek açısından kullandım)
    *
    Bir oda düşünelim. Bu odayı öyle bir algılayalım ki, bilinen evrene hitap etmesin. Bu mümkün değil elbette. Ama fikirsel olarak bir şey düşünmemiz gerekli olduğu için bu odayı, sanki havası alınmış ve tek toz tanesi olmayan bir oda gibi düşünebilmek kadar olası şekilde bilinçsiz bir ortam şeklinde düşünebilmeyi başaralım. Maalesef bunu yapamayız. Ama kabul edebiliriz. Bu ortamda bilinç yok ve içinde olan bir eğik düzlemin üst noktasına yerleştirilen kürenin hareketini tahmin etmek için var kabul ediyoruz. Elbette o düzlemin ve kürenin orada olması, ancak ve ancak onları oraya koyan bir etkin güç olduğu anlamına gelir ki, bu da bilinç demektir. Fakat, böyle düşünmeyi şimdilik bir kenara bırakalım ve düşünmeye devam edelim… soru şu ki; yerçekiminin etkisiyle; küre, ortama girdiğinizde düzlemin üstünde mi olmalı yoksa düzlemin altına inmiş mi olmalı? Bu soruya bilinen evrende cevap vermek kolaydır. Yani sıradan bir odada bu olay elbette aşağı inmiş olarak sonuçlanacaktır. Kürenin bu hareketinin yerçekimi veya diğer başka etkenlerle değil de, bilincimiz ya da aynı evreni paylaşan başka varlıkların bilinci ise?
    Bununla ilgili ortalıkta dolanan yine kimi felsefe soruları da yok değil. İnsanlar bu gibi soruları binlerce yıl önce bile sormuşlar. Derler ki; ‘kimsenin olmadığı yerde bir ağaç düşer mi?’ Ya da ‘… düşen ağaç ses çıkarır mı?’ Buradaki ‘kimse’ ifadesi bir bilinci ifade ediyor aslında.
    *
    Çift yarık deneyinde de şöyle bir durum söz konusu; yarıkların olduğu yere bir gözlemci konulduğunda, fotonları ateşleyen aygıt ve yarıkların durumu hiç değiştirilmemiş olmasına rağmen, fotonların perde üzerindeki desenleri farklılık gösteriyor.
    Bunun üzerine değişik yorumlar getiriliyor. Bunların en çılgın olanı, fotonların bilinçli olup olmadığıyla ilgili… Yoksa fotonların bir bilinci mi var? Onları gözlemlediğimiz zaman neden farklı davranıyorlar?
    Ben, bilincin; yani sisteme etki eden bir bilinç var ise bunun gözleyene ait olması ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Çünkü sonuç gözleyen için bir gerçektir. Aslında olan şey bir sunum değil, bir arzuhalin yansımasıdır. Fotonların bizler için mistik bir şey gizlediklerini veya onlara baktığımız da genel görevlerinden farklı şeyler yaşamaları şu algımızla biraz fantastik ve ciddi bir düşünce olmasa gerek. Ama ne var ki, bu düşünce yaygın.
    Durumu şu şekilde ele almak biraz da gerçekçi olmaz mı?
    Algımız, atom-altı kanunlarına uygun değil… ve zamansız düşünemeyen, algılayamayan yapımız bilinçaltımızı devreye sokuyor ve ortak bir bilince sahip olan bizlerin yine ortak olması olası olan bilinçaltımız, aynı karmaşaya, aynı şekilde bir çözüm bularak bir sanrı yaşıyor.
    Eğik düzlemi hatırlayalım;
    Düzlemin üstünde bırakılan bir kürenin, neden aşağıya düştüğünü görüyoruz? Bir kurala göre hareket etmesi gerektiğinden mi, yoksa bir kurala göre hareket etmesi gerektiğini bilen algımızdan mı? Bu düşünce, eğik düzlemdeki kürenin, fiziki dünyamızdaki hareketinin de aslında bir sanrı olma olasılığını gündeme getirecektir. Neo’ nun, Ajan Smith tarafından vurulduktan sonra ölmemesinin de temel ifadesi buna benzer olabilir. Neo’ nun yaptığı anlamak mıydı, inanmak mıydı, yoksa algısını değiştirmesi miydi… düşünmeye değer.

    buradaki yazımda, konuyla ilgili daha içten bir paylaşımım oldu. kuantum mekaniği