• izledim
    • izlemek istiyorum
  • youreads puanı (8.63)
den brysomme mannen - jens lien
orta yaşlarının ortasındaki andreas, günün birinde kendisini tanımadığı bir şehirde bulur. bu yere nasıl geldiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktur. burada sıradan bir işi, bir evi bir de eşi vardır. ancak andreas bir şeylerin yolunda olmadığının farkındadır. bunun üzerine şehirden kaçmaya karar verir ancak şehirden kaçmanın hiçbir yolunu bulamaz. bir süre sonra hugo isimli bir adamla tanışır. bu adam ona şehirden kaçması için kimi umut kırıntıları bahşetmiştir. artık andreas, bu kaçış macerasını başlatmak için eskisinden çok daha umutludur.
norveç sineması'nın son dönemlerde çıkardığı en dikkate değer yapımlardan biri olan sorun yaratan adam, prömiyerini cannes film festivali'nde yapmıştı.


  1. filmin özet kısmını beyazperde.com'dan alıntıladım. film 2006 yapımı ancak ben bu sene izleyebildim. beni gerçekten duvardan duvara vuran bir filmdi. filmi izlerken mutlaka kendinizden birşeyler bulacaksınız buna emin olun. iş hayatınız, eviniz, arkadaşlarınız, aileniz, birini mutlaka bu filmin bir sahnesine yerleştireceksiniz. modern kölelik sistemine göz kırpan, nasıl robotlaştığımızı gözler önüne seren harika bir kuzey filmi. izleyin pişman olmayacaksınız.
  2. dünyanın refah düzeyi en yüksek bununla birlikte intihar oranı da en yüksek norveç’ten simgesel anlatımın tavan yaptığı, sivri eleştirilerle dolu bir distopya…

    bir yanda içinde yaşadığımız modern, konformist, mutluluk illüzyonuyla süslü dünya, huzurlu yaşam, modern eşyalar, ev tasarımları, steril evler, steril yaşamlar…

    buna karşın duyguların yitimi, ruhsuzluk, alkolün sarhoş yapmadığı, sevişmelerin duygusuz, yemeklerin tatsız, hayatın rutin, sıkıcı ve monoton olduğu, insanın robotlaştığı, yalnızlaştığı yaşamlar…

    herkesin bunları kanıksaması, yadırgamayışı, bu konforun içinde mutlu olunması gerektiği ve o yüzden mutlu görünmesi…

    ve buna dayanamayan bir insanın anlam arayışı, tat, koku arayışı, acı da verse gerçek hislere hatta mutsuzluğa ulaşma çabası…

    film ruhsuzluğu ve kayıtsızlığı çok güzel tasvir etmiş…

    kırmızı rengin sadece tatların olduğu diğer hayatta kullanılması dikkat çekiciydi…

    müzikleri de kayda değer güzellikte…

    !---- spoiler ----!

    - onlara değer veriyor musun?
    - kimlere?
    - lars birger ve diğerlerine?
    - hayır ama hoşuma gidiyor.
    - benim için onları terk eder misin?
    - elbette, ciddi bir şey yok zaten.
    - yapar mısın?
    - evet
    - ama gerçekten istiyor musun? başka bir eve taşınabiliriz. yanıma taşınmak istiyor musun?
    - olabilir.
    - gerçekten ne yapmak istiyorsun? senin için lars birger ve diğerlerinden daha değerli miyim?
    - çok iyisin.
    - ya diğerleri?
    - onlar da iyi.
    - ama kimi tercih ediyorsun?
    - bence herkes iyi. ama büyük bir eve taşınmak daha iyi olur. üç odalı ve küvetli bir eve mesela. benim evimde sadece duş var.
    - ... "

    !---- spoiler ----!
  3. mutlaka izlenmesi gereken filmler arasında. bir sinema dersi diyebiliriz. bir distopya olsa da aslında bir din eleştirisi.

    !---- spoiler ----!

    cennette mutlu olamayan bir insanın cennetten sıkılması ve dünyayı özlemesi ince ince anlatılıyor. insanlar her istediğine ulaşabiliyor. erkekler her istediği kadınla sevişiyor. şaraptan nehirler olmasa da içki var ama sarhoş etmiyor. bu dünyada çocuk yok

    !---- spoiler ----!

    filmle ilgili bir yazım burada
  4. daimi mutluluk ve huzurun hiçbir koşulda sağlanamayacağı fikrine vardıran film. koşup kaçıp da içine saklanmak istediğimiz düzenli ve sorunsuz hayatın da bir noktada tahammül edilemez hale geldiği görülüyor.

    isyan yok, kavga yok, gözyaşı yok, reddedilmek yok, iş sıkıntısı yok, iş yerinde huzursuzluk veren insanlar yok, açlık yok, yarın kaygısı yok, karşıt görüş yok; buna bağlı olarak heyecan yok, merak yok, genel olarak tat ve duygu yok. ideal kıldığımız her şey organik halini yitiriyor, çünkü çürümeyecek bir şey hayal ediyoruz haliyle kokusu tadı yok oluyor.

    cennet ya da cehennem tasviri olarak ele alacak olursak da, hangisi olduğuna karar veremem; her şeyin sorunsuz olması cennete yorulabilecek iken, olmak istemediğin bir yerde sıkışıp kalmak cehennem olarak düşünülebilir. her halükarda insanoğluna tam anlamıyla yaranacak ideal bir yaşam oluşturulamıyor, bu noktada ise asıl cehennem mekanlarda değil yaradılışımızda olduğu düşüncesi çıkıyor ortaya, ne yaparsak yapalım neye sahip değilsek onun peşine düşmemiz sonsuz bir tatminsizlik yaratıyor.
  5. enteresan kuzey filmlerini sevenlerin kesinlikle es geçmemesi gereken, modernizme ağız dolusu küfürler eden norveç filmi. hissizliği ve mekanikliği çok güzel anlatır jens lien. düşülen yerin cennet mi cehennem mi olduğu ise tartışmaya açıktır.
  6. idealleştirdiğimiz ve ütopik olması gereken yaşamın distopyaya dönüşümü ve buna uyum sağlayışımız anlatılmış hatta anlatılmamış da yüzümüze çarpılmış.

    izlerken din eleştirisi olarak canlanmamıştı hiç okuyunca o da uygun görünse de benim için modernizm, tek tipleşme, yüzeyselleşme eleştirisi daha ağır basan taraf kesinlikle.