1. pazar akşamları. sımsıcak oturma odası. kömür sobaları. içi portakal-mandalina dolu tabaklar. sobanın yanında banyo yaptığın kırmızı leğen hehe ve dalin. kısacası dalin bizim ucuz mutluluğumuz, çocukluğumuz.

    tek derdimizin, kar yağmaması, oyuncakların kırılması, atari oynarken büyüklerden sıra gelmemesi ve tom ve jerry'nin sonuna rastlamak olduğu yıllarda; pazar akşamı huzurunun bir parçası idi dalin.

    benim dalin büyükçe bir dolabın üstünde durur -büyük ihtimalle, kimse yokken alıp etrafa döküp oynamamdan dolayı- banyo vakti geldiğinde inerdi ordan; kırmızı leğen, havlu ve anne'nin ördüğü sert banyo lifleri ile beraber. sonrasında gider babaya koklatırdım saçlarımı. "mis gibi kokuyosun" derdi. hiç olmadığım kadar mutlu olurdum. işte bu en sevdiğim yanıydı dalinin. mis gibi kokardık. ilk parfümümüzdü.
    sonrası portakal-mandalina, şahane pazar zımbırtısı, sobanın üstünde pişen kestanelerdi. bir de çok mutlu bir aile idi.

    nerden esti bütün bunlar?
    az önce dar bir sokaktan geçiyordum nerden geldiğini bilmediğim o kokuyu aldım. kulağımda erkin koray:
    "tekbaşımıza kalmışız.
    hani annen hani baban,
    gördüklerin,sevdiklerin.
    hani kardeşin ve arkadaşın."

    imagine, nehir kenarı dahi olmayan bir banktan.
  2. kokusu harika olan bebe şampuanı, göz yakmaması da cabası.

    aklıma gelip de 27 yaşındayken utanmadan sıkılmadan alıp kullanmışlığım olmuştu hatta.

    utanması olmayan rezil bi adam olabilirim ama sevgilim tinerciler gibi 1 ay saçımı koklamıştı.